Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Günün Kitabı | Korona Günlerinde Doğal ve Dijital Yaşam | Müslüm Kabadayı

02.02.2021
4.863
A+
A-
Günün Kitabı | Korona Günlerinde Doğal ve Dijital Yaşam | Müslüm Kabadayı

Yüreği Sağırlaşmayanlara
                                                                                         Sadık Güvenç

            “Her sabah kalktığımızda penceremizi açıp ‘Günaydın doğa ve merhaba insanlar!’ diyebilmek çok güzel… ne güzel kuş sesiyle, köpek havlamasıyla uyanmak… Dikmen Vadisi’ndeki yıkılan gecekonduların bahçelerinden yükselen kavaklara, iğdelere, iki yıldır oturduğumuz okulumuz  lojmanının bahçesindeki söğüt, akasya çınar ve erik dallarına bakarak uyanıyoruz. ”  

            Böyle başlamış salgın günlerinde tuttuğu günlüğüne Müslüm Kabadayı.  Yaşama sevinci, yaşama tutkusu, yaşama bağlılık daha nasıl anlatılır ki? Umutsuzluk ve karanlık günlerde direncin, dayanışmanın, sıkıca direnmenin önemini anımsatıyor. Edebiyatın değiştiren, dönüştüren gücüne inanarak bunu tüm eserlerinde temel izlek yapıyor zaten.   Kitapta öncelikle aile bireyleri arasındaki duyarlı yaklaşımlara, komşuluk, arkadaşlık, dostluk, öğretmen-öğrenci ilişkilerine, çevre ve toplumla ilgili sorumluluk bilincine dair bir yığın kıymetli davranış örnekleri de sergileniyor.

            Günlükler, sıcağı sıcağına yazıldığından içinde oldukça duygusal yük de taşır. Yazıldığı günün, dönemin siyasi ve sosyal yansımalarını da bulursunuz bu türün içinde. Günlük yazarının duygu dünyasını, öfkesini, sevincini bir arada bulursunuz. Yazarla birlikte siz de yaşarsınız olan biteni. Dikmen Vadisi’nin nasıl boşaltıldığı, gecekondu halkının nasıl direndiği belleklerden silinmemiştir.

            “Ankara’yı parsel parsel satanların” rant uğruna yurdundan yuvasından ettiği insanların, yuvasını arayan kuşlar gibi eski evlerinin yıkıntılarının yakınlarında dolanmasının da ustalıkla geri planlara gizlendiğini içiniz burkularak göreceksiniz. Gözünü para hırsı bürüyen müteahhitlerin, şehir estetiğinden bir kıdımcık anlamayan yöneticilerin dediği olur bu memlekette. Yağmuru, karı gözü görmez paranın. Hani “paranın rengi yok”muş ya! Yeter ki para olsun; yurdun, yuvanın, anıların kaçı kaç kuruş eder?

            “Bana bir manivela getirin, dünyayı yerinden oynatayım.” demiş ya Arşimet; güveneceğiniz, dayanacağınız birkaç yoldaşınız daha olsa sırtınız yere gelmez. Gelmez de, nerde o birkaç güvenilir yoldaş? Hele de COVID-19 nedeniyle kısıtlamalı bir yaşam başlamışken, hele de herkes bir can telaşına düşmüşken, yan yana gelecek insanı koyduysan bul! Yıkımdan kurtulamayan lojman sakinlerinden biri olan yazar, yıkım kararına karşı lojman sakinleriyle birlikte bir mücadele başlatıyor…

            1960 Hatay-Yayladağı’nın Kışlak köyünde doğan Müslüm Kabadayı, yazın dünyasına 1986’da “Yaşamın Tüm Birimlerinde Yoğunluk Sanat Kitabı”yla başladı. “Sınıflı toplumlarda dünyaya ve ülkene biraz da olsa duyarlıysan, azıcık vicdanın, merhametin varsa, eşitlikten yanaysan doğal seçimin sosyalizm olur.” diyor ya Haydar Ergülen bir yazısında, tam da uyuyor Müslüm Kabadayı bu tarife.   Gerek günlüklerinde gerek araştırma ve inceleme kitaplarında gerekse öykülerinde yazarın toplumsal kaygı taşıdığını, toplum için sanat kaygısıyla yazdığını görmek mümkündür. Klasik bir deyişle “halk için edebiyat” düşüncesiyle yazıyor. Bu yüzden de sanat yapmak için uğraşmıyor. Yakın çevresinden başlayarak insan ilişkilerini, gündelik yaşam kaygılarını, dilinin döndüğünce dile getiriyor. Kurgu onun için hep ikinci planda kalıyor.

            Müslüm Kabadayı’nın daha önce yayımlanmış “Suriye Günlüğü” ve “Hastane Penceresinden” adıyla yayımlanan  günlük türünde iki kitabından başka öykü kitapları, sözlük çalışmaları, bibliyografya çalışmaları, inceleme ve araştırma kitapları var. Yazar, doğduğu toprakları hiç unutmuyor ve oranın kültürünü araştırıp kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Bunu yalnız yazıyla yapmıyor; konferanslar, söyleşiler, seminerler düzenliyor. Davet edildiği illere, ülkelere üşenmeden gidiyor.

            “Korona Günlerinde Doğal ve Dijital Yaşam 1” adını verdiği bu kitabın  önsözünde kitabı yazış amacını şöyle açıklıyor: “Çünkü, salgınla ilgili yapılan modelleme çalışmaları göstermektedir ki korona aşısının bulunmasının bir yıldan önce gerçekleşmeyeceği gibi salgın, dalgalar halinde iki ila beş yıl, yani 2025’e kadar sürebilecektir. Dolayısıyla bütün ülkelerden deneyimler, gözlem ve araştırmalar yanında yaşantı örneklerinin de paylaşılması anlam kazanmaktadır.Türkiye’de korona vakasının görüldüğünün ilan edildiği 11 Mart’tan 23 Nisan’a kadar tuttuğum günlüklerin böyle bir işlev göreceğini düşünmekteyim. (…) Kitapta anlatılan gözlem, deneyim ve yaşantılar; doğadan tüketici ve yalnızlaştırıcı kopuşun yanlışları yanında, dijital teknolojinin nasıl kullanılması gerektiğine dair bilgiler-izlenim ve öneriler sunmaktadır.”

            “Yüreklerinin kulakları sağırlaşmamış, beyinlerinin gözleri alıklaşmamış, bilinçleri doğaya ve topluma kapanmamışlara merhaba.” diye başladığı bir açık mektupla sona eriyor birinci cilt.

            Kitabı okurken kendinizi sorgulayacaksınız. Sorgulamak, öz eleştiri yapmak iyidir, taze bir nefes gibidir. Taze bir nefes için açın pencerelerinizi, kulak verin Müslüm Kabadayı’ya.

Kitabın künyesi:

Korona Günlerinde Doğal ve Dijital Yaşam 1, Klaros Yayınları, Ankara 2021, 200 s. günlük.

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.