BİR YAZ GECESİ AKIL TUTULMASI | Öznur Eren Kanarya
“SEN SUÇLU OLDUĞUNA EMİN MİSİN OĞLUM?”
Evin bulunduğum köşesinden bana ulaşan tanıdık Türk filmi seslerinin karşı konulmaz çekiciliği yüzünden- o saatte hiç adetim olmamakla birlikte- televizyonun başına geçtim ve sonrasında da genel geçerli demokratik eğilimlere gayet uygun olarak, kanal değiştirilmesini ben onay verinceye dek yasakladım.
Sonuna doğru yetiştiğimi anladığım ve konusunun 1970’li yıllarda geçtiğini tahmin ettiğim filmin yapım tarihinin 1972 olduğunu sonradan internetten öğrendim. Adı da ekranın sağ üst köşesinde “Bir Garip Yolcu…” olarak yazmakla birlikte, filme adını veren şarkıyı izlediğim süre boyunca hiç dinlemedim.
Beni ekran başına çeken diyalogların olduğu sahnede; esas yapay sarışın kız (Hale Soygazi-ilk filmiymiş bu.) esas oğlanın (Engin Çağlar) kızın kendi sevgisinden vazgeçerek evlenmeyi umduğu fabrikatörden (Hep iyi adam rollerinde görmeye alışkın olduğumuz Ahmet Mekin. Nitekim, burada iyi yürekli bir kötü adam olmuş yine de) bahsederek: “O adam seni sevmiyor!!!” şeklindeki haykırışına, şımarık küçük bir kızın çemkirme modu ve:
“Bana ne bana ne işte. Gelmicem ben!!!” tarzındaki, “Hiç de değil!!! Seviyor, seviyor o beni!!!” cümlesiyle cevap vermekteydi.
Onlar, aynı cümleleri karşılıklı olarak “Sevmiyor-hayır seviyor” şeklinde tekrarlarlarken, benim aklıma Kadir İnanır’lı başka bir filmin ünlü replikleri düştü:
“Seviyor musun beni?” “Sevmiyorum!!! “Seviyor musun?!” “Haayıır!!!” “Seviyorsunn!!!” Israra dayanamayan kadının gözyaşları arasında,” Evet, seviyorum!!!” cümlesi üzerine de adamın bu kez de, “Yalan söylüyorsunnn!!! yalannn!!!” diyerek zavallı kadına korkunç bir tokat savurduğu, daha sonraki bir tarihte çekildiğini sandığım o filmde, bu filmdeki anlattığım sahneden esinlenilmiş olabilir. Belki de senarist aynı kişidir, o kadarını bilemeyeceğim.
Bu arada, esas kızın babasının (Tiyatro ve sinema dünyasının en usta aktörlerinden Yıldırım Önal) fabrikatörün fabrikasında ustabaşı olduğu, iş yerinde geçirdiği kaza sonucu patronunun onun evine geçmiş olsuna geldiği sırada esas kızı görerek beğendiğini öğreniyorum internette okuduğum film özetinden. Fabrikatörlerin işçilerinin sağlığından endişelenmeleri, hatta evlerine kadar giderek geçmiş olsun ziyareti yapmaları da geleneklerimiz arasında ve gayet doğal olduğu için bunu da yadırgamıyorum.
Esas kızdan aldığı cevapla yıkılan esas oğlanı gittiği pavyondaki abla dediği, feleğin sillesini yediği çok belli ve ayrı kaldığı ailesini gizliden gizliye hala izlediğini sezdiğimiz güngörmüş yapay sarışın kadın (Bir dönemin ünlü ses sanatçısı Sevim Çağlayan bu rolde) teselli ederken, “Demek sana seni sevmediğini söyledi. Sevmiyorum demek, aslında seviyorum demektir” cümleleriyle sevda üzerine bir açılım gerçekleştirse de bizim esas oğlanın öfkesini dindiremez. Bu sahnede de aklıma, bir zamanlar Cici Kızlar topluluğunun söylediği “Hayır dersem belki demek, belki dersem evet anla. Çok şey söyler kadınlar, evet demezler asla…” nakaratlı şarkı takılıyor. Tam bir ikilem…Çıkamadım ne o sahnenin, ne de şarkının içinden…
Öfkesi dinmeyen esas oğlan, fabrikatörün iş yerine giderek onu, “Eğer sevdiğim kızı gerçekten sevmiyorsan, seni öldürürüm” diyerek tehdit ettikten hemen sonra, esas kız fabrikatörün evine konuk olur. Ancak aslında iyi yürekli olan kötü adam kıza, “ben kötü biriyim ama seni tanıyınca iyi olmayı çok istedim. Git ve benden uzaklaş” derken bir tabanca sesi duyulur ve fabrikatör ölür.
