Haftanın Kitabı – Aydan Yalçın’ın “Gül Makası” / Adil Okay
“(…) her çiçeğin kendisine açtığıdır bu / çürük mevsim sarkığı / naylon çiçek kokulu / sancılanmış zamandır regl olmaya hazır / sesim yorgun, sesim aç / ölü kentler yolcusu / (…)” Aydan Yalçın
Kapitalizmin kanattığı dünyamızda kimi zaman dingin ve berrak, kimi zaman da hırçın ve kan renginde akan bir nehirse hayat, şiir de o akışın betimlenmesidir. Her şair kendi gördüğünü – gözlemlediğini harmanlayıp “biçimlendirerek” ak kâğıda nakşeder. Velhasıl şiir, hayatın parçasıdır. Şiirsiz hayatlar da var elbet. Ancak onların sayısı tahmin edilenden azdır. Zira çoğunluk farkında olmadan şiir dinler, okur, hisseder. Nasıl mı? Günümüzde bütün sanat disiplinleri iç içe girmiştir de ondan. Müzik, sinema şiirsiz yapılmıyor artık. Şiir romanlara, öykülere, yeni bestelenen türkülere, şarkılara da sızıyor. Eline bir şiir kitabı alıp okumayanlar bile müzik dinlerken ezgiler arasına sızan mısralarla beslenebiliyor. Tabi tersi de olabiliyor. Mesela benim “Şair Kapıları” adlı kitabımda iki sanat disiplini, şiir ve fotoğraf bir araya geldi. Şiir fotoğrafı, fotoğraf şiiri destekledi. Son romanım Arkası Yarın’da da kahramanlar mektuplarına şiirler serpiştiriyordu.
İşte yukarıda mısralarını paylaştığım Şair Aydan Yalçın da şiirsiz yaşayamayanlardan. Öyle geçici bir heves değil onun ki. Hayatının ayrılmaz bir parçası. Şiir onu kovalıyor, o şiiri. Tema sıkıntısı yok. Heybesi dolu. Hem yaşamış, hem gözlemlemiş. Kimi zaman heybesindeki acı anıları azaltmak için onları şiirle dışa vuruyor, kimi zaman da başkalarının acılarını betimliyor. Hep acı – hüzün değil elbette şiirlerinden bize geçen. Umut da var, özlem de, aşk da. “Lirik ben” de var, “lirik biz” de. Birey de var ama bireyin etkilendiği – etkilediği toplum da. Yani birey – toplum eytişimsel birliğini iyi kuruyor şairimiz. Biçim – Tema dengesini iyi kurduğu gibi.
“bu dağı ben diktim / sonra tutup sakladım ellerimi / sular büyütsün / saçları bir tutam kar olsundu / bütün çabam / harfler diktim / aydınlık bir masaya döküldüm sonra / esrik bir cümle oldum / okudum kendimi baştan sona.”
Aydan Yalçın sık sık zamanla hesaplaşıyor. “Zaman, saat, mevsim” sözcükleri şiirlerinde çok kullanılıyor. Leitmotov – nakarat gibi değil. Sözcük – imge sıkıntısından da değil. Onda “zaman” kavramı yenilenerek yinelenen imgelere dönüşüyor. Mısraları geçmişle gelecek arasında dolanırken, bizim de başımız dönüyor. “Mevsim, saat, akrep…” asıl anlamından çıkıp, yan anlamlar üretiyor.
Onun “Gül Makası” adlı, Yazılı Kâğıt Yayınları’ndan çıkan şiir kitabından “zaman”la cebelleşmesine, “zaman”ı geri ve/veya ileri sarmasına birkaç örnek vereyim:
“…deliniyor kum saati/ içime doluyor çöl / bu oyundan çıkmalıyım diyorum…”(s.8)
“…biriktikçe saat ağırlığı avuçlarımda / uç veriyor bir kadında kayıp nefes…” (s.10)
“…sefil denizleri serip zamana / yepyeni bir pil takıyorum saate…”
“…yaprağını hızla çevirdi mevsim / yaz bitti/ suratı ekşidi denizin…” (s.28)
“…zaman eprimiş perdemde bir yüz açımı…”(s.33)
“…uyanma mevsimindeyim / yağmur bekliyorum / çiçek açmaz kaldırım taşlarında…” (s.34)
“…desenli mevsim kızıydım / ayrımına vardığımda denizin…” (s.36)
“…her çiçeğin kendine açtığıdır bu / çürük mevsim sarkığı…” (s.37)
“… akrebin on iki boğumundan / sızmış alaycı zehir…” (s.38)
“…zaman aynası kıpırdandı cebimde / dönüp sızılı bir dille sordum kendime…”(s.47)
“…bir saatin tiktakları arasına sıkışmış / çığlık çığlığa susuyorum…” (s.49)
“…saatler yavaşladı / resim daha tozlu görünüyor şimdi…” (s.53)
“…süründükçe peşinden/ göz dönmüş mevsimin/ büyüyor bir gecede / bir çocuk gelin..”(s.59)
“…metal zamanlarda şimdi hayalet ölülerle / öpsün yalnızlığımı o sefil gölge…” (s.65)
Aydan Yalçın zamanda yolculuk yaparken, sık sık çocukluğuna, ilk gençlik yıllarına dönüyor ama yaşanılanları temize çekmiyor. Cesurca sorgulamalar yapıyor. Yüzleşiyor. Bizi de yüzleştiriyor. Yerli yerinde kullandığı özgün imgelerle betimlediği hayatların sanal değil sahi olduğu duygusu okuyucuya geçiyor. Örneğin “Aile, Ev, Anne, Baba, Sevgili ve Tanrı” sözcükleriyle yarattığı imgeleri bizi de gömdüğümüz anılara doğru yolculuğa çıkarıyor.
