Ulus Baker Kimdir?
Bir hikâyenin en can alıcı noktası neresidir? Başlangıcı mı, olayların düğümlenip başrolün geliştiği mi yoksa koskoca bir macerayı beraber paylaştığımız o başrolün ölmesi mi? Olayı biraz bütün tutuyorum ben bu tür durumlarda. Nedensellikle ilgili bir şeydir bu. Karakterin doğduğu yer, doğduğu yerden kaynaklı aldığı edindiği birikim, gelecek yaşamını şekillendirecek bir ailevi miras, seçimler… Hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Benim için biraz duygusal bir yazı olacak çünkü hiç tanışamadığım; ama kendime müthiş yakın hissettiğim bir insan hakkında yazıyorum: Ulus Baker!
1960 yılında Leningrad’da (şimdiki St. Petersburg’ta) doğar Ulus Hoca. Babası Sedat Baker bir psikyatr, annesi Pembe Marmara ise bir şairdir. Çok araştırdım Nilgün Marmara ile bir akrabalıklarını bulamadım. Aslen Kıbrıslı olan Ulus Hoca, 1974’te “Barış” Harekâtı’nın canlı tanıklarından birisidir. Kendi deyimiyle şöyle söyler: “Kim demiş on üç on dört yaşların savaş kaldıramayacağını günümüz dünyasında? Ben de savaş yaralarımı bu öyküye ertelemişim… Ve o yaralar bende kalacak, öfkeyle parlatacağım onları her şeyin yüzeyinde, yapışkan bir toz tabakası gibi…” Hayatı boyunca taşıyacaktır yarasını çünkü: “Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum…” Kıbrıs önemlidir, ancak tanıyanlar Ulus Hoca’nın gizlediğini söyler Kıbrıslılığını. “Ama ben, bir Temmuz günü, ondört yaşındayken, daha kesin olarak söyleyeyim, 26 Temmuz 1974’ün ateşkes kurşunlarının vızıldamasını durduramayan yoğun, katı, renksiz, ceset kokulu bir akşamında (yağmur yağıyor muydu hâlâ?) bu öyküyü kendi kulaklarımla işittim…” Belki de bundandır sosyoloji okur ve belki de hepimizin hayalindeki hoca figürüne dönüşür. Biraz mola verdim, canım acıdı. Kıbrıs bana çok yakın, Ulus Hoca’yı tip olarak benzetilmezden önce bilmiştim Körotonomedya yazılarıyla. 2008 senesiydi sanırım, ilk yazısını okuduğumda. Okuduktan sonra “Ankara’da sosyoloji okuyacağım, Ulus Hoca’nın öğrencisi olacağım!” diye geziyordum ortalıkta. Sonra öğrendim ki ölmüş. Zaten ben de bosyolojiden alakasız bir bölüme yerleştim. Ama sevgim ve savunum bitmedi. Saçlarımı uzattım, uzatınca daha bir benzedim. Üniversitede okudum ilk kitabını: “Aşındırma Denemeleri.”
Hoca ODTÜ GİSAM’da(Görsel İşitsel Sistemler Araştırma ve Uygulama Merkezi) Modern Visual Arts ve Visual Thinking diye iki ders verir. Sinemaya olan yatkınlığı, Dziga Vertov ve Tarkovsky hayranlığı ve özellikle Körotonomedya’da yayınlanan “İnternette sanat mümkün mü?” başlıklı yazısı Hoca’nın bilgi birikiminin bir parçası sadece. Spinoza hayranlığıyla bilinir ayrıca. Derler ki Ulus Baker için “Spinoza’dan gerisi önemli değildir.” Bu yüzdendir ikiz siyam kedilerine Psinoza adını vermiştir. İkisine de aynı ismi vermesinin sebebini ise “Hangisi hangisi bilmiyorum ki, ikisine de aynı adı verdim bu yüzden.” şeklinde anlatmıştır Hoca. Deleuze’ün Kant Üzerine Dört Ders ve Spinoza Üzerine On Bir Ders kitaplarını Türkçe’ye kazandırmıştır ayrıca.
Bir yazısında Hoca, Nazi Sinema Endüstrisi’nin önemli isimlerinden Leni Riefenstahl ile Sovyet Propaganda Filmlerinin önemli isimlerinden Dziga Vertov’u mükemmel bir şekilde karşılaştırır. Öyle ki, Riefenstahl ile Vertov arasındaki ideolojik farklılıkların filmlerine yansımasını Bilal’e anlatır gibi anlatmıştır Hoca. Riefenstahl’ın filmlerinde zoraki gülümseyen, mükemmel vücutlu, Hitler’e hayran Alman kadınları ile Vertov filmlerindeki içten gülümseyen, işçi kadınlarını sinema düzeyinde tartıştırıyor. Bu tabii ki en basit anlamda benim düşündüğüm, yakıştırdığım bir tartışma. Hoca’nın tartıştırması çok daha uzundur. Nietzsche’den, Godard’a kadar uzanan müthiş geniş bir spektrumda seyreder bu tartışma ki çoğu zaman kafa karıştırıcı bile olabilir. Belki de Hoca’ya olan sevgimdendir, her daim Vertov’u Tarkovsky’den üstün tuttum. Merak edenler için gene adres körotonomedya.
Hoca, belirli bir kişiye âşık mıdır bilemiyorum. Tanıyanlar belki bilirler, ben tanıyanlarla tanışamadım. Tanışıp onlardan Ulus Hoca’yı dinlemek isterim; ama Ulus Hoca aşk hakkında Kumgüzeli’ni yazmıştır. Yazıda geçen “güzelsin” kelimeleri alelade söylenmiş, yazılmış kelimeler değildir. Hissettirir, acıtır, gülümsetir. Hoca hiç âşık olmuş mudur bilemiyorum; ama aşkı anlatabilmiştir kendince. Ki zaten aşk, kişiye has olmalıdır. Kişisel olan politiktir. Yazının başında hikâyenin can alıcı noktasına değinmiştim. Kendimce bir çıkarımda bulundum. Tamamıdır deyip kaçtım, ama bu kaçamak cevabımdan sıyrılmak istiyorum. Bu anlatılan kimin hikâyesi? Benim mi, Ulus Baker’in mi, Ulus Baker’e olan bilmeden görmeden hayranlığım mı? De te fabula narratur. Hoca bir yazısında “Hüzün geriye kalandır, biraz blues dinleyin benim için.” demişti. Bugün 12 Temmuz, Hoca’nın biz fanileri terk ettiği gün. Biz fanilere bıraktığı Aşındırma Denemeleri var, yazıları var, fikri var ve blues’u var. Biraz Ulus Baker blues’u dinleyin bugün benim için.
Kaynak: korotonomedya.net