Esas kızın karakolda ifadesini alan komiser de, başka bir ters rol kişisi Feridun Çölgeçen’dir. O da yıllarca hep kötü, düzenbaz ve fırsatçı insanlara hayat vermiştir. Belki de ilk ve son kez babacan adamı oynamıştır kısacık bir an için de olsa…
Filmdeki ters köşe bir başka rol de esas oğlanın annesi. Bu rolü de, hiç iyi bir insanı canlandırdığını hatırlamadığım Aliye Rona oynuyor ve bu kez çilekeş, iyi yürekli bir Anadolulu anneyi canlandırıyor. Bizim oğlan, tahta bavulunu doldururken, annesi ne olduğunu anlamaya çalışır. Filmin adı da bu sahneden ötürü “Bir Garip Yolcu”dur büyük ihtimalle. Bir de bu sahnede o güzel şarkıyı dinleseydim, ne iyi olurdu.
Esas oğlan, fabrikatör cinayetinin baş şüphelisi olarak tutuklanır ve mahkemeye çıkarılır. Mahkemede önce susar, sonra cinayeti üstlenmesi üzerine hakim (Bu kez bizi şaşırtmayan doğru oyuncu. Hulusi Kentmen’le birlikte, babacan insan rollerinin hakkını veren Nubar Terziyan) sorar: “Sen suçlu olduğuna emin misin oğlum?”
Bütün tanıkların, melek yüreğine kefil oldukları esas oğlanın, “Evet hakim bey. Onu ben öldürdüm. Suçluyum “şeklindeki beyanı hakimin içine sinmemiş olmalı ki, duruşmayı tanıkların iyice dinlenmesi için erteler.
Sonra, esas oğlanın can dostu pavyondaki güngörmüş yapay sarışın abla, suçlu sanılan esas oğlanın suçsuzluğunu anlatmak için karakola giderken geçirdiği kaza sonucu felç olarak konuşma ve yürüme yetisini yitirir. Bu arada, esas kızın da gerçek annesi olduğu ortaya çıkar. Aslında ikisinin de yapay da olsa sarışın olmalarından tahmin etmeliydim bu bağı ama hiç aklıma gelmedi. Ne oldu? Bu son cümlemi anlamsız mı buldunuz? Eğer öyleyse, o cümleye dek anlattıklarımı normal kabul etmenize şaşırdım şimdi ben de.
İkinci duruşmada tanık olarak dinlenen esas kıza hakim sorar: “Kızım, sen hangisini sevmiştin?” Esas kız, esas oğlana bakarak cevap verir: “Ben hayatım boyunca sadece onu sevdim. Benim durumum bütün genç kızlara ibret olsun hakim bey…”
Bu sahneyi izleyince, “Nerede o eski, ruh halleri ve de sevda durumları merak edilen tanıklara imrendiğimiz filmler?” dedim kendi kendime derinden iç geçirerek …
Neyse, konuya döneyim: Meğer, fabrikatörü abla esas kızı korumak için vurmuş. Nereden mi anlaşıldı? Esas oğlanın suçu üstlenmesine dayanamayarak mahkeme salonunda birden felci yenerek yürümeye ve konuşmaya başlayıp cinayeti işleyenin kendisi itiraf etti de oradan ortaya çıktı.
Benden bu kadar…Filmin sonunu da siz tahmin ediverin bir zahmet. Benim zavallı aklım iyice karıştı: “Aksini kendisi ispatlayana dek herkes suçlu değil miydi?” yoksa tersi miydi doğru cümle?” Bilemedim ve kısacık aklım iyice kısaldı.
Hakimin, cinayeti işlediğini itiraf etmesine karşın esas oğlana ısrarla, “Suçlu olduğuna emin misin?” demesi, beni benden aldı götürdü, aklımı da erişemeyeceğim kadar uzaklarda bir yerlere bıraktı.
O zamanlar, bugünlere göre gerçekten de çok mu temizdi pek çok şey? Yoksa biz, tıpkı Peter Pan’ın varolmayan ülkesi gibi aslında hiç olmayan bir başka dünyayı mı özlüyoruz? Cevabını bilmiyorum. Bilseydim de bunu şimdi burada söylemezdim. Yazı daha da uzardı ve ben sabrınızı biraz daha sınamış olurdum. Benden bekleyebileceğiniz bir şey lafı uzatmak ama bu kez yanıldınız işte.
SON
Öznur Eren Kanarya