TÜRK TARIMINI BİTİRDİLER, BİZE ZEHİR YEDİRİYORLAR BİR ÜLKE, BİLE BİLE İNTİHARA SÜRÜKLENİYOR
SONER YALÇIN
“Gıda terörünü ve
bunun arkasındaki karanlık isimleri yazdım” diyen Sözcü yazarı Soner
Yalçın, yeni kitabında Türkiye’deki tarıma ilişkin 5 yıl boyunca araştırdığı
konuları ele aldı. Yalçın, Türkiye’deki tabloyu, “Türk tarımını bitirip
insanlarımıza zehir yedirmeye başladılar. Bir ülke bile bile intihara
sürükleniyor. Zehir tacirlerine fırsat veriliyor. Yoksullara soykırım
yapılıyor” diyerek özetledi.
Sözcü’den Nil Soysal’ın sorularını yanıtlandıran Soner
Yalçın’ın açıklaması şöyle:
“İnsanlar aydınlansın istedim”
– Hikayeyi başa saralım; bu kitabı yazma fikri ilk nasıl
doğdu?
Kafamda hep şu vardı: Gıdalar korku kaynağına dönüştürüldü!
Hekimler, uzmanlar yazıyor, konuşuyor, uyarıyor: “Aman şunları yemeyin! Aman
bunları içmeyin!” Dedikleri doğru ama konuyu “gıda sağlığına” sıkıştırıp
bırakıyorlar. Bu “çağdaş esarete” sebep olanlar görmezden geliniyor, gizli
amaçları üzerinde durulmuyor. Eksik olan bu. İşte Saklı Seçilmişler kitabı bu
ihtiyacı gidermek için yazıldı. Kimyasal yiyecekler-içecekler insan sağlığı
için tehlikeli zehir ise niye satılıyor? Demek meselenin gizlenen sırrı var!
Bakın çevrenize; kısırlık ve kanser ne kadar arttı. Şeker hastalığı inanılmaz
boyutlarda. Bu rahatsızlıkların sebebi yediklerimiz, içtiklerimiz. Mesele
sadece sağlık değil; bunun ekonomik-politik yönü var! Bu zehir düzenini kimler,
nasıl kurdu? Beslenmenin-gıdanın ekonomik politiği üzerinde kimse durmuyor.
Dedim ki içimden; “İnsanların kafasını aydınlatacak, gıda terörünün arkasındaki
karanlık isimleri ve politikaları ortaya çıkaracak kitap yazmalıyım.” “Saklı
Seçilmişler” böyle doğdu…
“Bu işin içinde başka bir iş var”
– Okurken delirmekten korktum. Siz yazarken benzer duygular
yaşamadınız mı?
Kitaba başlarken kafamda şu vardı: ABD-AB ve küresel baronlar
daha çok kazanç için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi
patronlar ve iktidarlar buldu. Ya da iktidara getirdi. Dünya Bankası-IMF- Dünya
Ticaret Örgütü adlı “şeytan üçgeni” Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir
yedirmeye böyle başladı. Bu “şeytanların” ne yaptıklarına odaklanmışken, bir
gün kafama dank etti: Bu işin içinde başka iş var! Bu iş sadece para kazanma
meselesi olamazdı. Bir sır vardı. Bu sırrın peşine düşünce korkmaya başladım.
Öğrendiklerimden dehşete düştüm. Sadece Türkiye değil, dünya yoksullarına
soykırım yapılıyor. Dünyadaki fakirleri “biyolojik gıda silahıyla”
öldürüyorlar. İnsanları (tek tek isimlerini verdim) yiyeceklerle- eşyalarla-
aşılarla kısırlaştırıyorlar. Gebeliği önleyen mısır üretmişler. Kolesterol
haplarıyla cinsel hayatlar öldürülüyor. Gördüm ki: Bugün bunu yapan küresel
yiyecek şirketleri, global ilaç firmaları dün de Hitler’in destekçisiydi!
Tesadüf mü? Aynı aileler gaz odalarıyla değil, gıdayla insanları yok ediyor.
Parası olmadığı için sağlıklı beslenemeyen yok ediliyor. Yeni soykırımcılar
yeni dünya kurmak istiyor.
“Sadece ağaç katliamı yok”
– Kitapta Türk tarımına yapılanlara da çok kapsamlı yer
vermişsiniz.
Çoğu kişi sadece zeytin ağaçları katliamını biliyor. Oysa
özellikle Özal döneminde çıkarılan yasalarla başladı büyük tarımsal kıyım.
Türkiye’nin milli stratejik sektörü tarımı, yağlı urganla boğdurdular. Çünkü,
ABD-AB endüstriyel tarıma geçince elindeki ürünü satmak için yeni pazarlar
arıyordu. Türkiye bu pazarlardan biriydi. Size bazı rakamlar vermeliyim:
Türkiye’nin 1980 başında tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar, ithalatı 51
milyon dolardı. İthalat 1999’da 3 milyar 93 milyon dolara yükseldi. Bugün
tarımsal ithalat 16.5 milyar dolara ulaştı! Özallar, Erdoğanlar bu açıdan pek
eleştirilmedi. Tarımsal üretimde kendine yeten Türkiye, bu dışa bağımlı
politikalar sonucu bugün her tarımsal ürünü ithal eder hale getirildi. AKP bu
politikayı ısrarla sürdürüyor. Bir ülke bile bile böyle intihara sürükleniyor
işte. Zehir tacirlerine böyle fırsat veriliyor.