“aynada biriktiğim / kaçıncı halimdir annem…” (s.12)
“gaz lambasının aynasında / bir aile / üç çiçekli cam bahçe…” (s.13)
“baba dünya atlası içinde yitmiş / oğlan cebinde sakladığı tosbağayı / seviyor çaktırmadan / imge koparıyor aykız şiirin ekmeğinden…” (s.14)
“ıslak bir kedi yavrusunu suratıma / fırlatıveriyor birden babam / (…) / kırmızı bir bisikletti çocukluğum / bir baltayla parçalanan…” ( s. 19)
“annem kadife gülüşlü bir ev / babam hep kendine çıkan sokak…” (s.32)
“…hangi Tanrı’nın el artığıyım ben / hangi Tanrı üfledi gözbağıma acıyı / incelsin artık açsın bağrını toprak / bir saçımlık tohum kaldı…”…” (s.50)
“…nice Tanrı’yı geçtim / akmak için gecenin ırmağından / önce gözlerinden başladım sevmeye / öter belki diye kuş kirazı haziran…” (s.70)
Sınırları da aşıyor yalçın. Erk-ek’lerin çizdiği dünya haritasını da, insanlara dayatılan kimlikleri de sorguluyor. Aşk ülkesini arıyor, düş ülkesini. Bu nedenle heybesinde mısralarla hep yollarda.
“…er yazması eril yasa/ estikçe insafsızca evde sokakta/ dökülüyor bir bir gülleri fistanların…”(s.59)
“…gittikçe köpürüyor yol / kimim ben / bu yolculuk nereye / bu kentin kibirli yalnızlığına akan / bu kadın kim / kim bu eşelenmiş yarım yüz / bu kırılgan savruk ömür / incelen düşler çarşısı…” (s.8)
“…ama bir sabah / on ikiden vuruldu Eylül / tam parmak kaldıracakken kesildi elim / ağrıdı tarih / inledi gençlik / aksadı devrim…” (s.22)
“…ki o zamanlar / bölünmemişti haritalarda / sevgi dokuyan insan gözleri…” (s.43)
“pasaportsuz bir çocuk geçerken bu şiiri/ hayır/ hayır!/ çocuk ölmedi / bir yeşil uykuya gitti…”(s.57)
Bu kadar örnek yeter sanırım onun “zamanla, erk’le, Tanrı’yla, sınırlarla, sınıflarla” sorunu olduğunu anlamamıza. Şiirlerinin bütününü okuduğunuzda daha fazla keyif alacağınızı, dimağınızda şiir tadı kalacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Tabi bu arada -bana göre- bazı şiirlerinde sözcüklerin etkisini arttırmak için harfleri yinelemesine gerek yoktu şairimizin. “Susss… upuzuuun, çooook, ellerimmmm” gibi. Okuyucu zaten şiire kaptırırsa kendini vurguyu hisseder. Veya kendi vurgusunu dilediği yerde yapar diye düşünüyorum.
Kitapta sona yaklaşırken gerilim artıyor. Mısralar raks etmeye devam ediyor. Arka arkaya yeni yeni imgelerin yarattığı şoklar devam ediyor. “O kadın, Bu kadın, Şu kadın, Yorgun menekşe, Eski fotoğraf ve Düş hırsızı” adlı şiirleriyle bizi doruklara çıkarıyor Aydan Yalçın. Ve sevgiliye yazılmış mektuplarla muhteşem bir final yapıyor. Ben de son bölümden birkaç mısraıyla bitiriyorum diyeceklerimi. Eline ve tinine sağlık Aydan Yalçın diyerek.
“sevgilim! / sevişmek seninle / kızgın bir harman yeri / bir sarı sıcak / ağlar dibinden yükselen / kekeme balık sesi / haydi soyun derini / yağmur duasına çıksın gök / dursun gelgite dalgalar / uyusun çimenlerimde deniz / sevgilim! / korkumu öp / derinlerinde uyut beni / yaralarımı uzun bir nehirle sar…” (s.73)
*Lacivert Sanat Edebiyat Dergisi. s. 85. Ocak, Şubat 2019.
Künye: Aydan Yalçın, Gül Makası, Şiir, Yazılı Kâğıt yayınları, Ankara, 2017.