Kokunun Büyüsü / Şebnem Pişkin
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır..
Bir kelimeyi sadece telaffuz etmek bile onun kokusunu duymanıza sebep oluyorsa şayet, o kelime kesinlikle “kahve” dir. Beynimizin bize oynadığı bir oyun mudur bu bilinmez, kahve dediğiniz anda önce keskin kokusunu duyarsınız burnunuzda, sonra sinirleriniz gevşer, ve nihayet yumuşak ve hoş bir tat kalır damağınızda. Yüzyıllardır değişmeyen bir Türk geleneğidir kahve ne de olsa. Misafirlerimize sunduğumuz, keyfimize ortak ettiğimiz, uzun gecelerimizi paylaştığımız dert ortağımızdır kahve. Kırk yıl hatırı olması ayrı bir hikaye, bir fincan kahve uğruna can verenler de olmuştur tarihte. Amak-ı Hayal kitabının Aynalı Dedesi’nin hayalin derinliklerinden bir hikaye anlatmadan evvel cezvesini ateşe sürmesi gibi, biz de birer fincan kahvemizi elimize aldıktan sonra kahvenin yasak olduğu 4.Murat döneminden az biraz bahsedelim.
Elbette herkes gibi padişah 4.Murat da severdi kahveyi. Ama halkın uğrak yeri olan kahvehanelerde yalnızca kahve mi içilirdi? Elbette kahvenin yanında tütün, içki ve afyon da verilirdi. Kalabalıklar pek sık uğrar olmuşlardı bu meyhane ve kahvehanelere. Üstelik bu yerler sadece halkın toplanıp sohbet ettiği yerler olmaktan çıkmış, bir araya gelerek siyaset yaptıkları meskenlere dönüşmüştü. Devletin bu sosyalleşme mekanlarını kontrol edebilmesi zordu elbet, tedbir alınmalıydı. Öte yandan 4. Muratuzun bir süredir çevresindekilerin tavsiyelerine göre yönetmişti devleti. Artık kendi otoritesini göstermenin zamanı çoktan gelmişti. Bu nedenle daha evvel hiçbir padişah tarafından uygulanmayan sert yasaklar almaya ve bunları uygulamaya karar verdi.
Halkını eğlenceye düşkünlükten, içkiden, tütünden ve keyif verici maddelerden uzak tutmaktı asıl niyeti. Ayrıca ülkede günden güne artmakta olan anarşinin sebebi olarak görüyordu kahvehaneleri. Üstüne üstlük Cibali’de çıkan ve İstanbul’un neredeyse beşte birinin yanmasına sebep olan büyük yangına sebep olarak da kahvehaneleri ve tütünü sorumlu tutuyordu.
4.Murat bir fetva yayınladı ve şehirdeki tüm meyhane ve kahvehaneleri kapattırıp birçoğunu da yıktırdı. Tütünü, afyonu, kahveyi ve içkiyi yasakladı. Yasağın herkes tarafından uygulanıp uygulanmadığını denetlemek üzere geceleri bizzat kılık değiştirip halkın arasına karışıyordu. Bu yasak halk arasında o denli büyük bir korku yaratmıştı ki artık insanlar keyif verici maddeleri kullanmayı derhal terk ediyor, terk edemeyen tütün tiryakileri ise dumanın görülmesinden korktukları için tütünü ufalayarak burunlarına çekmeyi yeğliyorlardı.
Hamal kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, yeniçeri kahvehaneleri ve tulumbacı kahvehaneleri kapandı birer birer. Kahvehane sahipleri mağdur olmasın diye dükkanlarını berber olarak işletme hakkı verildi onlara. Bu karar yalnızca İstanbul’da değil Edirne’de de geçerliydi. İtiraz edenler idama kadar varan ağır cezalara çarptırıldılar.
Padişahın bu sert tedbirlerini hicvedenler “Zararsız bir duhan hakkında n’eyler bunca dikkatler,” dedilerse de dinleyen olmadı. Bu yasak Sultan İbrahim’e kadar devam etti.
Osmanlı tarihçisi Peçevî kahvenin “Halepli Hakem adında bir herif ile Şamlı Şems adında bir zarif” tarafından Yemen’den uzunca bir yol kat ederek geldiğini ve o günden beri de Osmanlı halkının gündelik yaşamının vazgeçilmezleri arasına girdiğini belirtir.
Her ne kadar keyif verici olma özelliğinden dolayı kahve bazı dönemlerde çeşitli fetvalarla yasaklanmış olsa da İslam ulemasının kahvenin vücudu zinde tutması özelliği nedeniyle ibadet ve zikirlerde faydalı olacağını açıklamaları üzerine kahve cezvedeki yerine geri dönmüştür.
Kavrulmuş kahveyi çekmek için üretilmiş özel değirmenler, çiğ kahveyi kavurmak üzere kullanılan bakır kulaklılar, iyi kahve pişirmek için bakır cezveler ve sevdiklerimize ikram etmek için kullandığımız porselen takımlar derken kahve ve beraberindekileri halk olarak biz çok sevdik. Yalnızca biz mi?
Avrupa’da önceleri Türk usulü yapılmaya başlanan kahve, daha sonra her milletin lezzet anlayışına göre değişik tariflerle çeşitlenmeye başladı. Seyyahlar her milletin farklı kahve zevkleri olduğundan bahseder. Mesela Türkler kahveyi çok sıcak, sade ve çok sert tercih ederken, İstanbullu Hıristiyanların kahveyi şekerle tatlandırdıklarını, saraylarda ve zengin konaklarında her fincan kahveye amber esansı konulduğunu, kahvenin bazen karanfil, yıldız anason veya kakule ile çeşnilendirildiğini yazar.
Sizi bilmem ama ben bu yazıyı yazarken burnumdan kahve kokusu hiç gitmedi. Araştırmalara göre kahve içmeseniz bile yalnızca kahve kokusu ile dahi beyninizin uyarılması mümkünmüş. Bilhassa kahve kokusu, koku hafızamızı uyarıyor ve beynimizde olumlu bir iz bırakıyor. Sabahları kahve içmeden, sadece kahve kokusunu almanın bile yararlı olabileceği düşünülüyor.
Getirdiği yasaklarla tarihin en sert mizaçlı sultanlarından biri olan 4.Murat usta bir şairdi aynı zamanda. Kahvenin şiir ve edebiyatla olan yakın bağını hepimiz biliriz. Düşünüyorum da belki Sultan Murat kahveyi kendine ve halkına yasaklarken belki de ruhunun şair yanının sesini bastırmayı arzu ediyordu. Böylece tarih kitapları kendisinden sert mizaçlı ve otorite sahibi bir padişah olarak bahsedecekti. Nitekim hepimiz 4.Murat’ı şair yanından ziyade uyguladığı yasaklarla hatırlıyoruz.
Şair Ayhan Altınkuşlar’ın kahve güzellemesiyle satırlarıma son verirken kahvenin eşlik ettiği muhabbetle dolu ömürler diliyorum hepinize. Kahveniz köpüklü, ömrünüz bereketli olsun.
“Herlü türlü derdi içün vardır şifası kahvenin
Hem sezâdır kim yapılsa bin senâsı kahvenin
Bir beyaz fincan içinde her öğünde bir kere
Şürb edenler niçün olsun müptelâsı kahvenin
Kahve esved, kâse ebyaz kâkul-i simten gibi
Bir acep lezzet verir kalbe safâsı kahvenin
Kırk kadem yoldan dahi duysam beni bir hoş eder
Kavrulurken, çevrilirken râyihası kahvenin.”