Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Sürgün | Zeynep Mete Uçak

14.02.2022
621
A+
A-
Sürgün | Zeynep Mete Uçak

Gece gibiydi rengi, morun ve karanın bütün tonları aksetmişti ruhuna. Çiçek gibi açılmıştı grinin siyahın alangirli renkleri, karışmıştı sokağa.

Sımsıkı sarılacaktı gördüğü zaman, nefesini tutacaktı bir daha vermemesine.
Adımlarını sıklaştırdı, belki son defa görecekti. Belki ilk defa ölecekti kollarında. Sokaklar çıkmaza girerken anılarına sarıldı kırmızı kaşe mantosuna sarılır gibi.
Onu bıraktığı gün hiç çıkmamıştı aklından, yine 14 şubattı kasvetli bir hava. Tam beş sene evvel, akşam üstü. Üstünde kırmızı kaşe montu ayağında parmak arası terlik. Saçları darmadağınık, gülümsemesi donmuştu yüzünde.
İstemeyerek arşınlamıştı kaldırımları gözündeki yaş düşmeden varmalıydı. O ise gülümsemesinden hiç taviz vermiyordu. Pembe yanaklarına şubatın ayazı vurdukça  kırmızıya çalıyordu. Uzun kirpikleri birer şövalye gibi koruyordu ela gözlerini.
Üstünde karbeyaz hırka, onu sıcak tutsun diye sardığı sarı turuncu battaniyesi vardı. Ve göğsüne iliştirdiği not. “Kimseye vermeyin oğlumu iyileşir iyileşmez alacağım onu”
Yakalandığı hastalığını yener yenmez alacaktı kuzusunu.
Dile kolay beş sene mücadele etmişti, o savaştıkça, kazanıp kazanıp kaybetmişti oyunu. Nihayet bütün organlarını ele geçirmişti amansız düşman.
Evladının hasretine dayanacak gücü kalmamıştı.
Ve bugün herşeye rağmen yola çıkmıştı, son bir kez karşısına çıkıp sarılacaktı var gücüyle.
Tanımayacaktı muhakkak ama belki kalbi kıpraşırdı gördüğü zaman ve belki de kan çekerdi.
Anlatamazdı ona hastalığını ve niçin bıraktığını. Elinde buruşturduğu mektuba baktı acıyarak kendisine, çünkü yenilmiş olarak dönmüştü.
İşte görünmüştü eski bina, bahçesinde koca çınar ağaçlarıyla bekliyordu. Kaç çocuk büyümüştü burada anasız babasız çınarların gölgesinde.
Kendisi de burada büyümüştü, onun için hiç yabancılık duymadı demir kapıyı açarken. İki adım ileri giderken bir adım geri kaçıyordu. Halbuki ne çok beklemişti bu anı.
Ne demeliydi anne, teyze, abla hangisi olmalıydı.
Bahçeye yapılmış bir kaç kardan adamdan fikir alsa mıydı?
Kalbi küt küt atarken ayakları niçin direniyordu.
Sıklaştırdığı adımlar yavaşladı çocuklar bahçeye çıkarken. Her birinin meraklı bakışlarında arandı. Tanır mıydı acaba? Ya o tanır mıydı acaba?
Hiç değişmemişti yurdun o sevimsiz suratı. Duvarlar yine açık yeşil boyalıydı ve resimler aynı yerlerinde aynı vurdum duymazlıkla bakıyorlardı. Oysaki her santiminde acı vardı, gözyaşları saklıydı açık kapılar ardında. İçli içli ağlardı çocuklar burada.
Koridorda ki aynada kendisini gördü mide bulantısıyla tiksindi görüntüsünden. Bir deri bir kemik kalmıştı. Nasıl bakacaktı oğlunun yüzüne. O da tiksinir miydi annesinden.
Ayakları geri geri gidiyor kalbi ileri atlıyordu. Bir kez sadece bir kez dokunsa evladına. Annelik yapamamıştı ama bir kez saçını okşarsa belki kurtulacaktı çektiği acılardan.

Merdivenleri çıktı yavaş yavaş sürgüne gider gibi. Müdürenin kapısını tıklattı. İçeriden tok bir ses “girin” dedi.
Önündeki bilgisayara gömülmüş ellili yaşlarının ortasında olan hafif tombul kadın gözlüklerin altından baktı.
“Sen misin? Geldin mi?”

Dudaklarına zorla yerleştirdiği gülümsemesini bozmadan çenesi titreyerek cevap verdi.
“Geldim!”
“Görecek misin onu, iyileştin mi?”
“Olmadı yenemedim ama göreceğim dayanılmaz oldu hasreti. Dayandın mı diye sorma. Belki bu hasret parçaladı beni. Küçük küçük parçalara ayırdı sonrada yedi beni. Bilemiyorum!”
Müdüre yerinden kalktı koca pencerenin önüne geçti baş işaretiyle onu da çağırdı yanına. “Bak orada!”
Müdürünün baktığı yöne baktı. İşte oradaydı Can’ı… Nasıl da büyümüş, delikanlı olmuştu. Koşup sarılmak istedi, kapıya yöneldiğinde çoktan çözülmüştü dizlerinin bağı, olduğu yere yığıldı.
Müdüre kolonya ile gelmiş bileklerini ovarken hademeye Can’ı odasına getirmesini söylüyordu.
Zar zor yerinden kalktı ve siyah deri koltuğa oturdu.
Can geldiğinde Feride’nin dili tutulmuştu.
“Can seni bu ablayla tanıştırmak istiyorum adı Feride seninle arkadaş olmak istiyor. Ara sıra gelip seni  görecekmiş” diye konuşuyordu Müdüre Hanım…
Ama bunları duymuyordu Feride, gözleri Can’a kilitlenmişti.
Can bir yerlerden tanıyormuş gibi iki adım attı. Feride’nin gözünde dolu dolu göz yaşını fark etti. “Niçin?” diye sorguladı dilini kullanmadan.
Feride uzandı tuttu ellerinden, bahar gelmişti yüreğine, saçlarını okşarken ela gözlerinde kayboldu. Dizlerinin üstüne çöktü ve bağrına bastı yavrusunu. Ela gözlerde biriken yaşlar kendiliğinden düşmüştü Feride’nin omuzlarına. Ne olup bittiğini anlamasa da ağlıyordu Can’da.
İçinden bir şeyler koparak ayrılıyordu.
Bir hıçkırık duydu müdüre bir de şarkı mırıldanıyordu feride…
Gidiyorum bütün aşklar yüreğimde
Gidiyorum kokun hala üzerimde
Ve olduğu yerde yavrusunun ellerinde belki de hayatında ilk defa mutlu bir halde geldiği gibi gitmişti sürgüne.

Zeynep Güneş
Zeynep Mete Ucak kimdir? Yazı Atölyesi Yazarı... İlgi çekici kurgular, Akıcı bir dil. Kendinizi kaptıracağınız, başından itibaren merak uyandıracak çarpıcı hikayeler...sürükleyen öyküler ve halka şiirler yazan Realist, farklı, muhalif Şiir ve Öykü Yazarı
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.