“Bu kirli düzeni küresel baronlar kurdu”
Soner Yalçın, “ABD-AB ve küresel baronlar daha çok kazanç
için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi buldu” dedi.
“Kitabı yazarken içimden ‘İnşallah delirmem’ dedim”
– Bu bilgilere ulaştıkça ne hissettiniz, ne yaşadınız?
Özellikle son 6 ayda “inşallah delirmem” dedim. Kötülüğe ve
adaletsizliğe inanamıyorsunuz. Örneğin, bu süreçte iki kez ABD’ye gittim.
Benzer durumu Güney Kore ve Japonya’da da görmüştüm: Yoksullar evlerinde değil,
dışarıda yemek yiyor! Çünkü evde yapmaktan dışarıda yemek daha ucuz! ABD’de
doğal gıda ürünlerinin satıldığı butik mağazaların kapısından içeri girmeniz
bile zor, çok pahalı. Türkiye’de de öyle; yoksulların doğal yiyecekleri alması
imkansız. Bu durumda ne oluyor; kanser çocuklarda görülüyor artık. Türkiye’de
resmi rakam 2 bin 600. Bunun gerçek rakamı yansıttığını düşünmüyorum.
Saklıyorlar istatistikleri. Çocuklarımızı düşürdükleri durumu yazarken insan
duygularına hakim olamıyor. Maalesef insanlar bilmeden bu tuzağa düşüyor;
“tatlı zehirler” yediriyor çocuklarına-torunlarına. Fast food özellikle
çocuklarda aşırı şişmanlamaya ve şeker/diyabet hastalığına neden olmuyor; zeka
geriliğine sebep oluyor! Bu yerlerde her yedi saniyede bir yemek yiyen bir
kişide kanser vakası var! Bunu ben değil, ABD Senatosu söylüyor.
“Şekeri artırılan yiyecekler sindirim sistemini bozuyor”
– Tohumu yazıyorsunuz, pirinci yazıyorsunuz, şekeri
yazıyorsunuz… Bunları hiç yemiyor musunuz?
Bir kere şunun altını çizeyim: Ekmek, süt, yoğurt, pirinç ya
da bir başka tarımsal ürün aslında sahiden ekmek, süt, yoğurt, pirinç mi? Yoksa
o görünümde başka bir kimyasal ürün mü? Basit gıda hilelerinden bahsetmiyorum;
sorun sandığınızdan daha büyük! Uzun raf ömürleri vs için ortaya çıkarılan
tanımsız “şey” yiyeceklerden bahsediyorum. Şunu demek istiyorum: Milyonlarca
yılda oluşması gereken insan ve hayvan evrimi; teknoloji ürünü kimyasal
gıdalara, genetiği değiştirilmiş yiyeceklere, yemlere uyum sağlayamıyor.
Örneğin, 1970’lerde keşfedilen nişasta bazlı şeker/mısır şurubu her yiyeceğin
içinde! İşlenen, lifi alınan, nişasta ve şeker miktarı artırılan vs. yiyecekler
sindirim sistemimizi darmadağın ediyor. Yiyeceği sindirmek, moleküllerine
ayırmak ve besinleri bağırsaklarımızdan vücudumuzun geri kalanına dağıtmak için
milyonlarca yıl içinde programlanan vücudumuz, bu kimyasal gıdaları tanımıyor.
Bu da vücudun bağışıklık sisteminin yıkılmasına sebep oluyor. İşte, genler ve
yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk, son yıllarda müthiş artış gösteren çok
sayıda müzmin hastalığa neden oluyor. Sorunuza gelirsem, bu yiyecekleri yiyip
yememek herkesin kendi elinde. Ancak yoksullara başka alternatif bırakılmıyor.
Fakirler hep ucuza mal edilen yiyeceklerle beslenmek zorunda kalıyor. Dikkat
edin en yoksullar en şişman olanlardır. 50 yıl önce hamburger-patates yiyen
kişi 420 kalori alıyordu; bugün 1050 kalori alıyor. 3 kilo yapay tatlandırıcı
750 kilo şekere denk geliyor ve her yiyeceğin içinde. Bu ucuz fast food
tarzının da gizli bir amacı yok mu? Tek örnek vereyim: Mısır şurubu elde etmek
için cıva kullanılıyor! Son on yıllık süre zarfında Türkiye’de diyabet hasta
oranı yaklaşık yüzde 100’lük artış göstererek yüzde 7.6’dan yüzde 13.4’e çıktı.
Keza insanların büyük çoğunluğu hastalığın farkında olmadan yaşıyor. Yani rakam
daha yüksek. Bir gıda terörü ile karşı karşıyayız…
——–