Cinayetler | Hüseyin Evcil
– Bir millet, zenginliği ile değil, ahlak değeri ile ölçülür.
– Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
– Doğada, insan kadar saygısız, kötü, vahşi, zalim başka bir yaratık yoktur.
– Toplumda, doğru veya aptalca işlerin, iyi veya kötü işlerin yapılıp yapılmaması, sisteme bağlı değildir, bireylerin durumlarına bağlıdır.
Hermann Hesse / Alman düşünür
– Saygı eksikliği en temel suçtur. Çünkü, birçok suça kaynaklık eder.
Edward De Bono
– Kalp kör olduktan sonra, gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur.
Hazreti Ali
Tekrar merhaba diyorum.
İzninizle, Tire ’nin iki farklı noktasında, kısa zaman önce çekilen fotoğraflara bakalım şimdi. -}
Toplam 4 fotoğraf olduğunu, birinci noktadan 2 poz, ikinci noktadan 2 poz alındığını görüyoruz.
Fotoğraflar, şehrimizin merkezi adreslerinden. Tire Kent Müzesi ’nin kuzey batı bölümündeki alan ( müzenin B kapısı bitişiği ) ile Tire Portakal Pazarı Meydanı yakını ( Mektep Caddesi güzergahı ).
Buradaki her fotoğraf : Bir belge sayılır. Yani, kafa yapımızı, çizgimizi ortaya koyan ibret belgesi, sorumsuzluk belgesi, utanç belgesi. Tam bize özgü şeyler.
Şöyle bir soru geçiyor aklımdan : İlçemizi ziyaret amacıyla gelen yerli ya da yabancı misafirler, gördükleri bu apaçık, bu uygarlık dışı manzaralar karşısında acaba ne düşünürler, acaba nasıl bir eleştiride bulunurlar ?
Şöyle bir soru da olabilir : Böyle mağara dönemi mantığı ve uygulaması, dünyanın başka şehirlerinde de görülüyor mu acaba ?
Tereddüt edilmeksizin, insafsızca, içerisinde sigaralar söndürülen talihsiz çiçek saksısı 3 gün süresince,
ekmekler ise, 27 saat / 15 dakika süresince bulundukları yerde (öldürüldükleri yerde) kaldılar.
Gelenler, geçenler, görüntülerden en küçük bir rahatsızlık duymadılar.
Toplumumuzda malum öteden beri cinayetler işleniyor. İşte bu versiyonlarına da (fotoğrafları kastediyorum)
SAKSI CİNAYETİ ile EKMEK CİNAYETİ diyebiliriz.
Bazı insanların dalgınlığı, saygısızlığı, yanlışlığı, sorumsuzluğu, terbiye noksanlığı … gibi tanımlamaların çok ötesinde, ağır tanımlamalar ve değerlendirmeler gerektiren, yani bilinçli, planlı cinayet türü diyebiliriz.
Başka ne denilebilir ki ?
Ahlak ve duygu eksikliğinin sonucu, vicdan paslanmasının sonucu. İğrenç, ilkel bir sonuç.
Bu gibi şehir dekorasyonlarının mimarları, büyük olasılıkla : Hijyen sever insanlar (sözde), titiz davranır insanlar (sözde).
Aynı insanlar, büyük olasılıkla : Saatlerce çeşme sularını akıtarak, arabalarını, balkonlarını, merdivenlerini mutfaklarını, lavabolarını deterjanlarla, özenle, tekrar tekrar temizliyorlar. Komşulara karşı, çevreye karşı : Düzenli, bakımlı, temiz insan mesajı verme gibi çabalar (yerine göre abartılı) içerisinde oluyorlar.
Bol sigaralı saksıdan önce, bol ekmekli çöp varili fotoğrafı hakkında biraz konuşalım, biraz yorum yapalım istiyorum. Çünkü, bu, görmezden gelebileceğimiz, geçiştirebileceğimiz basit bir olay değil.
