Yazarlar Hakkında Bilinmeyen yönleri o kadar çok ki; okurken hem şaşıracak, hem düşüneceğiz.
Kitap kurtları bilirler; okudukları yazarların kitapları kadar, özel yaşamlarının da meraklısı çok olur. Yazarlar, sıradan ve sıradışı yaşamları boyunca, kişiliklerinden kaynaklanan ve son derece şaşırtıcı olan anekdotlarla karşımıza çıkarlar.
Kimi zaman kendileriyle çeliştikleri bile olur.
Bazen taşı gediğine kor, okurlarına ilginç mesajlar verirler.
Friedrich von Schiller: Masasında sürekli çürük elma bulundururdu. Elma kokusunu doğaya ulaşmak olarak görüyordu.
Charles Dickens: Romanlarını büyük görkemli odada yazardı. Sürekli mavi kağıt kullanır ve mavi mürekkep kalemi ile yazardı. Geceleri uyumakta zorlanırdı. Hayvanseverliği ile meşhurdu.
Alexander Dumas: En süslü kıyafetlerini giyer ve yakasına çiçek takardı. Romanına başlayınca bitirmeden kalkmaz ve evden çıkmamak için evin anahtarını ve ayakkabılarını hizmetçisine verirdi. Evliydi fakat aynı anda 40 tane sevgilisi vardı.
Honore de Balzac: Başucunda mum olmadan yazmazdı. Hatta gündüz bile mum yanardı. Başına yün atkı takar ve yazarken ayaklarını mutlaka suyun içinde olurdu. Günde 50’ye yakın kahve içerdi. Kahve yapmaya üşendiğinde kahve çekirdeklerini çiğnerdi. Ölümü bile kahve zehirlenmesinden olmuştur.
Leo Tolstoy: 13 çocuğu vardı. 48 yıllık evliliğinin ardından karısına ‘Benim yaşımdaki insanların sıkça yaptıkları bir şeyi yapıyorum. Son günlerimi tek başıma ve sükunet içinde geçirebilmek için dünyadan vazgeçiyorum’ diye bir not bırakarak evini terk ettiğinde 82 yaşındaydı. Birkaç gün sonra bir tren istasyonunda donarak öldü.
Hüseyin Rahmi Gürpınar: Örgü örmeyi o kadar çok severdi ki, Avrupa’dan model bile getirtirdi. Yazı yazmaktan canı sıkıldığında erik reçeli ve dondurma yapardı. Temizlik hastasıydı. Dışarıya eldivensiz çıkmazdı. 50 yaşından sonra Türkiye’nin en hararetli bisiklet sürücülerinden oldu. Kadıköy’den Bostancı’ya kadar bisikletle giderdi. Hiç evlenmedi. Kedileri o kadar çok severdi ki, ölüm döşeğinde bile ‘Kedilerimi iyi doyurunuz’ dedi.
Ahmet Haşim: Çirkin olduğunu düşünerek sürekli ayna karşısında durur ve aynaya tükürür ve ‘Ben ne çirkinim’ derdi.
Yazar
Aziz Nesin: Pinti olarak bilinir. Nesin bir kağıdı arkalı önlü kullanır, asla israf etmezdi.
Kubizm akımının temelini atan ve başlatan İspanyol ressam Pablo Picasso, ünlü olmadığı ve maddi sıkıntı içinde olduğu gençlik yıllarında yaptığı resimleri yakarak ısınırdı.
Eserlerinde eşcinsellikle ilgili temalara yer veren ve aynı zamanda bir eşcinsel olan ünlü İngiliz kadın roman yazarı Virginia Woolf, romanlarının çoğunu ayakta yazardı.
Ersin Tezcan tarafından 1997’de yazılan ”e‘siz Potkal” isimli kitapta hiç “e” harfi kullanılmamıştır. Daha ilginci ise kitabı 1997’nin Aralık’ında ”E Yayınları” basmıştır.
Makber şiirinin şairi olan ve çapkınlığıyla tanınan Abdülhak Hamit, eşi Fatıma öldükten sonra taziyelere gelen bir bayanı Fatıma’ya benzetmiş ve o bayanla evlenmiştir.
Şair Cemal Süreyya, arkadaşı Süreyya Evren’ le girdiği bir iddiayı kaybetmiş ve soyadındaki “y” harfinin birini Süreyya Evren’e vermiştir. Şair adını Cemal Süreya, arkadaşı da Süreyyya Evren şeklinde değiştirmiştir. Cemal Süreya bu iddiayı okurlarına ”Elma” isimli şiirinde açıklamıştır.
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan ve bizim Halikarnas Balıkçısı olarak tanıdığımız ünlü yazar, eserlerinde hep Bodrum‘u anlatır. Aynı zamanda bir paşa çocuğu olan yazarımız aslında o dönemde tatil beldesi olmayan Bodrum’a sürgüne gönderilmişti.
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif”in oğullarından Emin Ersoy, 1966′ da Tophane’ de bir kamyon kasasında açlıktan ölmüş şekilde bulunmuştur.
Ümit Yaşar Oğuzcan‘ın oğlu Vedat, 1973’te Galata Kulesinden atlayarak intihar etmiştir. Ümit Yaşar bu intiharı Galata Kulesi adlı şiirinde ele almıştır.
