En İyi Yabancı Filmler
Son Zamanların En İyi Yabancı Filmleri / Yazı Atölyesi
1:Limit Yok
2:Sherlock Holmes
3:Maymunlar Cehennemi
4:Ejderha Dövmeli Kız
5:X-Men
6:Mr. Nobody
7:Avatar
8:12 yıllık esaret
9:Soysuzlar Çetesi
10:Can Dostum
Filmin Özeti: Robert Neville başarılı bir bilim adamıdır ve insanlığı yok edeceğine inanılan,önüne geçilemez tehlikeli virüs ona bulaşmamıştır.Virüs çok kısa bir zamanda insanların ölümüne sebep olmuş, sonuçta Neville New York’ta hayatta kalan tek insan olmayı başarmıştır.Ancak Neville’in durumu çok zordur çünkü belki de dünya üzerindeki tek insan kendisidir.Üç yıl boyunca dolaşmakta, yaydığı radyo mesajları ile hayatta kalan insanlara ulaşmaya çalışmaktadır. Herhangi bir canlıya rastlayamayan Neville aslında yalnız değildir ve her hareketi izlenmektedir.Salgından sağ kurtulan eski insan-yeni mutantlar Neville’in ölümcül bir hataya düşmesini beklemektedirler.
Mini Yorum: Bu filmin üstüne hala Zombie filmi çekiyorlar ya hiç anlam veremiyorum.Bir şeyin çok iyisi yapıldıysa onu geçemeyeceksiniz o şeye bulaşmayacaksınız arkadaşım.Şu filmdeki senaryoyu, oyunculuğu, sıra dışılığı, zekayı, çok yönlülüğü geçmeyi bırak yakalamak bile zor.Film muhteşem değil kesinlikle, ama zaten konu itibariyle beklenti otomatikman düşmeli. Ne olabilirdi ki.Türünün en iyilerinden hatta belki en iyisi..
Filmin Özeti: Autobotlar ve Decepticonlar arasındaki mücadeleye tanık olun! Çünkü onlar aramızda…Binlerce yıl öncesinde dünyaya gelen mekanik robotlar yeniden uyanır.Teknolojik olarak daha üstün bir ırk olan robotlar arasındaki savaşa dünyalılar da tanık olacaktır.
Mini Yorum: Küçüklüğümde çizgi filmlerini bir türlü sevemediğim Transformers, sinemaya uyarlanınca ilgimi çekmemişti.Yapılan olumlu yorumlardan sonra izleme kararı aldım.Film beklentilerimin çok üstünde çıktı.Beğenerek izledim.Aksiyon ve macera bir saniye bile azalmıyor, sıkılmadan 2.5 saat geçirebiliyorsunuz.Yönetmen Bay ise işini çok iyi yapmış, grafikler harikaydı.Oyuncular ise orta düzeydeydi.Lebouf iyi bir iş çıkarmıştı.Megan Fox’ ise yetersiz kaldı, güzel olabilir ama herkes iyi bir oyuncu olmadığı konusunda hem fikir.Tyrese Gibson’un olması da filme artı katmış.Filmin diğer bir artısı da müzikleriydi.Filme çok iyi uyum sağlamış ve izleyiciyi havaya sokan bir tarzda.Genel anlamda üst düzey bir film.
48. Bay Evet (Yes Man)
Filmin Özeti: Filmde Jim Carrey, kendi kendine yardım programına yazılan Carl Allen adlı bir adamı canlandırıyor. -Söz konusu program tek ve basit bir ilkeye dayanmaktadır: Her şeye “evet” demek. İlk başta, evet gücünü açığa çıkarmak Carl’ın hayatını inanılmaz ve beklenmedik biçimlerde değiştirir, ama çok geçmeden anlar ki hayatını sonsuz olasılıklara açmanın bazı olumsuzlukları da olabilmektedir.
..
Mini Yorum: Moraliniz mi bozuk canınız mı sıkkın moral bozukluğu ve can sıkıntısına ilaç gibi gelecek 10 numara bir film yapmışlar diyebilirim.Bazı sahneleri varki (bankaya taş atma, silah ile hedefi bulmaya çalışma ve benzer) defalarca geriye sarıp izlemek isteyebilirsiniz zira ben öyle yaptım.Jim Carrey için ne desem boş artık adam yapmış yine şovunu arkadaş helal olsun.Filmi yine en son izleyen ben oldum kanımca hala benim gibi arkadaşlar varsa bu yazıyı okur okumaz bir dakika bile düşünmeden bu muhteşem komediyi izleyin derim benden söylemesi..
47. Asla Pes Etme Serisi
Filmin Özeti: Jake’in hayatındaki yeni dönüşümler, okulun en güzel kızı Baja ile tanışmasıyla başlar. Onun davetiyle bir partiye katılan Jake, orada Ryan adlı bir gençle istemeden kavga eder. Dövüşü kaybedince de çevresi tarafından küçümsenmeye başlar. Arkadaşı Max, Jake’e karışık savunma sanatları sporundan bahseder. Jake, bu sporun başlı başına bir sanat olduğunu fark eder.
Mini Yorum: Fevkaledenin fevkinde bir dövüş filmi idi bana göre.Gençlik, romantik ve dram gibi türlerle harmanlanınca daha güzel bir film çıkmış ortaya.İzlerken oldukça beğendim, vakit nasıl geçti anlamadım; keşke öyle bir ortamım olsa diye de hayal etmedim değil :)) Kısaca izlenmesi gereken güzel bir yapımdı.Kesinlikle bu listede yer almayı hakettiğini düşünüyorum..
46. Wanted
Filmin Özeti: Babası öldürülen Wesley Gibson’a (James McAvoy), babasının intikamını alma fırsatı teklif edilir.Kötü adamları yok eden bir suikastçi olarak ünlenen babası bir suikaste kurban gitmiştir.Babasının bıraktığı yerden yola devam etmeye kararlı olan Gibson, babasının ortağı Sloan’dan (Morgan Freeman) eğitim almaya başlar.
Mini Yorum: Aksiyon seviyorum ama bu filmi daha izlemedim mi diyorsun? Bu zamana kadar izlemediğin için pişman olabilirsin o zaman.Bu kadar kaliteli oyunculuk ve fantastik öğeler barındıran bir aksiyon zor gelir sinema sektörüne.Mutlaka izlemenizi öneriyorum..
45. Charlie´nin Çikolata Fabrikası (Charlie And The Chocolate Factory)
Filmin Özeti: Charlie ailesi ile zor bir şekilde geçinen fakir bir çocuktur. Tüm dünya ve Charlie, çikolata fabrikasıyla zengin olmuş Willy Wonka’nın esrarengiz ve yıllardır kapalı olan fabrikasını merak etmektedir. Ama bir gün Willy Wonka 5 çikolata ambalajının altına altın bilet saklamıştır. Altın biletleri bulan 5 çocuk fabrikaya girme hakkına sahip olacak ve içlerinden biri hayallerinin ötesinde bir dünyaya kavuşacaktır. Ve Charlie ise çikolata alamayacak kadar fakir olmalarına rağmen o fabrikaya girmek için elinden geleni yapacaktır.
Mini Yorum: Tim Burton fantastik dünyanın kapılarını bize açarak hayallerimizin ötesinde bir dünyaya götürüyor bizi.Bukalemun Jonny Depp’i bu filmi ilk izlediğimde tanıyamamıştım.Defalarca izledim ve yine izledim.Bir gün onun Karayip Korsanları’nda Jack Sparrow oldugunu öğrendiğimde ise çok şaşırmıştım.Tim Burton’la iyi işler yaptılar.Bu filmde aslında ahlaki açıdan ve göndermeleri açısında yararlı bir film.Tim Burton, Jonny Depp aracılığıyla mesajı her zaman alıcıya teslim etmeyi başarmıştır 😉 Filmdeki altın bileti kazanan 5 çocuk karakterimiz aslında insanların zaafları üzerine oluşturulmuş… Aç gözlü çocuk, hırslı çocuk vs. bunun gibi düşünülmesi gereken 5 karakter. Ve Charlie ise içlerinde tek farklı olanıdır. Kostüm, mekan, oyunculuklar ve müzikleriyle izlenmesi gereken bir yapım…
44. Yenilmezler (The Avengers)
Filmin Özeti: Yenilmezler, Marvel’in en çok iz bırakan kahramanlarını bünyesinde topluyor: Demir Adam, Hulk, Thor, Kaptan Amerika, Hawkeye ve Black Widow. Beklenmedik bir düşman su yüzüne çıkıp dünyanın güvenliğini tehdit etmeye başlıyor. S.H.I.E.L.D. adıyla bilinen uluslararası barışı koruma teşkilâtının yöneticisi olan Nick Fury, dünyayı böylesi bir felâketten kurtarmak için bir takıma ihtiyacı olduğunu anlıyor. Takıma adam seçmek için dünyanın dört bir yanını gezmeye başlıyor.
Bir Marvel filmi olan Yenilmezler’de hiç beklenmedik bir düşmanın küresel güvenliği tehdit etmeye başlaması üzerine bir araya gelen bir süper kahraman ekibi, Dünya’yı felâketin eşiğinden kurtarmaya çalışıyor.
Başrollerini Robert Downey Jr., Chris Evans, Mark Ruffalo, Chris Hemsworth, Scarlett Johansson, Jeremy Renner ve Tom Hiddleston’un paylaştığı bu ekibe Stelan Skarsgard’la Samuel L. Jackson eşklik ediyor. Joss Whedon’un Zak Penn ile birlikte yazdığı hikayeden senaryolşatırdığı ve yönettiği Yenilmezler, ilki 1963 yılında basılan ve o günden beri Marvel’in en sevilen çizgi roman serilerinden biri olan “The Avengers”tan uyarlandı. Aksiyon ve olağanüstü özel efektlerle dolu, muhteşem bir filme hazır olun.
Mini Yorum: Çocukluktan beri aşina olduğumuz çizgi filmleriyle büyüdüğümüz en sevdiğimiz süper kahramanların ete kemiğe bürünmüş haliyle filmi seyretmek apayrı bir duyguydu.Filmin görselliği savaş sahneleri ve komedileriyse filme sıkı sıkı tutunmanızı sağlıyor.Bana göre süper kahraman filmi sevenlerin kesinlikle izlemesi gereken bir film, tabi bundan önce Thor filmini izlemeleri daha da iyi olabilir.Ayrıca Avengers filmi bittikten sonra kesinlikle kapatmayın; iki sahne daha bulunuyor ki en son sahne beni gülmekten kırdı geçirdi diyebilirim.O en sevdiğimiz kahramanlar dönerciye gidip döner yiyorlar şaka değil gerçek, hemde şehrin o harap haliyle 🙂
Filmin Özeti: 0 İlk Öpücük’ün ana karakterleri seviş-bırak zihniyetinde bir Kazanova olan Henry ile her gece hafızasının silinmesine yol açan ender bir nörolojik rahatsızlığa sahip sanat öğretmeni Lucy. Soğuk deniz canlıları veterineri olan Henry Roth bütün geleceğini planlamıştır.Hawai’deki Deniz Yaşamı Parkı deniz hayvanlarına bakmadığı zamanlarda, tatil aşkı arayışındaki turistlerin kalbini çalmakla meşguldür.