Şehrimizin çoğu mahallesinde, her gün, ekmekler gelişigüzel atılıyor. Öyle değil mi ? Öyle. Maalesef.
Masum ekmekler, sıradan çöp sanki ve atıldığı kaldırımlarda süpürülmeyi bekliyorlar.
Masum ekmekler, belediyenin temizlik işçileri tarafından alınıp, başka bir yere dökülmeyi bekliyorlar (paylaştığım ikinci adrese dair fotoğraf).
Peki, ekmek, süpürge ile süpürülecek, kürek ile alınacak madde midir ? Elbette hayır.
Lütfen böyle dökmeyelim bundan sonra. Lütfen dökülmesin.
Ne olur, döküldükten sonra süpürülmek zorunda kalınmasın.
Evlerde temizlik sırasında deforme olan şeyler dışarıya atılıyor, değişik bahanelerle, ekmekler de atılıyor. Yani insanlar, onları başlarından atıp, bir anlamda kurtuluyorlar. Bazen poşetli, bazen poşetsiz.
Sertleşip, kemik gibi olsa bile, yemyeşil küf tutsa bile, ekmek, asla ve kesinlikle ÇÖP NİYETİNE sokağa atılamaz, ortalığa saçılamaz. Mümkünse bir ağacın dibine konulabilir ki, serçeler, kumrular, kargalar, köpekler görsünler ve onu tüketsinler.
Tire ’nin hangi bölgesi olursa olsun : İnsanın 3 metre yakınında ya da sadece 10 metre uzağında mutlaka ağaç, bitki, çimenlik vardır. Ağaca, bitkiye rastlamamak mümkün değildir. Çevremiz ağaçlarla dolu. Hayvanların yararlanması için, ekmek parçaları, tüm gıda ürünleri ağaç dibine bırakılabilir.
Ekmeğe çöp muamelesi yapmak, konteynerin, varilin yakınına doğru fırlatmak, bağışlanamaz kötü bir durum. VİCDANSIZLIK.
Uygar, zengin toplumlarda böyle bir şey olmuyor. Eğitimsiz, cahil toplumlarda da böyle bir şey olmuyor.
Duyarsızlık, görgüsüzlük, nankörlük maalesef bizim toplumda çok rastlanır oldu.
Körlük, sağırlık, genel tembellik diz boyu. Pardon, minare boyu.
Yakın gelecekte, günü kurtarmanın da, yalnızca kendini kurtarmanın da sonu gelebilir, hepimiz dev bir duvara toslayabiliriz diye düşünüyorum.
Ekmeği : Tüketebileceğimiz kadar satın almamız, satın aldığımızı iyi saklamamız, iyi korumamız gerekiyor.
Gerekiyor ama biz gerekeni, bile bile yapmıyoruz.
Diyelim ki, istemeden, ekmeğin bozulmasına, küflenmesine neden olduk. Yine de onu dikkatle (kamil / mübarek bir insanın cenazesini taşır gibi) bahçemizin tenha noktasına bırakabiliriz ve bırakma işi yukarıdan atarak değil, BELİMİZİ EĞEREK olmalıdır. Çünkü, yukarıdan atıldığında o işin (o iyiliğin) anlamı kalmaz.
Atma işlemi ile bırakma işlemi aynı yaklaşımlar değildir.
Ekmeğin en küçük parçasını, kuşlar, karıncalar, böcekler buluyorlar, kesinlikle bitiriyorlar.
Atalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz, askerlerimiz, subaylarımız kıtlık – yokluk günlerinde, savaş günlerinde nasıl ayakta kaldılar acaba ? Cephelerde, kuşatmalarda nasıl yaşadılar acaba ? Ağır koşullarda yaşadılar. Onları yaşatan, çalıştıran, motive eden : Yüreklerindeki güçlü inanç, güçlü sevgi oldu.