2008′ de vefat eden ünlü şair Fazıl Hüsnü Dağlarca toplamda 36.000 şiir yazmıştır. Bu durumu ”İçimdeki şiir hayvanını durduramıyorum.” şeklinde tanımlamıştır.
Ünlü Servetifünun şairi Tevfik Fikret aynı zamanda iyi bir ressamdı. Tevfik Fikret Aşiyan’ daki evinin planını da kendisi çizmiş ve ikamet ettiği eve isim veren ilk şairimiz olarak yerini almıştır. Yağlı boya tabloları bu evin duvarlarında asılıdır. Bu tabloların ilginç yanı ise konularını şairin şiirlerinden almalarıdır.
Jane Austen: Kapı gıcırdasın diye kapısını asla yağlamazdı. Ailesiyle birlikte yaşayan yazar kimse odasına girmesini sevmez ve kapı gıcırdamısını uyarı olarak görürdü. Romanlarındaki tüm kahramanlarını evlendirmişti fakat kendisi evliliğe karşıydı. Psikolojik sorunları nedeniyle hayatının yarısını yatarak geçirmiştir.
Virginia Woolf: Çok konuşurdu. 48 saat aralıksız konuştuğu rivayet edilir. Bütün eserlerini ressam olarak bilinen kız kardeşinin çalışma biçiminden esinlenerek ayakta durarak yazmıştır.
Franz Kafka: Et yemeyi cinayetle bir tutuyordu. Vasiyetinde yakın arkadaşına kitaplarının bir kısmını yakmasını istedi. Arkadaşı bu vasiyetini yerine getirmeyerek Kafka’nın yazarlık kariyerine büyük katkı sağladı.
Agatha Christie: 1926 yılında 36 yaşındayken ortadan kayboldu. Yerel polis, halk ve istihbaratçılar her yerde onu aradı. 10 gün sonra sahte bir kimlikle bir otelde bulundu. Soranlara ne olduğunu hatırlamadığını söyledi. Gerçekte ne olduğu ise bir sır olarak kaldı.
Mark Twain: Kimse odasına giremezdi. Onu çağırmak için ıslık çalarlardı. Yazılarını her zaman yatakta yazar ve kağıtları yerlere atardı. Ünlü sözlerinden bir tanesi ‘Bana güzel bir yatak verin, size ölmez başyapıtlar vereyim’di. ‘İnsomnia’ hastasıydı. Bazen parklarda, banyoda uykuya dalardı. Bugün bildiğimiz Stand-up gösterilerine ilk kez uygulayan kişiydi. Evine ilk telefon taktıran insanlardan. Daktilo ile yazılmış olarak yayınevine teslim edilen ilk kitap Mark Twain’in 1883 tarihli ‘Misissipi’de Yaşam’ kitabıdır.
William Shakespeare: Zengin bir aileden geldiği ve geçim sıkıntısı bir derdi olmadığı için yazmaya bol vakit ayırırdı. Dönemin en büyük tiyatrosuna ortaktı ve yazdığı tiyatro parçalarında kendisi de oynardı.
Edgar Wallace: İşçi tulumu giymeden yazı yazmazdı. Bol şekerli çay tüketirdi. Diktafon kullanan yazar dakikada 60 kelime yazabilmesiyle ünlüydü.
Ernest Hemingway: Çocukluğu boyunca (tıpkı Oscar Wilde gibi) annesinin isteği üzerine kız kıyafetleri giydi. Kendisi hakkında ağır bir yazı yazan eleştirmeni ilk gördüğünde yere devirdi. Kadınları, içkiyi ve silahları severdi. Av tüfeği ile vurduğu son şey kendisiydi.
Victor Hugo: Kendini çok aşırı derecede beğenirdi. Girdiği her ortamda kendisini dinletir ve eleştirildiğinde ortamı terk ederdi. Sesi iri çıksın diye çiğ yumurta bile yerdi. Her sabah buzlu suyla yıkanırdı. Bunun yaşlanmayı geciktirdiğine inanırdı. Her gün berbere giderdi. Beğenilmek hastalığı vardı. Yazılarını çıplak olarak yazar, yardımcısına eşyalarını saklamasını emrederdi. Bu şekilde evden çıkmayacağını ve zaman kaybetmeden yazacağını düşünen yazar, Sefiller ve
Notre Damme’in Kamburu‘nu aynı anda yazmıştır.
James Joyce: Takıntılıydı. Bir olayı 800 sayfa boyunca anlattığı olmuştur. 500 kelimeden oluşan ve hiçbir kelimeyi aynı olmadan bir cümlede yazmayı başarmıştır. Üzerinde mavi elbise olmadan yazmazdı.
Jack London: Tam bir kitap kurduydu. Şahsi kütüphanesinde 15 bin kitap vardı. Alkole o kadar düşkündü ki, en yakın dostu ilan edip alkole ‘John Barleycorn’ ismini verdi. O kadar çok içtiğinden kafasına türlü türlü kazalar gelirdi. Bir seferinde Oakland Rıhtımı’ndan suya düşerek kendini San
Francisco Körfezi‘nde buldu. 40 yaşında aşırı doz morfinden öldü.
Truman Capote: İki rahibeyle aynı uçağa binmez, Cuma günleri hiçbir iş yapmaz ve uğursuz olarak inandığı rakamlardan oluşan telefonlara bakmazdı.
Eskimo dillerinde kar yağışını anlatmak için kullanılan yirmiden fazla sözcük vardır.
Alıntı