“Düşler Öyküler” Dergisi | Özcan Karabulut
Özcan Karabulut’un 1996 yılında çıkardığı Düşler Öyküler dergisi, 1997 yılında Ankara Öykü Günleri’ni başlatmış; bu girişim de, Kasım 2003’te 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’ne sunulan önerinin kabul görmesiyle, Dünya Öykü Günü’nü doğurmuştu.
O günden bu yana 14 Şubat, Dünya Öykü Günü olarak kutlanıyor ve her yıl öykü bildirisini bir yazar kaleme alıyor. Bu yılın bildirisini Özcan Karabulut yazdı. “Artık İyi Olmaz İstiyoruz” başlıklı bildiri şöyle:
“Varım, ben de varım, bir de bu var. Ölümlüyüm; anlatarak kayda geçirmek ve küçük de olsa bir iz bırakmak istiyorum. Anımsıyorum, anımsatmak istiyorum. Yalnızlık, cinsellik ve karamsarlık dahil, insanı insan yapan hiçbir insani yanımı göz ardı etmiyorum.
Mekânların, yüzlerin, kelimelerin çekim alanından kurtulamadığım için yazıyorum. Mekânlar, yüzler ve kelimeler bende anlatma isteği uyandırıyor. Anlattıklarım; beni biçimlendiriyor, bakış açımı farklılaştırıyor, bana farklı bir kimlik kazandırıyor.
Arıyorum; başkalarını tanıdığım, başka dünyaların içinde yol alabildiğim, seslerin içinde kendi sesimi bulabildiğim, binlerce kelimenin içinde kendi kelimelerimi seçebildiğim ölçüde “benim yazdıklarım da var” diyebiliyorum.
Yorumluyorum; kendimi, insanı ve dünyayı anlamaya çalışıyorum, sorularıma farklı cevaplar vermeye başlıyorum. Hayatın trajik akışına karşın imkânsızı istiyorum, suları tersine akıtmak istiyorum.
Her defasında yeniden öğreniyorum. Aşk yeni bir şey değil, hüzün, mücadele ve ölüm yeni şeyler değil. İnsan da yeni değil, temalar da. Farklı öykülerin izini sürüyorum, baştan sona, sondan başa doğru, en iyi düzen içinde en iyi kelimelerle, uzun bir cümle kuruyorum. İşte o an, her şey yepyeni olup çıkıyor.
Bazen bir daha yazamayacağım duygusuna kapılıyorum. Bu duyguyu her defasında yenmek için yazıyorum. İnsanlar ve yazınsal türler arasında dolaşıyorum, “melez” bir türün içinde yol alıyorum. Melezliğin tadını çıkarmak, öyküyü elime avucuma sığdırmak için yazıyorum.
Kadınları ete kemiğe büründürmek, aşk ve bedeni birbiri içinde ve aynı cümlelerde buluşturmak için yazıyorum. Bana tersini söyleme zevkini verdiği için öykü yazıyorum. Başkalarının yazamayacaklarını yazmak için yazıyorum. Kıskandığım öykülerden daha iyilerini yazmak için yazıyorum. Dünyayı kendi arzularıma, kendi ağrılarıma göre değiştirip düzeltmek için yazıyorum. Niçin yazdığını bilmediğini söyleyenlerin tersine, niçin yazdığımı bildiğim için yazıyorum. Mümkünse, usta öykücülerin ölümünü hazırlamak için, ölümlü olduğumu bildiğim için öykü yazıyorum.
***
Yazdığımız öykülerle Gogol’un paltosundan çıkmış olabileceğimiz gibi, Sait Faik’in Haritada Bir Nokta’sından, veya Sabahattin Ali’nin Sırça Köşk’ünden, ya da Füruzan’ın Parasız Yatılısı’ndan da çıkmış olabiliriz. Paltolara Cortazar gibi yazarlarınkini eklemek mümkün, dahası gerekir: Sizin anlatacaklarınız, sizin yazdıklarınız yok iken, kimlerin anlattıkları, kimlerin yazdıkları vardı? Mağaraya ilk resmi çizenler, eskiler, çok eskiler beni bağışlasın; Calvino, Kundera, McEwan, Margosyan bana ulaştığına göre, bu yazarların öyküleri artık bana yabancı değildir. Demem o ki, öykümüzün serüvenini öykünün büyük serüveninden, insanın yalnızlığından, trajedisinden, dahası arayışlarından ve yaratma çabalarından soyutlayamayız.
***
Bir öykücü olarak diyebilirim ki, görünen görünmeyen, yazılan yazılamayan, biriken öyküler beni şaşırtıyor. Biçimler, farklı biçimler, en iyi düzen içinde en iyi kelimeler, tersini söyleme zevkleri, suları tersine akıtma çabaları, kısıtları kaldırmalar, yeni kısıtlar bulmalar, beni şaşırttığı kadar büyülüyor da. Öykü, yaratıcılığın sınırlarını zorluyor, başka hiçbir şeyin söyleyemeyeceğini söylüyor: Bir cümlenin kuruluşuna olduğu kadar insanın bin bir haline de kafa yoruyor. Bana öyle geliyor ki, öykü bize hayattan çok daha fazla sürpriz hazırlıyor. Bütün bu yanlarıyla, Poe’nun dediği gibi, muhtemelen kusursuz bir tür karşısındayız. İşte bu kusursuz yazma, bu kusursuza yakın anlatma arzusu, dahası gerekliliği, salt bu yanı olsun, öyküyü yazınsal türler içinde biricik yapıyor, bence.