Büyüklerimiz : Buğdayı, unu, ekmeği, kibriti, gazyağını, mumu, ayakkabıyı, lamba camını bulmakta sıkıntılar çektiler. Bulamadılar. Hiç yoktu ya da çok azdı. Para zaten yoktu. Yoksulluk yaygındı. Fakat onlar ağlamadılar, yakınmadılar, isyan etmediler.
Direndiler, savaştılar. Dinlenmeden, uyumadan.
Peki, ne için ? Asıl amaçları ne idi ? Gelecekte birilerine (düşman devletlere) kul, köle olmamamız için. Ezik olmamamız için. Kıyamet ’e kadar onurlu, özgür, başımız dik yaşamamız için.
Bugün, mekanları Cennet olan Atalarımız sayesinde elimize geçen zenginlikleri israf ederek, saygısızca tüketiyoruz. Daha doğru ifade ile belirtelim. Aşağılamalar, hakaretler eşliğinde tüketiyoruz. Çizgilerimiz, tercihlerimiz : Kasıntı, şımarık, iflah olmayacak bireyler olduğumuzu dünyaya anlatıyor. Yüksek sesle anlatıyor.
Cahil kesimler düşünemiyorlar. Tamam. Okumuş kesimler neden düşünmüyorlar, neden içleri sızlamıyor ? Yoksa birkaç üniversite bitiren, okumuş cahiller için ekmeğin bir anlamı, bir kutsiyeti, bir asaleti yok mudur ? Yoktur sanıyorum. Neden olsun ki ?
– Arkadaş. Kullanmadığım, beğenmediğim malzemeyi atarım. Param var ve giderim, yenisini alırım. O kadar. Olay bitmiştir. Size ne ? Kime ne ? Hesap mı vereceğim ?
…
Açıklama hazır. Savunma hazır. Kaçış hazır. Suyun üzerine çıkan zeytinyağı gibi …
Kendi küçük dünyasının penceresinden bakan, bencil ve ruhsuz insanlara hitaben ne denilebilir ? Hiçbir şey denilemez. Çünkü, sözler işe yaramaz. Cümleler, vaazlar, Ayetler, Hadisler işe yaramaz.
Bir akşam karanlığında, İkinci Nuh Tufanı patlasa, o da işe yaramaz.
Büyüklerimizin : Ellerimizi sıkıca tutup, gözlerimizin içine bakıp, ısrarla yaptıkları uyarılar vardı. Unutmadım. Hafızamda canlı duruyorlar.
Şöyle derdi rahmetli büyüklerimiz :
1 – Üstüne ekmek parçaları dökülmüş sandalyeye, koltuğa, divana, tokmağa oturulmaz.
2 – Ceplerinde bisküvi, leblebi kırıntıları bulunan elbise ile helaya (lavaboya) girilmez.
3 – Mendil kullanır gibi, sofra başında, ekmek parçasıyla ağız, dudak temizliği yapılmaz.
Fakat biz, düşünceli, saygılı insan değil de, değişik mahluk isek, bütün bunlara dikkat etmemize ihtiyaç kalmaz. İçimizden geldiği gibi yaşayıp, kendi hareketlerimizi normal karşılarız.
Madem balta girmemiş bir ormanda yaşıyoruz, madem orman sınırları içinde geniş hürriyetlerimiz var :
1 – Yemeğimizi yerken, yakınımızda bulunan insanlarla homurdanarak, alaycı, küfürlü konuşabiliriz.
2 – Yemeğimizi yerken, yanımıza yaklaşan aç kedileri, aç köpekleri tekmelerimizle kovabiliriz. Onlara bağırabiliriz.
3 – Kibirli şekilde, bacağımızı bacağımızın üzerine atar ve yemeğimizi öyle yiyebiliriz.
4 – Yarı çıplak olarak da yemeğe oturabiliriz.
Şuurlu insan olacaksın, ölçülü insan olacaksın diye boğazımızı sıkan birileri yok. Bir sürü amel çeşidi var. Kimse kimseye karışamaz. Kimse kimsenin önüne engel koyamaz.