Henry için uzun süreli bir ilişki söz konusu değildir, zira böyle bir şey, 10 yıldır planladığı Alaska’ya tekneyle gidip morsların sualtı yaşamını inceleme hayallerini sekteye uğratır. Henry, rüyalarını gerçekleştirmeye çok yaklaşmıştır ki, teknesi Sea Serpent (deniz Yılanı) bir talihsizlik yaşar ve Henry kendini Hukilau Café’de bulur. Buradaki müdavimler onu güvenmeyen bakışlarla süzerken, Henry’nin bakışlarıysa müşterilerden güzel Lucy Whitmore’a takılır. Henry, tek başına kahvaltı eden Lucy’ye görür görmez çarpılır. Genç kızın gözlemeleri metodik bir biçimde kesip mükemmel çadırlar haline getirişi ilgisini çeker ve Henry, ertesi gün tekrar Hukilau’ya gider. Lucy yine yalnız oturmuştur ve bu kez gözlemelerini mükemmel kulübeler haline getirmektedir. Gözleme kabininin kapısı bir türlü kapanmayınca, Henry bu fırsattan yararlanır ve Lucy’nin yanına gidip, kürdandan bir kapı menteşesi yapar.
İki genç gözlemelerden ve deniz memelilerinden bahsederken, Henry, Lucy’ye gitgide daha büyük bir ilgi duymaya başlar. Oralı kızlarla çıkma konusundaki kuralını hiçe sayarak, Lucy’yi ertesi gün beraber kahvaltı etmeye davet eder. Ama bir sonraki gün Café’ye gidip, bir önceki günkü sohbetlerden söz edince, Lucy onun bir tür sapık olduğunu düşünür ve etraftan yardım ister. Henry’nin kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktur. Henry anlar ki eğer Lucy’nini sevgisini kazanmak istiyorsa, hayatı boyunca her gün tekrar sıfırdan başlamak zorundadır.
Mini Yorum: Romantik bir komedi filmi defalarca karşılaşıp defalarca öpüşüp ama hatırlamayıp her seferinde ilk olması nasıl bir duygu?! Evet! ; Filmimiz bunu anlatmakta tekrar, tekrar,tekrar… 🙂 her şeyi Sil baştan yaşamak! Güzel bir romantik komedi, tavsiye edilir…
42. Amelie (Le Fabuleux destin d’Amélie Poulain)
Filmin Özeti: Paris’te garsonluk yaparak, kendine özgü bir dünyada yaşayan saf, çekingen ve masum bir kızdır Amelie. Annesinin beklenmedik ölümü, babasının soğuk tavırları ve yaşadığı travmalar sonucu, sevimli ve boş şeylerle uğraşarak kendisine eğlence yaratmaya çalışsa da aslında hayatı sıkıcı bulduğu için kendisini son derece yalnız hissetmektedir. Bu kısır döngü Amelie’nin evde bulduğu bir kutuyu ve onun aracılığıyla sahibini keşfetmesiyle birlikte bir anda bıçak gibi kesiliverir… Amelie aşık olmuştur.
Mini Yorum: Tüm insanlara yardım ederek, beyaz yalanlar ile insanları mutlu ederek ve kimseye zarar gelmesin diye kendisini gösteren bir kızın hayatını düşünebiliyor musunuz? Acaba böyle yaşanabilir mi diye insan kendi kendisine soruyor.. Burada bir genç kızın tam olarak hayatını her zaman tek başına geçirmek üzereydi ama bulduğu bir kutu ile ve yakaladığı hayat ikizi olan bir erkeğe aşık olması ile hayatını gidişatını değiştirebilecek mi? En azından Amelie hayatındakilerin değerini biliyor.. Bizler bunu bilemiyoruz.Senaryo bakımından kurgusu gerçekten de çok güzeldi, her ne kadar hızlı olsa da bizleri gerçekten de hayatta anlamlı olan bazı olayları gösteriyor.Filmi izledikten sonra şöyle bir düşünüp kendimize soruyoruz.Bizim böyle bir hayatımız olsaydı eğer ne yapabilirdik diye? Amelie’nin o bakışları ve yüz ifadesi ile yaşanan olayları da ele alırsak çok güzel bir film izlediğimizi düşünebiliriz.Her ne kadar arkadaşlarımız Fransız yapımlarına biraz uzak dursa bile bu filmi mutlaka izlemesi gerektiğini söyleyebilirim.Oyunculara bir göz atarsak eğer bilindik olan 4 tane oyuncumuz var Amelie karakteri için Audrey Tautou gerçekten de harika bir seçim olduğunu söylemek mümkün.izleyenler sanki A.Tautou ‘ nun bu rol için yaratıldığını görüyoruz..Kısacası güzel bir Paris havası görmek isteyenler ve hayatta en ufak yaptığımız olaylardan bile mutluluk duymamız gerektiğini söylüyor.Filmde ele alınan ve bir o kadarda harika olan replikleride kaçırmamak gerekir.. İzlemeniz gereken bir Fransız yapım Amelie.. 8.3 puan’ı hak ettiğini düşünüyorum ve sizlere mutlaka bir gün izlemelisiniz demeden geçemiyorum.
41. Kill Bill Serisi
Filmin Özeti: ‘Gelin’ (The Bride) takma adıyla bilinen kiralık katil, düğünü sırasında saldırıya uğrar. Kilisedeki herkes öldürülür.O da karnındaki bebeğini düşürür ama hayatta kalmayı başarır.5 yıl boyunca komada kalan Gelin, bir mucize eseri hayata geri döner.Artık tek amacı vardır: Ona pusu kuran eski patronu Bill ve adamlarını teker, teker öldürmek.Bill’i en son öldürecektir.Gelin intikamını almak için yola koyulur.
Mini Yorum: Şimdi öncelikle şuna açıklık getirmekte fayda var: Abartı sahneler bilerek ve istenerek konulmuştur.Zira Tarantino’nun uzak doğu-karate filmlerine büyük merakı vardır. Ve günü geldiğinde benzer tarzda bir film çekmek istediğini ve Kill Bill serisinin de bu nedenle doğduğunu bir çok kez açıklamıştır.Yani o abartı kanları şelale olup aktığı tek kılıç darbesiyle 50 kişiyi öldürmenin bir esprisi var… Bu mantığı bilerek filmi izlediğiniz taktirde film çok keyifli ve sürükleyici gelecektir.Yıllarca Kill Bill serisini izlememek için direndim.Ancak sonunda tv başına geçip izlediğimde keşke sinemada izleseydim.Hay inadıma… dedim.O yüzden ön yargınızın kurbanıysanız hala bence kırın inadınızı oturun izleyin. Bence pişman olmazsınız…
40. Not Defteri (The Notebook)
Filmin Özeti: Sararmış bir not defterinden anlatılan ve yıllar önceden kopup gelen bir aşk hikayesi.40’lı yıllarda ABD, Kuzey Karolayna’daki sahil kasabası Seabrook’a genç bir kız gelir.Ailesiyle geçireceği sakin bir yazı hayal eden Allie bir karnavalda tanıştığı Noah’la yakınlaşır.Noah kızı gördüğü anda hayatını birleştirmesi gereken insan olduğunu anlar.Genç kız zengin bir ailen geldiği ve delikanlı da değirmende çalışan bir işçi olduğu halde geleceği hiç düşünmeden rüya gibi bir yaz geçirirler ve iyice aşık olurlar. II. Dünya Savaşı’nın kızıştığı bir dönemde hayat, aşıkları ayırıverir.Sevdiği kızı aklından hiç çıkarmamış olan Noah savaştan döner. Oysa Allie gönüllü olarak çalıştığı bir askeri hastanede tanıştığı Lon ile evlenmek üzeredir.
Mini Yorum: “… Benim için bir şey yapar mısın lütfen ? Benim için hayatının 30-40 yıl sonrasını gözünün önüne getirmeye çalış lütfen. Eğer o adamla görüyorsan git !… Seni bir kez kaybettim ve eğer gerçekten istediğin oysa sanırım tekrar kaybetmeye dayanabilirim. Ama sakın kolay yolu seçme ! …” Aşkın sıcaklığını, aşkın acısını, aşkın güzelliğini, aşkın mutluluğunu ve verdiğini unutulmaz anıları … Aşkı bu kadar güzel anlatan filmler bulmak zor. Film, aşkın tüm duygularını apaçık ortaya seriyor. İlk çiftin farklı hayatları olan farklı yerlerde oturan , farklı kültürleri olan aynı duyguları … Film başlangıcı ortası sonu mükemmel planlanmış ve beyazperde’ye aktarılmıştır. Filmin denizden gelen sessiz müzikleri insanı ruhunu bir hoşnuk bir tat bırakıyor. Farklı bir aşk hikayesi bu film farklı bir aşk hikayesi … Bir kasabada doğan aşkı aşk yapan iki çift. Bu çift herkese meydan okuyor herkese aşka bile … Allie (Rachel McAdams) yaz tatili için ailesiyle bir kasabaya gider. Kasabada Noah (Ryan Gosling) Allie’ye ilk görüşte aşık olur. Ve hazin bir aşk hikayesi böyle başlar… Fakat bu kişi çift birbirlerine o kadar sıkı aşık olurlar ki yaptıkları çılgınlıklar, mutluluklar geçirdiği güzel anılar… Ama onlar birbirlerinden ayrılması o kadar uzun sürmemişti. Aşk onlara güzel oyunlar hazırlamıştı bile. Olaylar çok farklı ilerliyor. Anlatmak olmaz ama Allie zengin bir kız Noah sıradan bir aile çocuğu yani olayları tahmin etmeniz o kadar da zor değil ama izleyin ve o acıları, mutlulukları, hüzünleri gelin filmde beraber yaşayalım İzlediğim en iyi 3 aşk filmimde olan bu film harikulade bir şekilde yapılmış. Yönetmenin başarısı, senaryocuların zekice düşünmesi ve en önemlisi oyuncuların mükemmel performansı filmi izlerken bir çok duygu ile karşılaştım. Filmi izlerken bir yandan sevinç bir yandan hüzün bir çok duygu filme mükemmel şekilde sunulmuş. Senaryo sanki saat gibi hızlı ama bir yandan senaryonun mükemmelliği filmi kusursuzluğa yöneltiyor. Aşkı aşk yapan film. Hayat, aşk ve yalnızlık bir arada barındırmıyor hayat ya aşkı götürür insanı yada yalnızlığa genelde yalnızlığa itiyor. Çünkü hayat insanı avlar istediğini oynar. Ne zaman oyunu bitirmek istese o zaman bitirir. Ama bizlerde hayata oyun oynayabiliriz. Noah ve Allie’ hayata meydan okudu. Ve hayatı ters köşeye yatırmayı bildi.Filmi beğenmemek elde değil ben çok etkilendim. Hatta hayranlıkla izledim. Her şeyiyle beni etkiledi. En sevdiğim filmler arasında filmi kesinlikle tavsiye ederim. Hatta izleyenler tekrar izlesin. Şiddetle tavsiye edebileceğim ender bir film. İzlemeyenler çok şey kaybeder. Özellikle aşk filmi sevenler kaçırmasın derim.. “Filmin sıcaklığını ta içinizde hissedeceksiniz. Kiminin kor haline gelmiş aşk anılarını tazeleyecek, kimininse alevini daha da güçlenecek…”
39. Son Samuray (The Last Samurai)
Filmin Özeti: Bir sivil savaş gazisi olan yüzbaşı Woodrow Algren, 1870’lerin sonunda Winchester silahlarının sözcüsü sıfatıyla Japonya’yı ziyaret eder. Amacı; İmparator Meiji’nin askerlerini eğitmek ve silahlarının tanıtımını yapmaktır. Meiji’nin silahlarla donatılmış ordusu kalan son samurayları yok etmek için hazırlıklarını yaparken yüzbaşı Algren bir çatışma sırasında sakatlanır ve samuraylara esir düşer. Algren esir düştükten sonra samurayların lideri Katsumoto’dan onur ve savaş konusunda çok şey öğrenir ve iki taraf arasında bir seçim yapmak zorunda kalır.
