‘Yalan’ Üzerine Bir Deneme | Hilmi Yavuz
‘Yalan’. Etik alanla ilişkili olsa da, felsefe, tipik bir örnekle onu, bir mantıksal bağlamda öne çıkarır: Giritli Epimenides’in ‘Bütün Giritliler yalancıdır’ önermesi, bir Giritli (Epimenides) tarafından dile getirildiğinde, ‘eğer yalan söylüyorsa doğru söylüyordur’; ya da, ‘eğer doğru söylüyorsa yalan söylüyordur’ gibi içermeleri olan bir paradoksu imler. Bu paradoksun bir benzeri, Fuzuli’nin o ünlü
‘Aldanma ki şair sözü elbette yalandır’ dizesidir. Bu dize de, bir şair tarafından söylendiğinde yalan mı yoksa doğru mu söylediği konusunda paradoksal bir konumdadır. Nietzsche, bu paradoksu şöyle dilegetirir: ‘Ancak bilinçli ve istençli olarak yalan söyleyebilenler- ki bunlar, sadece şairlerdir- doğruyu söyleyebilir.’
Aslında şairler için ‘yalancılık’ bir erdemdir: Bir kadim Arap atasözü, şairler için ‘ahsenehu akzebehu’ (‘en iyisi, en yalancı olanıdır’) der. Portekiz’in büyük şairi Fernando Pessoa da bu kanıdadır. Pessoa’nın bu konuda bir de şiiri olduğunu, Ernesto da Cal’ın The Poem Itself’e, onun hakkında yazdığı bir incelemeden öğreniyoruz: Pessoa’nıun şiirinin ilk dörtlüğü şöyledir:
O poeta e um fingidor
Finge tao completamente
Que chega a fingir que e dor
A dor que deveras sente
(‘Şair, üçkağıtçının biridir. Öylesine ustalıkla becerir ki üçkağıtçılığını, gerçekten acı çekerken bile, acı çekiyormuş gibi yapar.’ Aragon’un ‘Le mentir vrai’ deyişiyle anlatmak istediği de budur. M. Adereth’in Commitment in Modern French Literature’ da Aragon’un , ‘le mentir vrai’ ile neyi kastettiği şöyle anlatılır: ‘Roman [dilerseniz şiir de diyebilirsiniz H.Y.] yalan söylemenin en yüce biçimidir. Yalan, burada Doğruluk’a ulaşmaya yardım eder.’
Yalan’la kendini aldatma arasında nasıl bir ilişki var? Jean-Paul Sartre, ‘L’Etre et Le Néant’da [‘Varlık ve Hiçlik’] Yalan’ın [‘mensonge’] Gerçeğin ötekinden gizlenmesi; ‘kendini aldatma’nın [‘mauvaise foi’] ise, Gerçeğin kendinden gizlenmesi olduğunu söyler. Kendini aldatma, insanın kendine yalan söylemesiyse eğer, insan Gerçeği nasıl bile bile kendinden gizler? Bu, belki de Girit’li Epimenides’in o ünlü paradoksu kadar mantıksal, ama elbette mantıksal olmaktan çok, etik bir çelişkiyi imler.
Özdemir Asaf’ın o bizim ilk gençlik yıllarımızda dillerde dolaşan ‘Lavinia’ şiirinin bir dörtlüğü şöyledir:
‘Sana gitme demeyeceğim,
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin’
Bu dizelerde de, Epimenides’in [ya da, Fuzuli’nin] paradoksu’ndan ya da Sartre’ın ‘kendini aldatma’sının getirdiği çelişkili durumdan farklı bir karşıtlığı getirir. Sevgili, kendisine yalan söylenmesini istemekte, ama yalan söylendiğinde de incinmektedir. Yalan, böylece, hem işitilmesi arzu edilen hem de işitildiğinde inciten bir söz olur.
Vardır böyle durumlar: Öteki, Gerçeği bilmek istemeyecek, ama kendisine yalan söylendiğinde , (i) salt yalan söylendiği için, ya da (ii) yalan’la Gerçeğin tam tersinin dile getirildiğinin farkında olduğu için, incinmiş olacaktır. Bu olasılıklardan ilki, arzu edilen bir şey olmasına rağmen, Kant’çı bağlamda bir ‘kategorik buyruk’un, yalan söyleyen tarafından ihlal edilmesi dolayısıyla duyulan bir incinme anlamına gelir. İkinci olasılık, etik olmaktan çok psikolojiktir: Hem gerçeği işitmek istememe hem de yalan söylendiğinde, Gerçeği dolaylı olarak işitmekten duyulan incinme… Bu durumda yalan’ın hiçbir işlevi yoktur: Gerçeği gizliyormuş gibi yaparak, Gerçeği söylemek, yalan’ı ‘yalan’ olmaktan çıkarır ve bu anlamda işlevsiz kılar.
Oscar Wilde’ın De Profundis Önsözü’nde André Gide, Wilde’ın kendisine anlattığı çoban öyküsünü nakleder. Bir köyün çobanı köyün koyunlarını her gün kırlara otlatmaya götürür, akşam döndüğünde de, köyde yakılan ateşin çevresinde toplanan köylülerin ‘ee çoban, anlat bakalım bugün neler gördün?’ sorusuna, o gün hiç yaşamadığı şeyleri yaşamış gibi anlatır, dünya güzeli kır perilerini gördüğünden söz edermiş: Yalan söylermiş, kısacası. Bu böyle sürüp giderken, çoban günlerden bir gün, uydurduğu öykünün Gerçek oluverdiğini, o dünya güzeli kır perilerini, görmüş! Bu kez köye döndüğünde, ateşin çevresinde toplanan köylülerin ‘eee çoban,anlat bakalım bugün ne gördün?’ sorusuna şu yanıtı vermiş:’Bugün hiçbir şey görmedim!..’
Bu çoban, ‘Aldanma ki şair sözü elbette yalandır’ diyen Fuzuli’nin dile getirdiği ‘şair’ midir? Bir bakıma evet, ama bir bakıma da hayır!: Her iki durumda çoban, Gerçeği gizleyen bir yalancıdır, – gelgelelim o dünya güzeli kır perilerinden söz ederken şairdir Wilde’ın çobanı; kır perilerini görüp de hiçbir şey görmediğini söylerken ise, sadece yalancı biri… Bu öykü, bana göre elbet, şairle yalancının, bir paranın iki yüzü gibi, hem birbirlerinden ayrıldıklarını hem de ayrılmadıklarını gösterir.
Dolayısıyla, yalancının mumudur yatsıya kadar yanan, şairinki değil!
…