***
Bugün 14 Şubat 2019; fikir babalığını yaptığım Dünya Öykü Günü’nün ilk kutlamasından bugüne 16 yıl geçmiş. Bir vefa, bir değerbilirlik örneği gösteren yazar arkadaşlarımın önerisiyle bu yıl söz söyleme sırası bana düşüyor.2003 yılında arkadaşlarımızla yazdığımız ilk Dünya Öykü Günü Bildirisi’nde, “İnsan öyküsüyle var… İnsan, öyküleriyle uzanıyor geleceğe. Tıpkı geçmişi öyküleriyle saklayabildiği gibi. Dünyanın dört bir tarafındaki insanları birbirine-sınırlara ve ulusal kimliklere aldırmaksızın- yaşanan öykülerin benzemezliği kadar benzerliği de bağlıyor…” diye dile getirmiştik.
Öyküye tutkuyla bağlı olanlar, edebiyatın ele avuca sığmaz, en atak türünün, yani şu ‘bizim öykü’nün elinden tuttu, onu alanlara çıkardı, öykücüyü hiçbir zaman olmadığı kadar eylemli kıldı, eline 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü, kentleri dolaşan Öykü Günleri’ni, Öykü Dergileri’ni verdi, bir yazınsal tür olarak öyküyü yükseklere çıkardı ve bugüne getirdi. 14 Şubat’lar öykünün en büyük buluşmalarına sahne oldu. Dünya Öykü Günü, öyküye çok yakıştı.
Şimdi, şu anda size söyleyebileceğim tek şey, bugün burada, bu salonda, bu akşam, elbette yarın da, hatta öbür gün, daha sonraki günler, bir öğleden sonra, sabah da olabilir, evde, odanızda, yazı masanızda, bir uçak yolculuğunda, bir futbol maçının hemen öncesinde ya da devre arasında, dünyanın dört bir tarafında, çayınızı veya kahvenizi yudumlarken, artık her nerede kiminleyseniz ve ne yapıyorsanız, sizleri dünyanın bütün dillerinde kısa bir öykü okumaya davet ediyorum. Arkadaşınıza bir öykü okuyabilirsiniz. Dostunuzun veya sevgilinizin size okuduğu bir öyküyü dinleyebilirsiniz. Bu mümkün. Öykü’yle on dakika, mümkün.
İyi değilim, iyi değiliz. Kuşlar, çocuklar, kadınlar iyi değiller. Kötülük, barbarlık bilinmedik şeyler değil. Canımızın yanması yeni bir şey değil, kuşkusuz. Şimdi, şu anda okuduğunuz kısa bir öykü, protesto eyleminin ta kendisi olabilir. Zihninizde belirecek bir imge, hayallerinize kucak açabilir. Evet, bir öykü; aşka ve başka şeylere cesaret verebilir. Bir öykü; yapabileceğiniz başka şeylerin de olabileceğini anımsatabilir. Bir öyküyle hem kendiniz hem de başka biri, tamamen başka biri olabilirsiniz: Bir çocuk işçi, her gün ölmekte olan bir inşaat işçisi, cinayete kurban giden bir kadın, örneğin. Sınırlarınızı zorlayabilir bir öykü, taşları yerinden oynatabilir.
Bir öykü, niçin bir uyarı, kanınızı donduran şeylere ve ölümlere karşı bir çığlık olmasın, tepeden tırnağa bir dalgalanma yaratmasın? Durmadan bir şeyleri bekleyen bir hareketsizlik halindeyken; bir öykü, bir hayat belirtisi, hatta niçin bir mucize olmasın? Kötülüklere ve çirkinliklere karşı iyi gelebilir, bir öykü. Bir öyküyle, suya sabuna dokunabilirsiniz. Eğer yanınızdakinin, karşınızdakinin veya hiç tanımadığınız birinin hüznüne, acısına dokunmak için kendinizi hazır hissediyorsanız, bir öykü okumanız yeter. İstemezseniz, koca bir dünya bile yetmeyebilir.
Umudun düşmanlarına inat, “bir insanı sevmek”le, bir öykü okumakla başlayacak “her şey”. Evet, her şey ama her şey, bir öykü okumakla başlayacak, sonrası gelecek mutlaka. Kayıtsızlığımızdan, depresyonumuzdan ya da yorgunluğumuzdan kurtulacağız, çevremizde olup bitenlere ilgi duymaya başlayacağız, her ne yapacaksak onu yapacağız. Bir öykü; dudaktan dudağa, kulaktan kulağa mırıldanarak, insana, daha çok insana fısıldanarak, bize insan olduğumuzu anımsatacak, dostlukları çoğaltacak, paylaştıkça anlam kazanacak ve güzel günlerin mümkün olduğunu gösterecek, umudumuzu hep diri tutacak. Her şey sevgiyle ve bir öyküyle başlayacak…
Bu 14 Şubat’ta; kuşlar, kadınlar, çocuklar ve tüm insanlık olarak artık iyi olmak istiyoruz. Çünkü insan öyküsüyle ve haklarıyla var.”