Mini Yorum: Filmin yönetmeni Edward Zwick, 200 yıllık bir soyutlanma döneminden sonra Japonya’nın Batı’yla ilk önemli buluşmasının gerçekleştiği bu dönem; Son Samuray filminin de çıkış noktası her şeyden önce bir geçiş dönemiydi. Her kültürde, antikten moderne geçiş anı sancılı ve dramatiktir. Aynı zamanda fevkalâde görseldir. Her bir görüntü, her bir yer, her bir oda, eskiyle yeninin bir arada bulunuşunu yansıtan bir hikâye anlatır. Melon şapkalı bir adam,kimono giyen bir kadının yanında yürür. Tüfekle birbiri ardına atış yapan bir adam,kılıç sallayan bir düşmanla karşı karşıyadır? diyor. Çokta güzel kameraya yansıtıyor bu hikayeyi… Filmin hakkını vermek gerek. İzlediğinin üzerinden 24 saat geçmeden hafızandan silinen filmlere hiç benzemiyor son samuray… İzlerken hikayeyi hissedip kendine de pay çıkartıyor insan Katsumoto gibi kendini onuruna adayan ve Algren gibi bu onura saygı duyup önünde eğilenler olduğunu düşünmeden edemiyor..
38. Sıkıysa Yakala (Catch Me If You Can)
Filmin Özeti: FBI’ın ünlü “En Çok Arananlar” listesinde yer alan en genç dolandırıcısının gerçek yaşam öyküsü… Frank Abagnale Jr henüz 18 yaşına gelmeden doktorluk, avukatlık ve büyük bir hava yolu şirketinde pilot yardımcılığı yapmtı. Kılık değiştirme ustası olan Abagnale, aynı zamanda son derece zeki bir dolandırıcıydı. 16 yaşındayken başladığı çek sahtekarlığını 26 ülkede sürdürerek 2,5 milyon dolar çapında dolandırıcılık yaptı. ABD tarihinin en başarılı banka soygununu gerçekleştirdi.
Mini Yorum: Çok zeki bir adamı anlatan ve onu kovalayan bir FBI Ajanının harika macerası. Tom Hanks in oynadığı her film benim için başyapıt olmuştur. Gerçek hayattan uyarlanan filmler sinemada genelde zayıf kalır ama bu film harika. Ailenin önemini de konu olarak içinde barındıran başarılı bir film, harika senaryo harika oyunculuk. Her şeyi ile çok başarılı bir Steven Spielberg filmi. Christopher Walken en beğendiğim bir oyuncuda o, onunda filmde olması çok güzel. Steven Spielberg’inde yönetmenlik kariyerinde çok kez Tom Hanks ile çalışmış olması ayrı bir güzel yan. Son dönemde ” Tenten’in Maceraları – Savaş Atı ” gibi izlenesi filmler yaparak başarısını devam ettiren bir adam. Evet, bu zeka dolu filmi izlemenizi tavsiye ederim.
37. Yedi (Seven)(Se7en)
Filmin Özeti: Cinayet masasından iki dedektif bir seri katilin peşine düşer. Bu katil, cinayetleri dünyayı yedi ölümcül günahtan temizlemek için işlemektedir. Bu günahları işleyenlerden bir liste yapan katil, kendini tanrının görevlisi sayar ve kurbanlarını acımasızca öldürür.
Mini Yorum: Gösterim tarihi açısından yazımıza biraz ters bir film aslında çünkü 95 yapımı bir film. Fakat dayanamayıp bunu da eklemek istedim ve bu tarzda 2-3 90’lı yılların filmini de ekleyeceğimi şimdiden belirtmek isterim. Uzun süre sonra oturup tekrar izledim de… Bir film, özellikle finalleriyle değer kazanan bir polisiye film, tüm hikayesi bilinmesine rağmen tekrar izlendiğinde hala aynı tadı hala aynı etkiyi verebiliyorsa işte o gerçek bir klasiktir. Türünde tarihin en iyi örneklerinden; harika senaryosuna harika oyunculuklar eklenerek oluşturulmuş muhteşem bir baş yapıt. Sinema bu film yapılsın diye üretilmiş sadece sanki. Bazen hayatı ve ölümü keşfetmeye üstüne film yok, tartışmasız türünün en iyi filmidir.Hala izlemeyen varsa çok şey kaçırmış demektir..
Filmin Özeti: Truman çok güzel bir adada yaşamaktadır… Fakat bu ada, Truman dışında her şeyin sahte olduğu bir ortamdır ve doğduğu günden itibaren devamlı olarak seyirciler tarafından izlenmiştir. Truman, bunun hiç farkında olmaz, ta ki öldüğünü sandığı babasını görene dek.
Mini Yorum: En iyi 50 yabancı film listesi yapılır da Jim Carrey orada olmaz mı? Tabiki de olur, hemde 98 yapımı bir filmle! Ah Truman senin kaderini yaşayan binlerce oyuncu var bu dünyada, görüyoruz tv programlarında hayattan hiçbir beklentisi olmayan çaresiz, yapacak bir şeyleri olmayan insanları rayting denen sistem için kullanılanları söyler misiniz bu insanların Trumandan ne farkları var.Bence yok.Filmden ben bunu çıkarabildim en azından sizler başka anlamlar çıkarmışssınızdır.Fimle ilgili yorumlara gelince sonu bence biraz daha uzatılabilirdi.Truman gerçeği öğrendikten sonraki hayatını gösterselerdi keşke…Truman rolü için Jim Carrey den başkası olamazdı herhalde kendine özgü mimikleri,sevecen tavırları bize Truman’a üzülmek için daha çok sebepler veriyor.Truman izlerken bir dk bile sıkılmadığınız,anlatmak istediklerini anlatıp gereksiz ayrıntılara girilmeyen,sonunda iyiki izlemişim bu filmi kelimesini kullandıttıracak bir film.Son olarak sanki filmin bazı yönleri Açlık Oyunlarına benziyor.Acaba diyorum Açlık Oyunları yazılırken Suzanne Collins bu filmden biraz esinlenmiş olabilir mi?
35. Makas Eller (Edward Scissorhands)
Filmin Özeti: Mucidinin ani ölümü, Edward’ın elleri yapılmadan yarıda kalmasına yolaçar, elleri yerine uzun, keskin metal parçaları vardır… Edward merhametli bir Avon hanımefendisi onu ailesiyle beraber yaşamak üzere evine götürene kadar karanlıkta yalnız yaşar. Ve sonra da Suburbia isimli pastel cennetteki fantastik maceraları başlar…
Mini Yorum: Bir film hem eğlenceli hem fantastik hem romantik hem dramatik hem aile filmi hem de masal tadında olabilir mi? Yapımından 10 yıl geçtikten sonra izlememe rağmen asla unutmak istemeyeceğim filmlerden. Tim Burton insan değil orası kesin 🙂 Filmlerinde işlediği dünyaların sıra dışı bir mükemmelliği var. Filmlerinin hepsi gerçeklikten uzak fakat gerçek hayatta olan doğruları ve yanlışları harika yansıtıyor. Tim Burton severlerin kötü yorumu olacağını sanmıyorum ama film boş derseniz, kendinize dönüp bakmalısınız derim. Naçizane bir öneri tabi benimki 🙂 Johny Depp’in olağanüstü oyunculuğuyla film içime işledi.Tek kelime ile harika!
Filmin Özeti: Filmde arkadaşlarının düğününden iki gün önce bekarlığa veda partisi vermek için Las Vegas’a giden dört arkadaş,sarhoş oldukları parti gecesinin sabahında odalarında bir kaplan, tavuklar ve dolapta ağlayan altı aylık bir bebek ile uyanırlar. Ayrıca damat ortada yoktur. Bir gece öncesine dair hiçbirşey hatırlamayan üç arkadaş ip uclarını takip ederek işlerin nerede kontrolden çıktığını bulmak zorundadırlar. En önemlisi de damadı bularak zamanında Los Angeles’a düğününe yetiştirmeleri gerekmektedir.
Mini Yorum: En yakın arkadaşlarımla gittiğim ve kendimi onların yerine koyup günlerce etkisinde kaldığım bir komedi filmi. Kesinlikle matrak arkadaşlarınız varsa onlarla gitmeniz gereken bir film. Böyle filmleri seviyorum abi. Benim içimi ısıtıyor, tamam belki argo, müstehcen yerleri var fakat eğlendirici…3-4 arkadaş klasik amerikan erkekleri, biralar, cool ve relax olma..Amerikanlar pek sevilmese de ne yalan soyleyeyim hepimizi bir şekilde kendilerine imrendiriyorlar. Filmde herşey var. Aksiyon, macera, gerilim, komedi.. Benim için kusursuz bi komedi filmi olmuş, her şeyiyle baştan sona mükemmel.Eğer evde kolanız varsa, biraz da yanına mısır patlattınız mı ,koltuğunuza yaslanıp izleyin.İyi seyirler..
33. Zindan Adası (Shutter Island)
Filmin Özeti: “Departed-Köstebek” ile Oscar ödülü kazanan yönetmen Martin Scorsese’in yönettiği “Shutter Island-Zindan Adası”nda, Massachussets sahili açıklarındaki bir adada suç işlemiş akıl hastalarının tedavi edildiği hastanedeki bir katilin esrarengiz şekilde kayboluşunu soruşturmakla görevlendirilen Teddy Daniels (Leonardo DiCaprio) ve Chuck Aule (Mark Ruffalo) adlı iki polisin baş döndüren hikayesi konu ediliyor.
Mini Yorum: Evet beyni yoran bir film.Hep bir korku havası olduğu için geriliyorsunuz ama sadece bununla kalıyorsunuz.İnandığının üzerine gitmek bedeli ağır olan şeyleri kabul etmek belkide en doğrusu sonuna kadar savaşmakta.Film resmen bir bıçak kesiği gibi bitiveriyor ne olduğunu anlamıyorsunuz.Sadece beyniniz getiriyor filmin devamını.Keyifli bir film, izleyin derim..
32. Akıl Defteri (Memento)
Filmin Özeti: Leonard Shelby, pahalı takım elbiseler giyer, son model bir Jaguar kullanır; bunun yanında ucuz, tanınmamış motellerde konaklar ve ödemelerini hep nakit parayla gerçekleştirir. Başarılı bir iş adamı görüntüsündedir… Ancak Leonard’ın tek işi intikam almaktır; karısının ırzına geçip öldüren adamın peşindedir. Şüpheleri polis tarafından dikkate alınmayan Leonard’ın yaşamındaki tek mücadelesi, adalet arayışı uzerine kurulmuştur. Katili belirlemesinde ise büyük bir zorlukla karşı karşıyadır. Leonard’ın nadir görülen, tedavisi olmayan bir hafıza kaybı hastalığı vardır. “Kaza” oncesi olayları tüm ayrıntılarına kadar hatırlayabilen Leonard, 15 dakika önce ne olduğunu, ne yaptığını, nereye gittiğini ve neden gittiğini bilememektedir.
Mini Yorum: Artık bu kadar iyi filmler çekilemiyor. Ya da biz Memento gibi iyi filmler izleye izleye beklentimizi yükselttik, bu sebeple hayal kırıklığımız bol oluyor. Bilemiyorum.Ama Memento türünün en iyilerindendir.Filmi uzun bir aradan sonra tekrar izledim. İkinci izlediğimde hatırladığım en iyi şey ilk izlediğimde hiçbir şey anlamamış olmamdı. Ama yine de daha dün izlemiş gibi çok iyi hatırlıyordum.Bu arada ne yazmam gerektiğini ve ne yaptığımı unuttum… Bir saniye notlarıma bakmalıyım 🙂
Filmin Özeti: Joel Barish (Jim Carrey)’in eski sevgilisi Clementine (Kate Winslet) yaşadıkları iki yıllık ilişkiye dair tüm anılarını gizemli tıbbi bir müdahale ile kafasından sildirir. Bunu öğrenen Joel çok üzülür ve aynı prosedürü kendi üzerinde uygulatmaya karar verir. Bütün anılarını sildirmek için derin uykuya yattığında, gözlerinin önünden Clementine ile yaşadığı günler geçer. Joel aslında Clementine’i unutmak istemediğini anlar ve müdahaleyi durdurmak için çabalar.