Fakat bir şey var ki, insanın hayatında, bu meseleler ile alakalı acı damlalar birikir, birikir, birikir ve ansızın o insandan şiddetli patlama ile çıkar. Çıkarılır : Belki yoksulluk olarak, belki hastalık olarak, belki bela olarak, belki felaket olarak. Çünkü, iyiliğin ve kötülüğün zerreleri dahi kaybolmuyor.
Güneş çarpması, yıldırım çarpması, elektrik çarpması olduğu gibi, ekmek çarpması da vardır. Bir aileyi çarpabilir, bir sülaleyi çarpabilir. Neticede, denizi kurutabilir. Kuru çöl, çıkar, gelir, çöreklenir.
…
Tire ’de, şehir merkezinde, herkesin gözleri önünde, çiçek saksısını itina ile kül tablasına dönüştürmüşler. Tecavüz olayını gerçekleştirmişler sanki. Saksının kenarında, küçücük bir çiçek ezilmemeye, ayakta kalmaya çalışıyor. Kimin umurunda ?
Acizane benim umurumda.
Ne kadar düşük seviyeli bir davranış bu. Saksı canavarlığı. Oysa, çok yakında ve çok sayıda gerçek kül tablası ile çok yakında ve çok sayıda gerçek çöp kutusu var. Birkaç adım yürümek gerekiyor sadece.
Meydanlarımızda, caddelerimizde, sokaklarımızda, parklarımızda, pazarlarımızda disiplin ve saygı adına, değişen, düzelen bir şey yok. Disiplinsizlikler, saygısızlıklar giderek kökleşiyor. Estetik sıfır. İncelik sıfır.
Sigara tüketiminde sergilenen sorumsuzluklar hiç hoş değil. Sigara, her mekanda gelişigüzel (delicesine) içiliyor ve ardından gelişigüzel çevreye saçılıyor.
Günümüz itibariyle, nezaket bilinci, görev bilinci, çevre bilinci, sağlık bilinci nerede ? Kitaplarda kaldı. Görgü Kuralları nerede ? Kitaplarda kaldı.
Geçmiş yıllarda, Viyana ’dan Kuşadası ’na tatile gelen saygın bir profesör sohbet sırasında şunları söylemişti
(not almıştım, aynısını aşağıda yazıyorum) :
– Dünyada Türkler kadar yoğun sigara içen, define altınları bulmuş gibi sigaraya saldıran başka bir toplum görmedim. Ürkütücü tablo. Türkiye ’de sigaraya karşı büyük düşkünlük olduğu anlaşılıyor. Çevrenize bakınız : Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, kendi sağlığını hiçe sayarak sigara içiyor. Aşırı sigara tüketimi nedeniyle nefes darlığından, bronşitten, mide, kalp, damar ve özellikle KANSER hastalığından geçilmiyor. Sigaranın riski, tiryakilerin umurunda değil. Günde 1 paket sigara içen 25 yaşındaki insanın ömrü en az 4 yıl kısalır. Tek bir sigara : İnsanın ömrünü en az 25 dakika kısaltır. Ortalama yaşamın 70 – 85 yaşına kadar uzadığı, sanayileşmiş, teknolojisi, farmakolojisi gelişmiş ülkelerde sigara içen kişilerin 60 yaşından önce can verme tehlikesi ÜÇ KAT arttı. Türkiye ’de yeni tehlike şu : Özenti sonucu, genç kızlar, ortayaş kadınlar arasında sigara içimi yaygınlaşıyor. Rakamlar gösteriyor ki : 20 yıl öncesine göre BEŞ KAT artış var. Türkiye ’de sigaraya bağlı ölümler, trafik kazalarına bağlı ölümlerden daha üzücü. Çünkü, ağır etkilerle seyrediyor. Amerika Birleşik Devletleri / Ulusal Kanser Enstitüsü ’nün son araştırmasına göre, ki konuyla ilgili çıktıları çantamda taşıyorum, tütün ve dumanında 4 binden fazla zehirli madde bulunuyor. İnsanlık, toplumlar, aileler sigara belasından kurtulmak zorunda.
