Yaz | Hilmi Yavuz
Orhan Veli’nin ‘Denizi Özleyenler İçin’ şiirini anımsayanlar bilirler, ilk dizesi, ‘Gemiler geçer rüyalarımda’’dır, ve ben burada karda kışta oturmuş, ‘yazı özleyenler için’ yazıyorum :’Yazlar geçer rüyalarımda…’
Yıllardır hep yazıp söylemişimdir, ben yazların adamıyım, diye.Yazlar benim varoluşumu, neredeyse Dionysos’ca br kendinden geçmeyle kavradığım mevsimdir.Varlık, ancak bir esrime, bir kendinden geçmeyle ve bir bahtiyarlıkla varoluşa dönüşür. Şimdi ve burada varolmak! Varoluşun zamanı ve mekanı, yaz’lardır.
Bundan yıllarca önce Fatih’te, Kıztaşı’ndaki evimizde otururken, camdan Kıztaşı Meydanı’na bakar, karların sessizce taşın kaidesine kadar yığılarak yükselmesini beklerdim. Karın sessizlikle birleşmesinden edinilen bir müzik vardı, o müziği bekleyiş vardı camdan karların yığılışını seyrederken… Yahya Kemal’in Varşova gurbetinde eski plakta Cemil bey’i dinlerken duyduğu ‘kar musıkıleri’ miydi bu? Belki de! Ama şimdi, burada, karın yığılmasından bahtiyarlık duyan biri gibi değil de, erimesinden hüzünler çıkaran biri gibi camdan dışarısını seyrederken o musıkiyi işitmiyor olmam ne tuhaf? Necatigil, kapısına biriken karları kürüyememekten yakınırken de o musıkiyi duymuyordu:’Farı kalbim farı da/ Kapına biriken karları/Kürüyeme!’
Karla kış arasında birebir karşılıklılık var: Yağmur, yazın da, güzün de kışın da yağar; rüzgar baharda da eser, öteki mevsimlerde de: Ama kar, kar öyle mi? O sadece kış’a özgüdür. Öyleyse bir metafordur kar. Kapımıza birikmiş kışlardır, kürüyemediğimiz, evin içinde bir tutuklu gibi kaldığımız. Necatigil, eriyip bitsin de kurtulalım bu ‘mahsur kalmışlık’tan, diye düşünüyordu, yaşam denilen bu tutsaklıktan!
İlkgençlik yıllarımda karın birikmesi bana bahtiyarlık verirken, şimdi erimesinden hüzün duyuyor olmam, Necatigil’den farklı düşünüyor olmamdandır. Ben, ‘mahsur’ kalalım, karlar ne kadar geç erirse o kadar iyi, diyorum
Karın sessizlikle birleşerek ürettiği musıkının, ‘gaaib bir musıki’ye dönüşmüş olmasının bir anlamı olmalı;- ya da, olmalı mı gerçekten? Çehov’un, Üç Kızkardeş’te Tuzenbach’a sordurduğu soru karşılığını buluyor bende artık, diye düşünüyorum: ‘kar yağıyor, bunun anlamı ne?’
Kar ve sessizlik! İnsanda bir tinselliği, tıpkı bir kumaşın atkı ve çözgü iplikleri gibi, nasıl bir incelikle dokurlar…Ve bu dokumanın müziğini duyumsamanın zamanı nedir? Milan Kundera’nın ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde Franz, Sabrina’ya müzik sevip sevmediğini sorar. Sabrina ‘hayır’, der, ama gene de, ‘farklı bir zaman diliminde’ sevebilir müziği, öyle der. Hangi ‘farklı zaman diliminde’? Kundera şöyle yazar: ‘Müziğin karlarla kaplı uçsuz bucaksız bir sessizlik vâdisinde açan bir gül gibi olduğu’ bir zaman diliminde: O gül, ilkgençliktir…
Ben yazları özleyenler için yazmaya başlamıştım bu yazıyı,
birdenbire kışa, kara ve sessizliğe doğru kayıverdi, kendiliğinden. Kış
sessizlikse,
yaz, denizden gelen şen çocuk sesleridir. Öylece, akşamüstleri, sardunyalı
balkondan denize bakmak ve uzaktan gelen çocuk seslerini işitmek ne büyük bir
bahtiyarlıktır! Ve yaz, Ahmet Muhip’in dediği gibi, geceden üzerimize yağan
karın getirdiği o ‘yağmurlu, karanlık düşünceden’ çekip çıkarır bizi.
Yaz, kurtarıcıdır.[2006].