Mini Yorum: Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü, kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır. Bir kere kaybetmekle kurtulamadığımız şeylerdir.Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir. Hep ama hep hatırlarız.Ne biçim kaybetmektir bu Hatırlamak için bir hafızamız varken,unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması; hayatın bize attığı en büyük kazıktır.Keşke elimizde olsada hafızamızdan istemediğimiz şeyleri silebilseydik gerçekten öyle bir şey olsaydı güzel olurdu.Karmakarışıklığına rağmen kesinlikle izlenmeye değer bir film.Repilkleri on numara not tutucak kadar güzel ve anlamlı.Kate Winslet ve Jim Carrey’e söz yok zaten kaliteleri belli çok yakışmışlar filmde çok iyi oynamış ikisi de. Bir gün mutlaka izlemenizi tavsiye ederim..
30. Sihirbaz (The Illusionist)
Filmin Özeti: Marangoz bir ailenin oğlu olan Eisenheim (Edward Norton), aristokrat bir ailenin kızı Sophia’ya (Jessica Biel) aşık olur; ancak sosyal konumları nedeniyle ilişkilerinin yasaklanması sonucu Avusturya’yı terk ederek dünyayı keşfe çıkar. Eisenheim15 yıl sonra ünlü bir illüzyonist olarak isim yapmıştır; ülkesine döndüğünde eski sevgilisi Sophie Avusturya-Macaristan veliaht prensi Leopold (Rufus Sewell) ile nişanlanmak üzeredir.
Mini Yorum: Sihirbaz Edward Norton’un en sevdiğim filmlerindendir kesinlikle Oscarlık bir performans göstermiş film, ilk dakikadan son dakikaya kadar sürükleyici geçiyor ve seyirciyi sürekli düşündürüp ters köşeye yatırıyor. Final zaten kusursuz bir kaç arkadaşım prestij filmiyle kıyaslamış ama bence bu film Prestij’den kat ve kat üstün, en sevdiğim repliği “Dünyayı dolaştım olağanüstü şeyler gördüm, çözdüm ama çözemediğim tek gizem neden kalbimin senden vazgeçemediğiydi.” izlemeyen herkese sakin kafayla bir an önce izlemesini tavsiye ediyorum..
29. Köstebek (The Departed)
Filmin Özeti: Köstebek, Massachusetts Eyalet Polisi’nin şehrin en büyük suç organizasyonunu çökertmek için geniş çaplı bir mücadele başlattığı Güney Boston’da geçiyor. Amaç, güçlü mafya babası Frank Costello’nun (Jack Nicholson) egemenliğine içeriden bir müdahaleyle son vermektir. Güney Boston’da büyümüş olan genç çaylak Billy Costigan’a (Leonardo DiCaprio), Costello’nun çetesine sızma görevi verilir. Billy, Costello’nun güvenini kazanmaya çalışırken, “Güney Yakası”nın sokaklarından gelen bir başka genç polis Colin Sullivan (Matt Damon) da eyalet polis teşkilatında basamakları hızla tırmanmaktadır. Üstlerinin bilmediği şey, Colin’in Costello için çalıştığı ve suç patronunun polisin hep bir adım önünde olmasını sağladığıdır. Her iki adam da, içine sızdıkları organizasyonun planları ve karşı planları hakkında bilgi toplarken, sürdürdükleri çifte yaşamları yüzünden oldukça zorlanmaktadırlar. Ama hem gangsterler hem polisler aralarında bir köstebek olduğunu anlayınca, Billy ve Colin sürekli olarak düşman tarafından yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
Mini Yorum: Gayet muhteşem etkileyici bir senaryoya sahip. 2.5 saat boyunca sizi sürekli geren, bulmaca gibi sürekli kafanızı yormanızı sağlayan merak içinde sonu bekletmeyi başaran, klasik bir Martin Scorsese filmi. Aslında Martin Scorsese gibi bir yönetmenin karışık ve anlaşılması zor olan filmlerine daha çok alışığızdır.Bu film daha abartısız ve anlaması kolay bu yüzden birçok arkadaşa basit gelebilir ve olumsuz yorumlar yapabilirler. Yalnız filmdeki o muhteşem oyunculuklar herşeyi bir kenara atıyor. Jack Nicholson diye bir adam var resmen oyunculuk dersi veriyor. Leonardo di Caprio filmdeki en zor rolü kusursuz bir şekilde oynamış.Bir de Matt Damon gibi bir yetenek de filme eklenince tadından yenmiyor .Ve bana göre filmdeki en karizmatik karakter olan sürekli agresif küfürlü konuşan Staff (Mark Wahlberg) e bayıldım 🙂 Sıkılmadan rahat bir şekilde izleyebilceğiniz ve dediğim gibi basit düşünmezseniz kesinlikle keyif alcağınızdan eminim. Güzel kurgusu çok zekice ve mükemmel geçen diyaloglar, her biri birbirinden kaliteli oyuncularla aldığı oscarı sonuna kadar hakediyor bana göre.Filmden çıkarabileceğimiz ana fikir; SUÇLU YADA POLİS FARKETMEZ DOLU BİR SİLAH İLE KARŞILAŞTIĞINDA HERKESİN SONU AYNI OLUYOR ..
28. Altıncı His (The Sixth Sense)
Filmin Özeti: Sekiz yaşında bir çocuk olan Cole Sear karanlık güçlerin etkisi altındadır. Zaman zaman hayaletler tarafından ziyaret edilen bu çocuk, gölgelerin arasından ortaya çıkıveren hayaletlerle kendi iradesi dışında bağlantılar kurmakta ve bu durumdan çok korkmaktadır. Kendisinde normal ötesi bir takım güçlerin var olduğunun farkına varan küçük çocuk bunların sebebini anlayamadığı gibi çektiği acıları da çocuk psikoloğu Malcolm Crowe’un dışında hiç kimseye anlatamamaktadır. Ancak küçük hastasındaki doğaüstü yeteneklerin gerisindeki esrar perdesini aralamaya çalışan psikoloğun çalışmaları ilerledikçe her ikisinde de bir takım korkutucu ve açıklanamaz gelişmeler başlayacaktır.
Mini Yorum: Senaryo o kadar güzel ki film boyunca hareket etme imkanı vermiyor. Özellikle Haley Joel Osment’in performansı övgüye layık. Bir yerde çekimden önce yeterince sarsılmış görünmek için kafasını duvardan duvara vurduğunu okumuştum. Nitekim öyle de görünmeyi başardı. ”Ölü insanlar görüyorum, ölü olduklarını bilmiyorlar” repliği ise hayatımızda en az bir kere duyduğumuz hatta üzerine parodileri dahi yapılmış ,film ile ilgili önemli repliklerden. Ve o şaşırtıcı derecede iyi finali ile hayatımız boyunca hep hatırlayacağımız bir yere sahip oluyor. Bu filmi bir arkadaşımla tekrar izlesem eminim içim içimi kemirirdi sonunu söylemek için.
27. Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happyness)
Filmin Özeti: The Pursuit of Happyness/Umudunu Kaybetme’de, Chris Gardner (Will Smith) iki yakasını bir araya getirmeye çalışan bir aile babasıdır. Ailesini ayakta tutmak için cesurca çabalamasına rağmen, beş yaşındaki oğlu Christopher’ın (Jaden Christopher Syre Smith) annesi (Thandie Newton) maddi zorlukların yarattığı sürekli baskı altında direncini kaybetmek üzeredir. Artık dayanamayacağını anlayınca, istemeye istemeye evi terk eder… Artık bekar bir baba olan Chris, yılmadan, bildiği tüm satış becerilerini kullanarak daha iyi kazandıran bir işin peşine düşer. Prestijli bir borsa şirketinde stajyerlik bulur ve ücret almasa da programın sonunda iş ve parlak bir gelecek elde edeceğini umarak kabul eder. Parasal güvencesi olmayan Chris ve oğlu, kısa süre sonra oturdukları daireden çıkartılırlar ve düşkünler evi, otobüs durağı, tuvalet; geceyi geçirmek için bulabildikleri her yerde kalırlar. Çektiği sıkıntılara rağmen, Chris, babalık görevini sevgi ve özenle yerine getirmeye devam eder ve oğlunun kendisine karşı duyduğu sevgi ve güveni, karşısına çıkan engelleri aşmak için kullanır.
Mini Yorum: Öncelikle o cocugu da opesim, kacirasim geldi. 🙂 İzledikten sonra insana ben hiç bir acı yaşamamışım dedirten filmlerden … Film şu anda dert ettiğiniz bazı şeylerin aslında ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu görmenize neden olması için bile izlenmeye değer. Will Smith’i böyle çaresiz bir rolde hayal edememiştim. Gözümde her zaman en cool aktorlerden biri olduğu için belki de. Ama gelin görün ki aslanlar gibi oynamış adam. Bu filmi beğenenlerin ‘Life is Beautiful’ filmini de izlemelerini önerebilirim..
Filmin Özeti: 1990’larda Sierra Leone’de gelişmekte olan kaos ve iç savaşın fon oluşturduğu “Blood Diamond/Kanlı Elmas” Güney Afrikalı paralı asker Danny Archer (Leonardo DiCaprio) ile Mendeli balıkçı Solomon Vandy’nin (Djimon Hounsou) hikayesi. Her iki adam da Afrikalıdır, ama geçmişleri ve şartları olabildiğince farklıdır. Ne var ki, hayatlarını değiştirebilecek pembe bir elması bulmak için çıktıkları serüvende yazgıları kesişir.
