Tezat Sorgular | Gülçin Yağmur Akbulut
İçimde boy serpen tezat sorgular var. Neden ağlıyorum? Niçin bir parçamın koptuğunu hissediyorum? Oysa ben Fikret’i hiç sevmezdim. Onun gömülmesini izlerken terk edilmiş bir eylül yaprağı gibiyim. Çokluğun içinde tekliği yaşayan şahıs zamiri gibiydim. Sorsalar anlatamam kalbimin içimdeki sızıyı.
Komşular elinden illallah ediyor. Bir gün camlarını kırar, ertesi gün ahırlarına girer. Gün geçmez şikâyete gelirler. Babam kızar, bağırır. Bir sonraki gün çocuklarını korkutur. O da yetmez bostanlarında kavun karpuz ne varsa afiyetle mideye indirir.
Babam çobanlıktan kazandığı üç beş lira parayla Fikret’in açmış olduğu zarar ziyanı ancak karşılıyor. Bir gün cam taktırıyor, öte gün çit tamir ettiriyor. Fikret’in serbest bıraktığı kuzu koyun için yüzlerce lira borcu oldu zavallı adamın. Ona vampir ismini taktım. Açtığı dokuncalarla emip bitirdi bütün kanımızı. Fikret’in mazarratları olmasa babam bana bisiklet alacaktı. Nerden… Karnımızı bile doyuramaz duruma soktu bizi.
Makaslamadığı kıyafetim, parçalamadığı defter kitabım kalmadı. Vazoyu kırarım ispiyonlar. Arkadaşlarımla buluşurum peşimden kovalar. Kör şeytan diyor ki vur kafasına. Ya da zehir kat yemeğine aşına. Ölse de kurtulsak. Başta ben, sonrada ailem ve köy halkı…
Geçen gün babamı iyice çıldırttı. Sen kalk buzdolabında ne var ne yok bahçedeki kuyuya at. Yumurta, iki kilo et, meyve, sebze on kilo peynir… Yetmemiş ya erzak dolabındaki bulgur, pirinç, mercimek hepsi kuyunun dibini boylamış. Dua etsin ki dayım bizdeydi. Annem ve dayım olmasa çoktan boylamıştı eşek cennetini.
Ben on bir yaşındayım. Fikret on altı. Dört yaşındaki kız kardeşim Sema bile ondan daha akıllı. Geçen gün ara ki bulasın Fikret’i. En son üç saat sonra kümeste çıktı adı sanı. Annem tavukları yemlemek için gittiği kümeste Fikret’ i elinde bir bıçakla buldu. Dört tane tavuğumuz vardı. Dördü de sizlere ömür.
Onu görünce düşmanımı görür gibi oluyorum. En kanlı katiller bile benim gözümde ondan daha masum. Balıkları çok seviyorum. Amcam şehirde çalışıyor. Tatil günlerinde köye gelir, toprağıyla özlem giderir. Biriktirdiğim harçlıkları amcama verdim. Eksiğini de amcam tamamladı, güzel bir akvaryum aldı. İçine de dört balık koymuş: İkisi Japon, biri çöpçü biri de ay molly. Sen acıkınca daldır elini akvaryuma çiğ çiğ ye balıkları. Neyse ki Japon’un birini kurtardım. İnsan olamaz bu yaratık. Elime bıçağı alıp lime lime edesim geliyor Fikret’i.
Herkes kendi içinde saklıyor kederini. Defalarca annemi ağlıyorken buldum geceleri. Bir yandan Fikret’i izliyor bir yandan sessiz sessiz gözyaşlarını akıtıyordu. Dedemin sözleri çınladı kulaklarımda. “Evlat bu, atsan atılmaz satsan satılmaz.” derdi rahmetli dedem. Bir yıl önce kaybettik. Toprağı bol, mekânı cennet olsun.
Uyusa da uyanamasa diye her gece dua ediyordum yatarken. Her sabah erkenden cin gibi açıyordu gözlerini. Bir tek saniye bile onu görmeye tahammülüm yoktu. Evde olduğumuz sürece onunla karşılaşmamaya çalışıyordum. Ya gidip evin arka odalarından birine saklanıyor ya da alıp başımı tarlaya bahçeye çıkıyordum.
Birkaç gün önce okuldan geldiğimde annemi feryat ederken buldum. Vakit öğleni geçiyordu. Yaklaşık yedi sekiz saattir Fikret ortalarda görünmüyordu. Hiç böyle yapmamıştı. En fazla birkaç saat ortadan kaybolur kırıp döktükten sonra eve geri gelirdi. Annemin aramadığı yer, kaldırıp da altına bakmadığı taş kalmamıştı. Anne yüreği işte. Dizlerine vurup vurup dövünüyordu. Üzüldüğümü söylesem yalan olurdu. Nasıl olsa akşama kalmaz bir yerden çıkardı. O vakte kadar kafamızı dinleyecektik fena mı?
İkindi vakti de geçmişti. Fikret hâlâ gelmemişti. Açıkçası ben bile telaşlanmaya başlamıştım. Babam köylüleri toparladı. Fikret’i aramaya koyuldular. Bir yandan da Jandarma aramaya başlamıştı. Ben ve annem sabırsızlıkla gelecek olan haberi bekliyorduk. Hava iyice kararmıştı. Ben Fikret’in çıkıp geleceğine inanıyordum. Ağabeyim kötüydü, zarar verendi, hepimizi yıpratandı. Dokuz canlıydı. Üstelik iyiler hep üzülüyordu. Kötülere bir şey olmuyordu. Ona da olmazdı. Kötüydü çünkü. Fikret bu, kesin bir ağacın dibinde uykuya kalmıştı.
Pencereden bakarken büyük bir kalabalığın eve doğru geldiğini gördüm. Annemle beraber bahçe kapısına doğru koştuk. Babamın ellerinde Fikret’in bir çift ayakkabısı vardı. İyi de Fikret neden yoktu? Köyün dışındaki dere kenarında boğulmuş olarak bulunan Fikret’i caminin morguna götürmüşlerdi. Annem, bir yandan saçını başını yolarken bir yandan da ona sahip çıkamadığı için kendini suçluyordu.
Şuramda tam boğazımın ortasında bir şeyler düğümlendiğini hissetim. Kalbimin üstüne hiçliğin yumrukları inip kalkıyordu. Güneşin bir daha doğmamasını, yıldızların gökyüzünü ışıtmamasını arzuladım. Gözlerim karanlığın dehlizinde kayboluyordu. Ağlayamadım. Sadece yutkundum acı acı. Meğer ben ağabeyimi ne kadar da çok seviyormuşum.
…
Yarpuz Edebiyat Dergisi Temmuz 2021TEZAT
…