Yitik Sevgi | Sevim Yunus Habip
Köy halkı yağmurlu bir güne uyanmıştı. Bütün kış yağmayan yağmur, sonunda Nisan yağmurlarıyla gelmişti.
Yağmur köydeki hayvan barınakallarını, tek katlı evleri su basmış, yollar hasar görmüştü. Elektrikler kesik olduğundan mıdır ne insanlar tuhaf bir şekilde huzurluydu. Ama bir kişi dışında..
Arabamla hastaneye doğru gitmek üzere yola çıktım. Giderken, su dolu bir çukura düşüp güzel bir kadını ıslatmıştım. Yürürken, kadının sendelediğini gördüğüm. Indim ve ondan özür dileyerek onu arabama aldım. Fena halde kızgındı. Yağmura da ayağına da lanetler yağdırıyordu.
Sohbet sırasında, hastaneye gittiğimi hemşire olduğumu öğrendi. Böylece kızgınlığı biraz olsun geçti. Hastaneye geldiğimizde ayakları dikkat çekecek şekilde şiş ve mordu. Yürümesine yardımcı olmak için koluna girdim.
Sanırım yirmi beş yaşlarında ve ettiğim güzel kadındı. Yürütmeye çalıştığımızda sürekli bir şeylerden yakınıyordu. Mutsuzluğunu anlamak için gözlerinin içine bakmak yeterliydi. O yaşadığı yerden, ailesinden ve yaptığı işten hiç memnun olmadığını birkaç dakika içinde anlattı. Adını bile sormama fırsat vermemişti; sürekli konuşuyordu. Neyse ki bir fırsatını bulduğumda adını sordum.
- Adın ne güzelim?
- Adım Fatma.
- Neyin var peki, ayaklarına ne oldu?
- Tarlada çalışırken oldu zaaar, sonra fark ettim. Zehirli bir böcek ısırmış olabilir.
Fatma’nın yaşantısı ilgimi çekmişti. Birkaç soru daha sordum. Çok korkutulmuştu. Rahatlatmaya çalıştım. Ayakları üzerine odaklanmış, çaresiz bakıyordu.
- Pekala güzelim gel doktor beye gösterelim. Alerjik de olabilir. Merak etme iyileşir.
Bunu söyledikten sonra Fatma’nın gözlerinde derin bir korku belirdi.
- Demek doktor erkek…
- Evet, bir sorun mu var Fatmacığım? “
- Yok abla sorun değil de ne bileyim işte.”
Demek ki Fatma da bu semtin klasik kızlarından biriydi. Halbuki diğerlerinden farklı görünüyordu. Bu lafına çok aldırmadan doktor beyin yanına götürdüm.
- Teşekkür ederim hemşire hanım, siz çıkabilirsiniz.
Yirmi yıldır hemşireyim, çok doktor tanıdım ama Mustafa bey kadar işini ciddiye alan birine rastlamamıştım. Doktor Mustafa işinin ehli, ancak kibirli hareketleri göze batıyordu. Bu nedenle onun başarısını dikkate alan olmazdı.
Çok zaman geçmemişti. Mustafa Beyin çığlığını bütün hastane duyuldu. Büyük bir merakla o tarafa doğru koşarken, Fatma’nın odadan hiddetle çıktığını gördüm. Yine aynı merakla odaya girdim. Mustafa Bey’in eli kanlar içindeydi. Fatma’ya da küfürler ediyordu. Aynı hızla Doktor Beyin odasından çkıp, Fatma’ya doğru koşmaya başladım. Bir yandan da hemşire arkadaşlarımdan Mustafa beye yardım etmelerini söylüyordum. Fatma ise şiş ayaklarına rağmen o kadar hızlı koşuyordu ki ona yetişmek kolay olmadı. Yakaladığımda, kızın kolundan tutup bir çay bahçesine götürdüm. Biraz sakinleştikten sonra ondan her şeyi anlatmasını istedim.
- Anlat bakalım Fatma Hanım, derdin ne senin? Niye kestin adamın kolunu?”
Fatma cevap vermiyordu. Dengesizliği dikkatimi çekmişti. Bu kadar ileri gidebileceğini düşünememiştim. Mustafa Beyi yalnız bırakmamalıydım. Kendimi de suçluyordum. Fatma’nın bu sus pus tavırları daha da sinirimi bozdu. Bir an öfkeme hakim olamadım ve bağırdım.
- Sana yardım etmeye çalışıyorum Fatma! Neyin varsa söyle artık. Bu hareketlerinin nedeni nedir? Hapse mi girmek istiyorsun?
Fatma’nın sesi boğazında çaltalanıp durdu. Yutkundu.
- Ne olacaksa olsun abla, umurumda değil.
Biraz daha üsteledikten sonra hikayesini anlatmaya başladı.
- Abla biz Ramazan’la evlenecektik; birbirimizi çok seviyorduk. Hayallerimiz de vardı.
- Ne dediğini anlamıyorum, Fatma.
- Bu doktor nişanlımı öldürdü!
- Niye öldürsün, delirdin mi sen?
- Ramazan’ın mesleği kaynakçılık idi. İkinci kattaki pencerenin demirine kaynak yaparken düştü. Hastaneye götürdük. Beyin kanaması dediler. İki gün sonra kaybettik. Ama başı hiç kanamamıştı.
- Beyin kanaması iç tarafta olur. Dışarıdan görülmez. Kolay kolay da kurtulan olmaz! Nadir olur. Doktorlar; hastaları kim olursa olsun İyileştirmeye ant içer. Ama sen büyük bir hata yaptın, Fatma.
- Senin doktorunu, beni muayene ederken, maalesef tanıdım. Emin olmak için ona sordum. “Bir yıl önce Ramazan adında bir hastanız odlu mu?” diye sordum. O da atırlamaya çalıştı. Ona biraz daha açıklama yaptım. O çok gençti ve beyin kanaması demişlerdi. Sonra da öldü. O da, o genci hatırladım. Çok üzüldüm! Yazık ki dikkatsizliğinin kurbanı oldu.’’ dedi. O anda bana ne oldu bilemedim. Bir anda kendimi kaybetmiştim. Yanımdaki masada duran neşteri aldım ve fırlattım.Anlık bir şeydi. Pişmanım!
Fatma konuştukça sakinleşti. Kızgın gözlerinden pişmanlıkları ağır ağır akıp gitti. Konşurken, dudakları titriyordu. Boğazının kuruduğunu söyledi. Ona bir çay ısmarladım. Ürken ve büyük şaşkınlık vardı gözlerinde. Kızgın, kırgın ve acı çektiği belliydi. Her soluk alışında göğsü kalkıp iniyor. Soludukça göüsünden ıslık sesine benzer ses çıkıyordu. Ayağa kalmak istedi. Ama nereye gidecekti? Beklentileri, hayalleri, kaybolmuş, hayatının aşkını kavuşamadan kaybetmiş, yaralanmış umutsuz geçn bir kadın vardı karşımda.
Elimi sırtına koydum.
- Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Tam bitti dediğimiz yerde başlar. Bazen de hiç beklemediğimiz bir anda yeni umutlar doğar. Şimdi kalkalım ve yaşamı bıraktıımız yerde yeni umutların ucundan tutarak yolumuza devam edelim.
Başını sallayarak ayağa kalktı. Gözlerindeki yaşları elinin tersiyle silerek gülümsemeye çalıştı.
Ona, “Doktor Bey ile konuşurum. Şikayetçi olmayacaktır,” dedim ve vedalaştık.
Sevim Yunus Habip