Mini Yorum: “Kalbim bana insanların işlerinin hep iyi olduğunu söyler; deneyimlerim ise tam tersini…” Burası Afrika, Afrika, Afrika! Sömürgeciliğin BAŞKENTİ. Burada insanlar ölüyor peki diğer insan topluğunu ne yapıyor? Yemek mi yiyor? Dışarıda eğleniyor mu? Tv açıp tv-film mi izliyor? Yoksa gezip eğlenip paralarını mı harcıyor? Yoksa Afrika yok oranın var olduğundan habersiz mi yaşıyor ? Biz böyle insanız işte kendi menfaatimiz için elimizden gelenin fazlasını yaparız. Afrika da çocuklar, bebekler aç, aç ve aç! kalarak ölüyor. Peki biz ne yapıyoruz umursuyor muyuz? Yardım ediyor muyuz? Yada boş ver biz kendimizi zor geçindiriyoruz onlardan bize ne mi diyoruz? Onların da bir canı, bir kalbi, bir aklı, onlarında bir ruhu onlarında duyguların var! Peki biz ne yapıyoruz onlara hayvan gibi davranıyoruz yada var olduğunu bile düşünmeyecek sizin umursamaz tavırlarıyla yaşıyoruz. Ne diyorum alkış bize ve bizim gibi insanlara! Orada çocuklara küçük yaşta silahı kullanmaya teşvik ediyorlar. İnsanlar orada aç ve susuz. Kıyafetlerini geçiyorum. Yiyecek yemekleri yok. Biz ne yapıyoruz peki anne ona öyle o yemeği yemem. Başka yap bravo! Bu diyen birçok insan tanıdın ve bizzat gördüm. Biz menfaatçi birer pisliğiz. Diğer insanları düşünmeyecek kadar aciziz. Biz napıyoruz biliyor musunuz? Onları orada aç bırakıyoruz.! Onlara ırkçılık yapıyoruz. Bir de yetmiyor ülkelerini satın alıp onları köle niyetine hayatlarını alıyoruz. Sözde Sanayi devriminden çıktık. Modern bir toplum olduk. Bu modern sistem? Bu insanlık ? Söylüyorum size bu muyuz biz? Orada o insanları köle olarak çalıştırıyoruz. Biz derken herkes! herkes! Bunu herkes yapıyor. Çoğu insan onlar var mı diye düşünmez bile. Söylüyorum size oradaki ebeveynler bırakın kendi yemek yemiyorlar çocukları bile yemiyor. Biz ise ne yapıyoruz biliyor musunuz? Çoğu zaman şükretmiyoruz. Şükretmeyi bilmiyorsan hiç bir şeyi bilmiyorsun demektir. İnsanlar orada çalışıp bir elmas uğruna neler yaptırıyor. Yazık ya cidden yazık! Elmas dediğin ne ya bir madde o madde seni üstün mü yapıyor diğer insanlardan! Size söylüyorum hiç bir insan diğer insandan üstün değildir. Üstünüm diyen o kişi kibirli bir mahlukattır. Şeytanın yolunda giden zavallıdır. Bu film aslında her şeyi gösteriyor. Sırf elmas değil insanlığın ayıbını, kirli işleri, acıyı, açlığı, ırkçılığı vb. yani her şeyi. Burada bu filmin yönetmeni Edward Zwick ayakta alkışlıyorum. İyi ki böyle bir film çekmiş. Ama çekti filmden 6 yıl geçti halen izleniyor. Ama gene aynı şeyi yapıyoruz. Orada insanları gene düşünmüyoruz. Yardım etmiyoruz. Biz var birer aciziz. Orada da Müslüman insanlar var. Müslüman Müslüman’a böyle yapar mı? Ama biz yapıyoruz işte bunun hakkını vereceğiz. İnanın vereceğiz. Ağlamak üzereyim böyle bir şey olur mu? Orada insanlar açıktan ölüyorlar. Biz ise ne yapıyoruz. Söz de dünyada sanat, bilim, kültür her şey var ama bu cahillik niye işte dünyadaki insanlar ileriye doğru gitmiyor. Geriliyor. Ama biz bunu göremeyecek kadar aptalız. Aslında çok şey yazacağım ama boşa yazacağım yazdıklarımı çoğu insan görmeyecek bile takmayacaksınız umursamayacak ama aralardan bir kaç tane istisna olabilir.. Ama insanlık yok oluyor.. YOK OLUYOR.. Film hakkında yorum yapmak istemiyorum. harika film bakış açısı, yönetmeni, oyuncu performansı her şey olağanüstü..
Filmin Özeti: Film, seksenli yaşlarında doğup, geriye doğru yaşlanan bir adamın hayatını konu alıyor. Benjamin Button hepimiz gibi zamanı durduramayan bir adamdır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, 1918’de, New Orleans’tan başlayıp 21. yüzyıla uzanan serüveniyle, onun hikayesi herhangi birininkinden daha sıradışı bir hayatı içerir.
Mini Yorum: Belki saatler ters çalışsaydı mutlu olabilirdik. En berbat halde doğup, en berbat şekilde ölebilirdik ama yine de bir şeyler yolunda gidebilirdi. Gözlerimizi açtığımız andan, kapattığımız ana kadar dünyayı sevebilirdik. Belki zamanı geri alıp, kaybettiklerimizi getirebilirdik. Evlerimize dönebilirdik. 80 yaşında doğup, yavaş yavaş 18′imize doğru ilerlersek hayat sonsuz bir mutluluk olurdu. Ama olmadı, olmayacak.Hayatımda izlediğim en ilginç en yaratıcı filmlerden biriydi Brad Pitt’te hakkını vermiş doğrusu. İzlemeye değer bir film..
24. Buz Devri (Ice Age) Serisi
Filmin Başlangıç Özeti: 20 bin yıl önce, Dünya hiç olmadığı kadar harika ve bir o kadar da tehlikelidir. Buz Çağı’nın başlangıcı kadar tehlikeli olduğu zamanlarsa çok azdır. Gezegenin dev yaratıkları ve daha küçük olanlardan bazıları soğuktan korunmak için güneye göç etmektedirler. Bunlara katılmayan iki kişi vardır. İşleri kendi bildiği gibi halletmeyi seven avare mamut Manfred ve hiç bi şey yapmadan yaşamaya bayılan tembel Sid.
Mini Yorum: Ailecek sıkılmadan izlenecek animasyon filmlerinden bir tanesidir. Animasyonların nasıl yapılması gerektiğini herkese gösteren bir serinin başlangıcı. Karakterler çok iyi oturmuş. Türkçe seslendirmesi de oldukça başarılı yapılmıştır. Serinin en son çıkan (4.’sü olsa gerek) filmi dışında tüm bölümleri oldukça eğlenceli ve başarılıdır. Uygun bir zamanınızda mutlaka izlemenizi öneririm 😉 Ha unutmadan Özellikle Sid ve Dünya’lar tatlısı Sincabımızı izlerken kahkahalara boğulacağınıza da eminimm :))
Filmin Özeti: amal Malik Mumbai’nin gecekondu mahallelerinden birinde yaşayan 18 yaşında bir yetimdir. Hindistan’da katıldığı bir bilgi yarışmasında 20 milyon rupe kazanmasına sadece bir adım kalmıştır.Şovun o gecelik bitmesinin ardından Jamal, eğitimsiz olan birinin bu kadar büyük başarıyı ancak hile yoluyla gösterebileceğinden şüphelenilip tutuklanır. Ama yarışmadaki her sorunun cevabıyla o gece Jamal’ın inanılması zor gerçek hikayesi ortaya çıkacaktır. Fakat sadece bir soru gizemini korur…
Mini Yorum: Yönetmen koltuğunda Danny Boyle gibi usta bir ismin yer aldığı anlatımı ile insanı derinden etkileyen ve ileride bir başyapıt olarak anılabilecek bir film.1996 yapımı Trainspotting filmi ile ustalığını kanıtlayan Danny Boyle Bombay’ın gecekondu mahallerinden öyle bir öykü ile karşımıza çıkıyorki kim 500 milyar ister yarışma klişesi altında ezilmeyen, sağlam bir dramatik yapısı olan ve bağımsız filmlere yakışır bir duruşu olan büyük bir seyir keyfi vaad ediyor bizlere.Jamal ile Salim kardeşlerin hiçliğe tutunuşlarını Jamal’ın Latika’ya olan tutkusunu izleyin derim.Film hakkında fazla ayrıntıya girmeyeceğim izlemeyenlere film hakkında ipucu vermekten kaçınmak istiyorum.
22. Kelebek Etkisi (The Butterfly Effect)
Filmin Özeti: Çocukluğundan gelen korkunç hatıralarıyla mücadele etmek zorunda kalan genç bir adam zaman içinde geçmişe yolculuk yapabildiğini ve olayları değiştirebildiğini keşfeder. Ne var ki her değişiklik hem kendi hayatını hemde çevresindeki insanların hayatını büyük ölçüde etkilemektedir. Üstelik de çoğu zaman beklenenin tam aksine!
Mini Yorum: Diyecek bir şey bulamıyorum bu filme. Böyle filmler ne yazıkki nadiren çıkıyor karşımıza. Hayatımızdaki ufacık ayrıntılar yok olsa, kaderimiz ne olurdu. Filmin adı seçilirken kaos teorisindeki bir iddiadan yararlanılmış. Buna göre, kimi durumlarda kelebeğin kanat çırpması bile tayfunlara yol açabilir.Evrende var olan her haraket bir diğerini tetikler. Nitekim filmde yumuşak kelebek dokunuşlarıyla düzeltilmeye çalışılan olumsuzlukların insan kaderinde ne denli ters etkilere neden olduğunu görüyoruz. Serinin devam filmlerini pek beğenmememe rağmen, bu film kesinlikle izlenmeli..
21. Kuzuların Sessizliği (The Silence Of The Lambs)
Filmin Özeti: Akademiyi başarıyla bitirmiş olan Clarice Starling artık genç bir FBI ajanıdır.Clarice, sapık bir katilin peşindedir.Katilin elinde bulunan bir kadını kurtarmaya çalışmaktadır.Bu katil, kurbanlarının derilerini yüzebilecek kadar psikopat bir sapıktır.Clarice, bu sapığa ulaşma amacıyla, bir başka psikopat olan ünlü Doktor Hannibal Lecter ile yakınlaşmak gerektiği yönünde bir plan yapar.Fakat, Clarice’in Lecter’dan alacağı bilgiler güvenini kazanmasına bağlıdır.
Film, 1992 yılında 7 dalda Oscar’a aday oldu ve en iyi film ve en iyi senaryo uyarlaması dalında ödüle layık görüldü.Bu başarılı yapım, Hannibal Lecter serisinin 1.filmidir ve seride dört film daha yer almaktadır.Serinin diğer filmleri; The Silence of The Lambs(1991), Hannibal(2001), Red Dragon(2002), Hannibal Rising(2007) şeklinde sıralanmaktadır.
Mini Yorum: “Çok hırslısın öyle değil mi? Kaliteli çantan ve ucuz ayakkabılarınla bana nasıl görünüyorsun biliyor musun? Bir köylüye benziyorsun. Zevk sahibi olmayan, iyi yontulmuş çalışkan bir köylü. İyi beslenmek kemik yapını güçlendirmiş ama aslında sokaklara düşmüş beyaz kızlardan fazla uzakta değilsin. Saklamak için zorla kullandığın şu aksanın tamamen batı Virginia. Baban ne iş yapıyor? Maden işçisi mi? Lambanın gaz kokusu üzerine sinmiş mi? Erkeklerin seni ne kadar çabuk bulduğunu, arabanın arka koltuklarında kaba imalarıyla seni nasıl sıkıştırdıklarını biliyorum. Seninse tek düşündüğün oradan uzaklaşıp bi yerlere gitmekti. Neresi olursa… Evyan cilt kremi kullanıyorsun. Ve bazen de L’air du Temps. Ama bugün sürmemişsin. Seri katiller kurbanlarını genelde kendi etnik gruplarından seçer. Beyaz bir erkek. Serseri değil. Bir yerlerde kendi evi var. Apartman dairesi değil çünkü yaptığı şey gizlilik istiyor. 30 veya 40 yaşlarında. Fiziksel olarak güçlü. Olgun biri gibi kendini kontrol edebiliyor. Tedbirli, planlı, titiz, içgüdüyle hareket etmiyor ve kendinden emin. Hiçbir zaman durmayacak. Artık tadını aldı ve gittikçe işinde ustalaşıyor… Nüfus sayım memurunun biri beni sınamaya çalışmıştı. Onun karaciğerini taze fasulye ve 1 kadeh Chianti ile birlikte yemiştim. Çok iyi gidiyordun. Naziktin ve nezaketime karşılık veriyordun. Miggs’le ilgili utanç verici gerçeği açıklayarak güven kazanmıştın. Ama bu anketi beceriksizce araya sokuşturmaya çalıştın. İşe yaramaz” Jodie Foster ve Anthony Hopkins oynuyor. Psikoloji dalında eğitim görmüş ve FBI’da eğitimini sürdüren Clarice Starling’in Buffalo Bill lakaplı seri katili yakalamaya çalışmasını izleyeceksiniz. Tabi onu yakalayabilmek için konuşturtup bilgi almaya çalışacağı birisi olacak. Yüksek güvenlikli hücresinde tutulan son derece zeki ve tehlikeli bir seri katil. İnsan eti yiyen psikiyatrist doktor Hannibal Lecter. Özellikle Hannibal ve Clarice arasındaki diyaloglar çok etkileyici. Psikolojiyi derinden işleyen ve türünün en iyi örneklerinden diyebilceğim psikolojik türünde film. Ayrıca polisiye ve gerilim tarzı sevenlere de hitap ediyor. Devam filmleri 2001 Hannibal ve 2002 Red Dragon. Bu tarz film sevenlere bu üçlemeyi tavsiye ederim “Sen içindeyken Dünya daha ilginç bir yer. Daha uzun konuşmak isterdim ama yemek için eski bir dostumu alacağım”..
