Ekmek Kokulu Kadın / Ayşe Kaygusuz Şimşek
Yağmur, oturduğu gecekondunun tavanından başına düşüyordu şıpır şıpır. Karanlıktan kokmuyordu yağmurdan korktuğu kadar. Eski çatının kırık kiremitleri arasından sızan su, hamur bezinin altına dolacak diye daha hızlı çalışırken, işine verdiği özeni bırakmıyordu elinden…
“Beni ayakta tutan işim”, diyordu. Çalışırken azalıyordu acıları!..
Ocağın dumanı yükselirken tavan altına, ekmek kokusu sarıyordu dört bir yanı. Düşleri geçmişle gelecek arasında köprü gibiydi, gidip geliyordu üzerinde…
Bazen de müşterilerine takılıyordu kafası. Elini hamura sokamayan, evini süpüremeyen kibirli kadınlar, birini alıp birini bırakıyor ekmek seçiyordu. Yüz kuruş için pazarlık yapan müdürler bile vardı. Ya parasını, “yarın veriyim” deyip de, getirmeyenlere ne demeliydi. Kimileriyse, “Senin bazlamaların farklı, içine ne katıyorsun?” diyorlardı. “Hiç”, deyip gülümsüyordu. Bu insanlar genelde emeğe saygı duyanlardı. Her yerde övgüyle anlatıyorlardı onu…
Bazlamaları pişirip, beş dakika dinlenmeye bırakınca, uykuya direnen göz kapakları gözlerini örtüyor, başı ekmek tahtasına düşüyordu. Diken üstündeydi yüreği; uyuyup kalmaktan korktuğu için bırakmıyordu kendini. Bazen de bir bardak demli çayla dağıtmaya çalışıyordu, gecenin en değerli armağanı, uykusunu!
Sessizliği ise küçük bir karıncayla paylaşıyor, “Hoş geldin sen, bolluk bereket getirdin bana; ama elimin, ayağımın altına gelme, seni incitmek istemiyorum”, diyordu.
Sevmediği bir şey vardı. Işıklar kesildiğinde mum ışığında çalışmak. Oysa mumu da, mum kokusunu da seviyordu. Özellikle rüzgârlı havalarda kesilirdi ışıklar. Rüzgârın uğultusuyla tellerin çıkardığı ıslık sesi, ayrı bir korku salardı içine. En çokta böyle gecelerde, babasıyla kocasının melek olup, yanında olduğuna inanırdı. Onlara olan özlemi büyürdü içinde. Gözyaşlarıyla paylaşırdı o an’ı. Hiç bahsetmemişti çocuklarına korkularından; göstermemişti gözyaşlarını ne onlara, ne de bir başkasına. Güçsüz bir annelerinin olduğunu düşünmesinler. Pırıl pırıl yüreklerine korku değil, umut dolsun istiyordu.
Bazlamaları paketleyip yerleştirince koliye, oklavayı alıyordu eline; sıcak gözlemeler yetiştirecekti sabaha. Önceden yoğurduğu hamuru açıyor, yağlıyor, tekrar açıyor, pişiriyordu hiç erinip üşünmeden. Bir de türkü dolanırsa diline, “Kadir Mevlam senden bir dileğim var…”, söylerken yorgunluğunu unutuyordu. Elindeki fırça ayrı bir keyifle gidip geliyordu, gözlemelerin üzerinde; yarına giden yolu süpürür gibi. Suskunluğunda ise mısralar diziliyordu kafasının içinde. Sevgiye, özleme ve acılara dair…
“Acıyla yaşamayı bilmek gerekiyor! Giden gidiyor, kalanların yaşamı devam ediyor!” diyordu.
Gözlemeleri paketlerken çocuklarının, “Anne bize bırakacağın gözlemeleri sat…” demelerine karşın, yine de bir tane bırakıyordu bölüşmeleri için. Sonra çalıştığı yeri derleyip topluyor, çantasını hazırlarken dolmuşta okuyacağı kitabını unutmuyordu.
Tanyeri ağarırken şükrederek açıyordu kapısını. Geceyi gündüze kavuşturmanın erinci içinde! Her sabah aynı şeyi düşünüyordu. “Çabuk olmalıyım, daha bir saat dolmuş bekleyeceğim.”…
Ellerini sabunluyor, üstünü başını değiştirip evden çıkıyor, ama ekmek kokusunu bırakmıyordu!..
Ayşe Kaygusuz Şimşek