…
Bu konuşmasıyla korkunç bir uyarı yapmış oldu profesör. Anlayana.
Sigara içmediğim halde, o gün başıma beton saksılar düştü.
Sokaklarımızdaki olumsuz örnekler birbirinden itici.
Nereye dönüp baksanız : Orada bulunan şeylerin ağladığına, döküldüğüne, çürüdüğüne tanık oluyorsunuz.
Bir eğitimci grubunun, görev yaptıkları okulun giriş kapısında, çekinmeksizin, fabrika bacası gibi, vapur bacası gibi sigara içmelerini doğru bulmuyorum. Öğrencilerimiz görüyor. Halkımız görüyor. Oluşturulan manzaranın, çirkin, sevimsiz olduğu kesin.
Yanlış bir şey. Sorumsuzluk örneği.
Allah Aşkına, eski yıllarda kolay mıydı çevreye yoz görüntüler, yoz mesajlar göndermek ? Hayır. Kolay değildi. Yadırganırdı. İyi karşılanmazdı. İzin verilmezdi. Uyarı gelirdi yöneticilerden. Çünkü, kurallar vardı, disiplin vardı, utanma duyguları vardı. O duygular henüz törpülenmemişti.
Arkadaşlar. Dostlar.
Nereden nereye gelindi ? Keşke gelinmeseydi. Gelindi bir kez. Getirdiler.
Eğitimci : Halkın arasında, her şeyi ile örnek gösterilen, baş tacı edilen, büyük saygı duyulan, sözü tutulan insandı. Öncü insandı. Düzgün giyinirdi, düzgün konuşurdu, düzgün mekanlarda otururdu. Düzgün işlerde imzası, ortaklığı, sınırsız maddi ve manevi desteği olurdu. Yürüdüğü yollarda bembeyaz ışığı olurdu. Işığı sönmezdi. Söndürülemezdi.
Yüce Atatürk ’ün tanımını yaptığı öğretmen de, o öğretmendi zaten. Toplumu en üst düzeydeki uygarlığa taşıyacak olan, azimli, kararlı, cesaretli insan. Yani gerçek öğretmenden söz ediyoruz.
Tümü birer kale (eski öğretmenler) : Yıpranmazlar, yıkılmazlar, satın alınamazlar. Cumhuriyetimizin taş direkleri.
…
Bugün, ekmeğe, simide reva görülen işkenceler, saygısızlıklar aralıksız devam ediyor. Azalmıyor.
Utanma, mahcubiyet, korku gibi insani duygulardan eser kalmamış olabilir mi ? Olabilir.
SONUÇ :
Ekmeğin sürpriz hamlesi, sert tepkisi, indirici yumruğu
( yani BEDDUASI ) yakın …
Topluca bir çöküş, bir yıkım yaşayabiliriz ( böyle gidersek ).
Bu kadar yoğun nankörlük denemeleri tehlikeli.
BEREKETSİZLİĞE, KITLIĞA kapı aralamış oluyoruz. Kapının hafif aralanması : O kapının sonuna kadar açılacağının habercisidir.
Yozlaşmaları seviyoruz ve hoşumuza gidiyorlar. Ortaçağ yaşantılarını seviyoruz ve hoşumuza gidiyorlar.
Fakat sevdiklerimizin, hoşlandıklarımızın otomatik tartaklamalarına dayanamayıp, hazır kazılmış kuyuya düşebiliriz. Kuyudan çıkamayabiliriz.
Kuyu, arazilerdeki, bildiğimiz kuyulara benzemiyor.
Kuyu, uzaydaki kara deliklere çok benziyor, aşırı benziyor.
KUYU : SONSUZ DOYUMSUZ / SONSUZ YUTUCU / SONSUZ İŞKENCECİ.
Saygılarımla..
27 Ocak 2021