Filmin Başlangıç Özeti: Whannell ve Elwes, birbirini tanımayan iki adamdır. Bir gün kendilerini pis bir banyonun duvarına zincirlenmiş olarak bulurlar. İkisi de bu berbat yere nasıl geldiklerini ve kendilerini nasıl bir bela beklediğini bilmemektedir.Ancak yerde yatan ve kafasının bir kısmı kopmuş adam, onlara niçin burada oldukları hakkında bir ipucu olabilir. Sonunda manyak bir adamın son kurbanları olduklarını anlayacaklardır.
Mini Yorum: İlk etapta insanda her şey bir bilgisayar oyunuymuş izlenimi bırakan. şimdi kutuyu aç, anahtarı bul, kilide sok, testereyi al sakla lazım olacak… gibi devam eden aman ne kadar kolay gibi gözüken ama bunlar gerçek hayatta olsa acaba böyle düşünüp de bir hareket yapabilir miyim diye düşüncelere yol açan sapıkçana film. Testere benim ilk göz ağrımdır, müthiş bir yapım izlenmeye değer bir film oyun içinde oyun tuzak içinde tuzak, şüphe içinde şüphe, Sizce katil kim dedirttirecek bir film Final süprizide herşeye rahmen tüylerimi diken diken yapan bir final ve şoka uğratan bir final,gerilimi her noktada yaşayacak ve şu sloganı unutmayacaksınız “YAŞAMAK İÇİN ŞÜKRETMEYENLER YAŞAMAYI HAK ETMEZLER”.
Film sevgiliyle izleniyorsa eğer esnasında ve sonrasında şu gibi dialoglar oluşabiliyor tabi:)
– sevgilim sana olsa naapardın böğrümü deşip anahtar çıkarır mıydın midemden sen de hıı?
– yok canım kıyabilir miyim ben sana.
– e ama yapmazsan ağzın böyle caaaart diye yırtılıcak ama?!
– olsun yapmam ben öyle şey ayrılsın ağzım cort diye kafam kopsun yapmam. bundan sonrası “ehehe hade len yalancı” ve ya “ya caaaaanııımm benim bitanem” diye devam edebildiği gibi hatun kişi pms modundaysa “hayvan herif niye anahtarı açıp almıyosun, birden uyanıp senin ikiye ayrılmış kafanı göriyim de daha beter olıyım diye di mi illa acı çektiricen pis pis git!” diye de devam edebilir.
19. Harry Potter Serisi
Tüm Bölümleri Hakkında Bilgiler: Harry Potter’ı fazla bir eleştirmeye veyahut anlatmaya gerek olduğunu hiç sanmıyorum. Listemizin 50 filmlik kısıtlamasından ötürü de bu ”muhteşem seriyi” tek bir başlık altında toplama kararı aldım. Uzun uzadıya yazmak yerine sadece serinin başlıklarını ve 8 bölümün ortalama puanını verip öyle geçeceğim. Mutlaka tüm bölümlerini sırasıyla izlemenizi de tavsiye ederim tabiki..
- Harry Potter ve Felsefe Taşı
- Harry Potter ve Sırlar Odası
- Harry Potter ve Azkaban Tutsağı
- Harry Potter ve Ateş Kadehi
- Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
- Harry Potter ve Melez Prens
- Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 1
- Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 2
18. Matrix (The Matrix)
Filmin Özeti: Bir bilgisayar programcısı olan Thomas Anderson aynı zamanda Neo nickname’li çok usta bir “hacker” dır. Ancak siyah takım elbiseli ve gözlüklü adamların yakın takibindedir. Bu takibin nedenini ise karşılaşacağı Morpheus’dan öğrenecektir. Neo, birden kendini Morpheus’un anlattıklarına güvenmek zorunda kaldığı büyük bir komplonun içinde bulacaktır. İçinde yaşadığımızı sandığımız bu dünya tamamiyle aldatıcıdır. Tüm insanlık aslında uzaydan gelen yaratıkların köleleridir. Neo, Trinity ve Morpheus’un da yardımıyla kendilerini bu düzeni yıkmaya adayan bir grubun içine katılır.
Mini Yorum: Wachowski kardeşlerin yazıp yönettiği Matrix’in bir döneme damgasını vurduğu aşikar. Bilim kurgu alanında bir çığır açan film.Üç filmden oluşan seri filmidir.Üç film de özgünlüğü ile dikkat çekse de ilk film tartışılmaz en popülerdir.Keanu Reeves Neo karakterine tam anlamıyla oturmuştur.Güzel bir senaryo , iyi kurgu , başarılı oyunculuklar ve unutulmaz soundtrackler bir filmde olması gereken herşey Matrix’te vardır.Sinema için yeni bir çağdır. Kelimelerle anlatamadığım mükemmel bir film. Hayatımın filmi. ” Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü? Ya o uykudan hiç uyanmasaydın rüya olduğunu nasıl anlayacaktın? “ (Morpheus)
Filmin Özeti: Frank Miller’in grafik romanından uyarlanan “300”, M. Ö. 480 yılında geçen Thermopylae savaşını konu alıyor. Filmde Sparta Kralı’nın ordusu ile Pers ordusu arasında başlayan savaş tüm Yunanistan’ın Persler’e karşı birlik olmasını sağlar. Sparta Kralı Leonidas (Gerard Butler) ve emrindeki 300 Spartalının Pers Kralı Xerxes’in büyük ordusuna karşı duruşu başta ölümüne bir savaştır. Ancak bu durum dünyada ilk demokrasinin kuruluşuna da yardımcı olacaktır.
Mini Yorum: ”Kralım yanınızda ölmek benim için onurdur.” -Yanıbaşında yaşamış olmak benim için onurdur… Off sen nasıl bir filmdin ya persler o geçide geldiği zaman kalkanların arkasında o 300 kişiden biri olmak istedim, o soundtracklerin konusunu bile açmayacağım zaten 🙂 her bir oyuncu yapabileceğinin en iyisini yapmış. Filmin tarihsel gerçekçilikten uzaklığı ve içerdiği propagandalar filmi belgesel olarak değerlendirdiğimizde fazlasıyla ön plana çıkacak düzeyde ancak film, bir tarih filmi ya da belgesel niteliğinden çok gişe başarısı için izleyiciyi etkileyecek bir anlatımdadır bu nedenle filme kültürel ya da siyasal açıdan bakıp filmi taraflılık ya da tarafsızlık içinde değerlendirmenin doğru olduğunu düşünmüyorum zira bu film savaş filmlerinin doruğudur, bu film bir savaş fiminin gelebileceği son noktadır.
16. 3 Ahmak (3 Idiots)
Filmin Özeti: Hindistan’ın en iyi mühendislik okuluna başlayan öğrencilerin hayatını anlatıyor özet olarak. Sistemin daima yarış üzerine kurulu olduğu, herkesin en iyi olmaya çabaladığı bir okulda sistemi değiştirmeye çalışan bir öğrenci ve onun en yakın 2 arkadaşı. Başlarından geçenler, hayattan aslında ne istedikleri.Ranco karakterinin başrol oynadığı film dram ve komedi türünü en iyi şekilde harmanlayıp bize öğretici bir film olmakta.
Mini Yorum: ‘ARKADAŞLARINIZ BAŞARISIZ OLUYOR, ÜZÜLÜYORSUNUZ; ARKADAŞLARINIZ BİRİNCİ OLUYOR, DAHA ÇOK ÜZÜLÜYORSUNUZ”. Hayatımda izlediğim en iyi filmlerden biri. Karakterler mükemmel ve üzerinde bi hayli düşünülmüş. Replikler muhteşem. Oyunculuklar muhteşem. Müzikler muhteşem. Senaryo muhteşem. Bu filmde en can alıcı replik ”herşey yolunda” olmalı. Çünkü filmdeki insanların hayata bakış açısı bununla değişiyor. Aslında bu şekilde düşünen rancho sayesinde. Filmin finalinde bile.Müzikler ve danslar komikti.Senaryoya gelirsek Eğitim sistemini eleştiren, öğrenciler üzerindeki pskolojik baskıya vurgu yapan bir film.Bu belkide bir çok ülkenin eğitim sisteminin sorunu.Ezberci eğitim… Filmin içinde geçen bir diyalog aslında gözümü açtı..Fotografcılıgı seven çocugun mühendislik okuması.Fotografcılıgı seviyorsun ama mühendislikle evlisin.Doğru değil mi ? Aile baskısı ve diğer pskolojik faktörler yüzünden bir çok kişi yetenekli oldugu alanda veya istediği alanda değilde farklı bir alanda okumak zorunda kalıyor.Hindistan yapımı olmasından dolayı önyargılı olarak izlemeye başladım.Halen izlemeyenler vardır ve tavsiyem önyargılarınızı çöpe atın ve izleyin.3 saat nasıl geçti anlamadım.Filmin büyük kısmı eğlenceli bazı kısımlar ise duygusaldı.Sonu mükemmeldi. Aamir khan ın izlediğim ilk filmi.Yaşına ragmen Rolünü olaganüstü bir şekilde oturtmuş kendine..Bu film gelmiş geçmiş en çok hasılat elde eden Hint yapımıymış.
15. Piyanist (The Pianist)
Filmin Özeti: Wladyslaw Szpilman, savaş patlak verdiğinde 27 yaşındaydı ve Polonya’nın geleceği en parlak konser piyanistlerinden biriydi. Luftwaffe’de radyo istasyonu bombalandığında Chopin’in C minor Nocturne’nü çalıyordu.Tüm Yahudiler gibi o ve ailesi de evlerinden çıkartılarak Varşova gettolarına sürülmüştü. Bu çok yetenekli genç adam yeni yaşamında karaborsacıların ve işbirlikçilerin eğlendiği barlarda çalmaya başlamıştır.İşte bu işbirlikçilerden biri onu ve ailesini ölüme götüren esir kampı trenlerinden birinden kurtarmıştır. Savaş fısıltıları, direnişçiler ve sürpriz bir Alman subayı sayesinde Szpilman savaşta hayatta kalmayı başarır.
Mini Yorum: Yorumum içerik hakkında biraz bilgi içeriyor. Wladyslaw Szpilman’in hayatını anlatan biyografi filmi. Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan 2. Dünya Savaşında Polonya’lı ve yahudiyseniz işiniz çok zor. Peki yahudiler kimdir ve nasıldır bununla başlayalım. Onlar Dünya üzerinde yaşayan insanlardır. Tıpkı diğer dindekiler gibi. Yani bizden bir farkları yoktur. Doğduğu ülkeye ve aileye bakılarak yahudi olarak damgalanmışlardır. Biz de Türk ve müslüman olarak damgalanmış insanlarız. Doğcağımız ülkeyi ve dinimizi biz mi seçtik? Tabi ki hayır. Şans eseri 20. yüzyılda Türkiye’de doğduğum için durum böyle oldu. Japonya’da doğsaydım ülkem ve dinim farklı olacaktı. İtalya’da doğsam hristiyan ve İtalyan olurdum. Amaç bu zaten. İnsanları bölmek, damgalamak, birbirine düşürmek, savaştırmak, gaza getirmek. Verin gazı askerler savaşsın, biz de üstün ülkemizi kuralım. Askerler ölsün bişey olmaz. Yerine yenileri doğar. Nasıl olsa ölen biz değiliz. Biz keyfimize bakalım, paramıza bakalım, menfaatlerimizi düşünelim. İşte bazı liderler bu mantıkla hareket ediyor. Savaşta askerseniz ve 1 sivili veya düşman askerini öldürürseniz kahraman falan olcağınızı sanmayın. Artık cinayet işlediniz ve katilsiniz. Daha fazla düşman askeri öldürünce seri katil olarak kalacaksınız ve zaten vicdanınız rahat olmayacaktır. Einstein’ın birkaç sözüyle devam ediyorum ” İnsanlar savaşa gitmeyi reddetmedikçe savaşlar sona ermez. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nasıl da nefret ediyorum.Ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki, böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi. Benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir. Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere sekizden fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar ” Yani birileri yahudi olabilir, başka dinlerden olabilir, başka ülkelerden olur fakat sizden bir farkı olmadığını unutmayın. Çünkü o kişi bir insandır. Tıpkı bizim olduğumuz gibi. Gerçek budur. İster farklı biçimlerde yorumlarsınız, ister kabul etmezsiniz. Ama gerçeklerden kaçılamadığını hepimiz biliyoruz ” Gerçeklik, ona inanmaktan vazgeçtiğinizde ortadan kaybolmayan şeydir ” Filmde piyanistimiz sürekli kaçıyor. Cesurca savaşmak, direniş göstermek yerine korkakça kaçıyor. Savaşarak 29 yaşında ölmek varken, kaçarak 89 yaşına kadar yaşıyor. Peki sizce hangisi daha mantıklı? Elbette kaçacak. Ölmek yerine yaşamayı tercih etmek gayet mantıklı bir karar. Fazladan 60 yıl yaşamak güzel olsa gerek. Film kesinlikle izlenip görülmesi gereken, alanının en iyi dram filmidir..
14. Gladyatör (Gladiator)
Filmin Özeti: Roma İmparatorluğu’na en parlak dönemi yaşatan General Maximus, girdiği bir meydan savaşından daha zaferle çıkar, artık tek hayali bir an önce evine dönerek karısı ve ailesine kavuşmaktır. Fakat, zamanın Roma İmparatoru Marcus Aurelius ,Maximus’a önemli bir görev verir ve iktidara sahip çıkmasını ister. Bunun üzerine imparatorun oğlu olan Commodus, iktidarın elinden alınacağını anlayınca general ve ailesini öldürme emri verir. Maximus ölümden zor kurtulur ve gladyatörler arenasına sürgün edilir. Yıllar sonra Roma’ya geri dönen güçlü gladyatör Maximus’un tek amacı Commodus’u öldürerek karısı ve oğlunun katledilmesinin intikamını almaktır.
Mini Yorum: En çok etkilendiğim filmlerdendir.Filmin müzikleri de gerçekten enfestir…Özellikle final sahnesinde çalan müzikle beraber gözlerim doldu .. Filmi orjinal dilinde izlenilmesini şiddettle tavsiye ederim.İnsan hayatının ne kadar ucuz olduğunu ve ne oldum dememeli ne olacağım demeli sözünü hatırlatan bir film 🙂 Mükemmel tarihi filmler arasında ; senaryosuyla , oyunculuklarıyla, müziğiyle ve görselliğiyle adını altın harflerle sinema tarihine kazıyan bir başyapıt… Filmdeki en beğendiğim replikde şudur ; ” Çoğu zaman başkalarının benden istediğini , nadiren de kendi istediklerimi yapıyorum. ”
Filmin Özeti: V olarak bilinen maskeli bir adam, geleceğin totaliter rejimle yönetilen İngilteresi’nde korkuyla sindirilmiş halkına egemenliği geri verebilmek için şiddete başvuran biridir. V İngiltere halkını, kendisiyle Guy Fawkes günü olan 5 Kasım’da Parlamento’nun çevresinde buluşmaya davet eder.
Mini Yorum: Tarih 5 kasımı gösterdiğinde kuşkusuz ilk akla gelen şeylerden birisi.Temelindeki güçlü özgürlük duygusu ile izleyenlere korkularımızdan uzaklaştığımız onların esiri olmadığımız zaman özgürleştiğimizi anlatan izleyenlerin aklına süphesiz replikleriyle kazınan film.Bu filmde korkusuz karakterimizi v insanların gerçek güçlerini farketmelerini sağlayıp onları özgürleştirme yolundaki ilk kıvılcımı çakan kişidir.Fikir adamı olan v kendisnin düşünce ve fikirlerden oluştuğunu tekrarlıyor ve ülkenin simgesi olarak gösterilen yerleri yıkması ya da sergilediği her davranışlar aslında birer imgeden ibaret.Çünkü ona göre binalar birer simge,sembol.Simgeler yıkılabilir insanlar hükümetlerinden değil hükümetler insanlarından korkmalı.İnsanlar gerçek güçlerinin farkında olmalı.Filmin son sahnesinde v maskesiyle toplanan kalabalığın altından insanların,ingiltere halkının çıkması bu imgenin göstergesidir.Aslında v herkezdir.Fikirlerin adamı v’nin yüzünü filmde hiç göremiyoruz,sadece ellerini gösteriyor bize.Zaten yüzündeki maskeyle o kadar bütünleşen bir karakterki gerçek yüzünü aramıyoruz bile.Bir fikrin neler yapabileceğini bizlere gösteren bu filmi orjinal haliyle izlemenizi öneririm..
Filmin Özeti: ‘The Dark Knight’ da, Batman suça karşı savaşını daha da ileriye götürüyor: Teğmen Jim Gordon ve Bölge Savcısı Harvey Dent’in yardımlarıyla, Batman, şehir sokaklarını sarmış olan suç örgütlerinden geriye kalanları temizlemeye girişir. Bu ortaklığın etkili olduğu açıktır, ama ekip kısa süre sonra kendilerini, Joker olarak bilinen ve Gotham şehri sakinlerini daha önce de dehşete boğmuş olan suç dehasının yarattığı karmaşanın ortasında bulurlar.
Mini Yorum: Batman 3’ün tekrar gündeme gelmesi ile birlikte izlediğim Batman 1’in üzerine serinin gözümde ki efsanesi Joker’in olduğu bölümü izlemeden olmaz dedim. Bu filmi gözümde zirvede tutan gerçekten de Joker’dir. Eminim ki herkes içinde öyledir. Bir karakter bu kadar başarılı oynanamaz yahu 🙂 Senaryo, oyunculuk vs konularında denilebilecek herhangi bir şey bulunmamakta fikrimce. Joker karakterinin bu kadar tutulmasının tek sebebi de karakterin çılgın oluşundan çok vurdum duymaz oluşudur. Ayrıca karakterin savundukları da doğru şeylerdir. Joker sadece kendince çözmeye çalışmıştır olayları. Benim gözümde Batman ile Joker’in amaçları aynıdır. Sadece amaca ulaşmak için kullandıkları yöntemlerde birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Joker’inde dediği gibi “ikimizde ucubeyiz.”
Kişisel Puanım: 10/9.1
Filmin Özeti: John Forbes Nash Jr., genç yaşında geliştirdiği kuramlarla matematik dünyasının bir numaralı ismi haline gelir. Fakat kısa süre içerisinde bencilliği ve kendine olan aşırı güveni sonucunda oluşan kişisel problemleri ile baş edemez duruma düşer. Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide, delilik tarafına doğru sürüklenir. Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi, yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü almayı başarır.
Mini Yorum: Filmin genel kurgusu üzerinde başlarsak zaten yaşanmış bir biyografi bütünü olunca sorun yok. Ama bu hayatı buraya bu şekilde aktarmak ustaların işidir. Belkide o rolü Russell Crowe almasaydı bu filmi bu şekilde izleyemezdik. Film tek kelimeyle muhteşem. Hayatı unutturan bir film. İzlerken 130 dakika hareket etmemiş olabilirim. Çok az bu tür film izlerim ki özellikle Psikolojik. Değerli oyuncularıyla film zaten çığrından çıktı. Müziklerde biraz eksiklik var. Daha iyi ve kaliteli müziklerle filmi herhalde milyonlarca kez izlerdik. Pek fazla yoruma gerek yok. Bu filmi izleyince matematiksel düşünceler gelişti bende..
10. Karayip Korsanları : Siyah İnci’nin Laneti
Filmin Özeti: Hafif üçkağıtçı fakat bir o kadar da sevimli Kaptan Jack Sparrow’un (Johnny Depp) korsanlık yaşamı, düşmanı kurnaz Kaptan Barbossa’nın (Geoffrey Rush), gemisi Siyah İnci’yi çalmasıyla altüst olur. Bu da yetmezmiş gibi Kaptan Barbossa, Port Royal kasabasına saldırır ve belediye başkanının güzeller güzeli kızı Elizabeth’i (Keira Knightley) kaçırır. Kızı kurtarmak ve Siyah İnci’yi yeniden ele geçirmek amacıyla Elizabeth’in çocukluk arkadaşı Will (Orlando Bloom) ve Jack güçlerini birleştirirler. Will’in bilmediği ise lanetli bir hazinenin Barbossa’nın kaderini nasıl değiştirdiği ve onu ve mürettebatını nasıl sonsuza kadar ölümsüz olarak yaşamaya mahkum ettiğidir.
Mini Yorum: İlk filmi bütün seri gibi çok iyiydi.Eğer söylenildiği gibi 5. ve 6. filmler de çıkacaksa,Keira Knightley ve Orlando Bloom’un kadroya yeniden katılmasını isterim.Filmdeki karakterler,sahneler,senaryo,replikler hepsi unutulmazdı.İnsanda tekrar,tekrar izleme isteği bırakıyor.Johnny Depp her rolün üstesinden geliyor,her kılığa bürünebiliyor ve sonunda yine harika bir oyunculuk sergiliyor.O kesinlikle benim oyunculuk anlamında örnek aldığım biri.Will ve Elizabeth çiftini sevmiştim.Bu seri gerçekten mükemmel!
Kişisel Puanım: 10/9.1
Filmin Özeti: Çok eski çağlarda Elf demircileri, güç yüzüklerini sihirli ustalıklarıyla yapmış ve Karanlıkların Efendisi Sauron, bu yüzükleri işleyip kendi gücüyle doldurmuştur. Daha sonra kendisinden çalınan, diğer tüm yüzüklere hükmeden, Tek Yüzüğü bütün gücüyle tüm Orta Dünya’da aramasına rağmen bulamamıştır.
Mini Yorum: Diğerleri filmse bu başka bir şey! Üçlemenin tamamı için söylüyorum dünyanın tartışmasız en kaliteli filmi . İçinde ne yokki o fantastik ortam insanı hayattan koparıyor . Biliyorum dünyada inanılmaz derecede fanları var ama bende inanıyorumki çok büyük bir hayranıyım . Her filmini abartısız 10’dan fazla kez izlemişimdir . Zaten the Hobbit ‘te geliyo paramın son kuruşuna kadar filmi sinemada tekrar tekrar izleyeceğim 🙂 En iyi 50 yabancı film arasında ilk 10 sıraya girmeyi sonuna kadar hakeden bir film..
Filmin Özeti: İki kule, Emyn Muil tepelerinde başlar. Yollarını kaybetmiş Hobbitler, Frodo ve Sam, esrarengiz Gollum’un kendilerini takip ettiğini farkederler ve onu kıskıvrak yakalarlar. Bir zamanlar bir Hobit olan ve beş yüz yıl sahip olduğu Yüzük tarafından bozulup bir yaratığa, dönüştürülen Gollum, kendisini serbest bırakmaları karşılığında, Hobbitleri Mordor’un Kara Kapıları’na götürmeye söz verir. Sam, bu yeni yol arkadaşına güvenmemektedir. Frodo ise bir zamanlar kendisi gibi bu yüzüğü taşıyan Gollum’a acımaktadır.
Mini Yorum: Bu nasıl bir filmdir ya insanın aklı almıyor arkadaş! Onlar nasıl sahnelerdir o nasıl bir yönetmenliktir ya. Hala şu filmin savaş sahnelerine erişebelicek hatta yanında geçebilecek bir film çıkmadı ya şaka gibi. 10 sene oldu bu film çıkalı hala kalitesine yaklaşan bir film çıkmadı . Bana göre serinin en iyisidir neden diye sorarsanız ben en sevdiğim savaş miğfer dibi savaşıdır. Elflerin yardım için geliş sahnesi arkada çalan efsanevi müzik uruk-hai larin merdivenleri dayayıp saldırışı Gimlinin Aragornun delice mücadelesi abi anlat anlat bitmez bu kısacası bir film kendini abartmıyorum ama 100 den fazla defalarca seyrettiriyorsa her anını ve diyaloglarını ezberletiriyorsa o film o insan için dünyanın en iyi filmidir. (Gerçi 3 filminde diyaloglarını an ve an biliyorum ama bu içlerinde en iyisi, şimdiye kadar izlediğim en iyi savaş sahnesi bu filme ait dedim sonra Kral’ın Dönüşü’nü izledim ve vazgeçtim 🙂 EN İYİ SAVAŞ SAHNESİ KRALIN DÖNÜŞÜ FİLMİNDEDİR).
Filmin Özeti: Forrest Gump, zeka seviyesi 75 olan bir erkeğin hayatını ele alıyor. Zeka seviyesi nedeni ile devlet okullarına girmekte bile zorlanan Forrest Gump zamanla akla mantığa uymayan başarılara imza atıyor. Her ne kadar zeka seviyesi düşük olsa da fiziksel olarak son derece sağlam olan Forrest Gump, zamanla gelişen olaylar zincirinde bizi hayal edemeyeceğimiz bir dünyaya götürüyor.
Mini Yorum: Ah 75’lik Forrest.. İnsanları Kendisine Yetmeyen Bir Zekası Olmadığı Konusunda Nasıl da Yanıltıyor! 🙂 Bir yerlerden Tanıdık Gelmiyor mu Size de? Kalbiniz Acımıyor mu? Her 75’lik İnsan Forrest Kadar Şanslı Değildir.İnsanları Küçümsemek Yerine Onları Sevmek Gerçekten önemlidir…Forrest’i Sevdiniz Değil mi? Onun Gücünü, Onun Saflığını…. İnsanlar Sadece Zekaya, Mantığa Veya Düzgün Konuşabilmeye İhtiyaçları Yoktur… Sevgi En Önemlilerindendir. Eğer Bu Başyapıtı Henüz İzlemediyseniz ve İzlemek İçin Yorumlara Göz Gezdiriyorsanız, Daha Fazla Zaman Kaybetmeyin! Hemen geçin ekran başına. Kesinlikle bu sırayı sonuna kadar hakkediyor!
6. Prestij (The Prestige)
Filmin Özeti: Beğenilen yönetmen Christopher Nolan’dan (“Memento,” “Batman Başlıyor”) illüzyon kumaşından örülmüş bir macera geliyor. Bu beklenmedik dönüşlerle dolu gizemli öyküde, Viktorya Devri’nde iki sahne sihirbazı, giderek şiddetlenen bir savaşa ve birbirlerinin mesleki sırlarını ortaya çıkartmak için doymaz bir susuzluğa dönüşen güçlü bir rekabete girişiyorlar. Bu iki görkemli adamın cüreti tutkuya, şovmenliği bilime ve hırsı dostluğa kırdırmalarının sonuçları tehlikeli, ölümcül ve hileli oluyor. Her şey yüzyılın başında, hızla değişen Londra’da başlıyor. Sihirbazların ünlü ve en üst mertebede idol olarak kabul edildikleri bir zamanda, iki genç sihirbaz şöhrete giden yolu çizmeye başlarlar. Gösterişli, sofistike Robert Angier (HUGH JACKMAN) tam bir şovmenken, yontulmamış ve gelenekçi Alfred Borden (CHRISTIAN BALE) sihirli fikirlerini gösterme yeteneğinden yoksun, yaratıcı bir dahidir. Birbirlerini takdir eden arkadaşlar ve ortaklar olarak yola çıkarlar. Ama en büyük numaraları ters gidince, aralarında ömür boyu sürecek bir düşmanlık başlar; ikisi de bir diğerini geçme ve altüst etme niyetindedir. Sürdürdükleri aşırı rekabet, her numarayla, her gösteriyle daha da büyür; ta ki sınır tanımayana, hatta elektriğin yeni ve inanılmaz güçlerini ve Nikola Tesla’nın bilimsel dehasını işin içine dahil edene dek…
Mini Yorum: Christopher Nolan gerçekten bir deha. İnanılmaz bir kurgusu var ve oldukça karmaşık. Bu yüzden kafanız sakinken dikkatle izlemenizi öneririm. Sürprizler dur durak bilmiyor. Tamam anladım diyorsunuz çat başka bir şey çıkıyor. Klişelerden sıkılmışsanız , tahminlerinizin sınırlarını zorlayıp beyin jimnastiği yapmak istiyorsanız oturun izleyin. ‘Hilenin sırrını arıyorsunuz ama bulamazsınız.Çünkü dikkatli bakmıyorsunuz. Siz sırrı bilmek değil , kandırılmak istiyorsunuz.. ‘
Filmin Özeti: Mathilda, New York’ta yaşayan ailesi dağılmış 12 yaşında küçük bir kızdır. Ailesini sevmeyen Mathilda için en değerli varlığı küçük kardeşidir. Babası uyuşturucu işlerine bulaşınca mafya ailenin tüm bireylerini öldürür. O sırada alışverişte olan Mathilda ise olaydan kılpayı kurtulur ve Leon’un kaldığı daireye saklanır. Leon ise çok soğukkanlı bir katildir. Ancak Mathilda’ya karşı içten bir sevgi besler ve ona kol kanat gerer. Aslında babalık, arkadaşlık gibi kavramlar ona çok yabancıdır.
Mini Yorum: ■ ■ ■ BU BİR LUC BESSON BAŞYAPITIDIR ■ ■ ■ Fransız sinemasının kapılarını dünyaya açan Luc Besson kendi felsefi yanını bu filme yansıtmış- – – Her ne kadar son zamanlarda bu yanını pek kullanmasa da halen en sevdiğim yönetmen senarist, senaristlerden- – – Luc Besson bu felsefi tavrını aslında hemen hemen her sahnede ortaya koymuştur. Mesela leon un yalnız ama güçlü bir adam vurgusunu Metroda bir vagonda tek başına(Koltuklar boş olmasına ragmen) Ayakta oldugu sahne gibi… Veya Mathildanın yaşamaktan zevk almayan umutsuz bir vaka oldugunu da ilginç karelerde bize gösterir Besson – – – “Hayat her zaman zor mudur? Yoksa sadece çocuklar için mi öyledir?” … Peki ya Gary Oldman. Onu tanımaya başladıgımız hap içme sahnesi vardı ki Akıllara Destan !!! Bethowen dinliyordur. Vurulduğu zaman çektiği acıyı değil takım elbisesinde açılan delikten dolayı sinirlenen Oldmanın nasıl bir pskopat olduguna şahit oluyoruz. Luc Besson her sahneyi bize şiirsel bir anlatımla sunuyor. Sunarken Leon ile mathilada ilişkisinin aşk olmadığını da şiddetle vurguluyor. Mathildanın ailesinden dahi sevgi görmemiş olması Jean reno ile tanıştıktan sonra ilk defa sevgiyle karşılaşan Mathildanın bunu aşk olarak nitelendirmesi aslında hayatında ilk defa tutunacak bir dalı olan Jean renoya olan beslediği sevgidendir.Okul müdürü aradıgında Mathildanın annesi gibi rol yapıp ”kızımız öldü” dediği sahnedeki umutsuzluk için Jean reno mathiladaya kapıyı açtıgında bir umut ışığı olmuştur.Artık yaşam o andan itibaren daha güzel bir hal almıştır. Aynı durum Leon için de geçerlidir. Tek dostu Bir çiçektir Mathildayla tanışana dek. İlk defa bir insanın sorumlulugunu üzerinde hissetmiştir. Halen müziklerini dahi dinlerken sahnelerin bir hayat şeridi gibi gözümün önünden geçerek ağlamaklı olduğum bir filmdir Leon. Bir BAŞYAPIT …■ Ölmeden önce izleyin veya izlemediyseniz Ölmeyin ■
Mathilda : Leon sanırım bir şekilde sana aşık oluyorum. Bu başıma ilk gez geliyor biliyor musun ?
Leon : Daha önce hiç aşık olmadıysan bunun aşk olduğunu nerden biliyorsun ?
Mathilda : Çünkü hissediyorum.
Leon : Nerede ?
Mathilda : Karnımda. Sıcacık. Hep orada bir yumru olurdu. Ama şimdi geçti._____
Filmin Özeti: Oregon Üniversitesinde yüksek lisansını yapan Chuck Palanhiuk’un uzak olmayan bir gelecekte geçen ve kafası karışık genç bir erkeği konu alan romanından yola çıkılarak çekilen Fight Club’da filmi anlatan, ünlü bir otomobil firmasında iyi bir işe sahiptir. Tek düze yaşamı kronik uykusuzluk sorunuyla çekilmez bir hale gelmiştir. Ailesi ve yakın bir arkadaşı olmayan Jack doktorunun tavsiyesi üzerine kanserli hastaların terapi grubuna katılır. Bu toplantılar esnasında Marla’yla tanışır o da genç adam gibi hasta olmadığı halde grubun toplantılarına katılmaktadır. Jack’in ve Marla’nın çabaları tüketici kültürünün anlamsızlığına karşı bir duruştur adeta kariyer sahibi ama yanlız insanların bir tepkisi. Jack’ın jenerasyonu ölü bir jenerasyondur. Bir yolculuk sonrası evinin yanmış olduğunu gördüğünde arayabileceği tek kişinin yolculuk sırasında tanıştığı sabun satıcısı Tyler Durden olmasıda adeta bunun bir kanıtıdır. İçilen birkaç biranın ardından park yerinde Tyler, kahramanımızı kendine vurması için kışırtacaktır. Aralarında başlayan bu kavga Jack’in hayatını değiştirecektir. Bir süre sonra Jack Tyler’ın yanına taşınır. Tyler’ın liderliğinde bir dövüş kulübünün kuruluşuyla bu kulübde sayıları elliyi aşmamak kaydıyla genç erkekler birbirleriyle dövüşmeye başlayacaklardır. Kısa sürede popüler hale gelen kulüp ve Tyler Durden hızlı bir şekilde bu ölü jenerasyonun mesihi haline gelir.
Mini Yorum: Film dendiği zaman aklıma direk Fight Club gelir.Hangi açıdan bakarsam bakayım kusur bulamıyorum açıkçası.Brad Pitt ve Edward Norton oyunculukta çağ atlamış resmen,Helena Bonham da öyle.Her yerde dolaşan muhteşem replikleriyle,diğer filmlerden çok daha farklı konusuyla sinema tarihinin kült filmlerinden biri.Gerçekten anlaşıldığı sürece bu filmi beğenmeyecek çok insan olduğunu düşünmüyorum.Zaten film izlemeyi seven bir insan bu filmi mutlaka izlemiştir ama hala izlemeyen varsa düşünmeye gerek bile yok..
Filmin Özeti: Edgecomb, hikayesini anlatırken bir huzur evinde yaşamaktadır ve hapishanedeki görevinin üzerinden yıllar geçmiştir. Edgecomb’ un hapishanedeki görevi, hücrelerinden alınan idam mahkümlarını, elektrikli sandalyenin bulunduğu ölüm odasına kadar olan bir millik yeşil yoldan götürmektir. Edgecomb yıllar boyunca bu yoldan sayısız idam mahkümu nakleder. Ama hiçbirisi onu John Coffey kadar etkilemez. Oldukça iri yarı biri olan Coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahküm olmuştur. Ürkütücü görünümünün aksine oldukça duygulu ve karmaşık bir iç dünyası olan Coffey, bazı doğa üstü güçlere sahiptir. Edgecomb’ un ona gerçekten suçlu olup olmadığını sormasıyla aralarında diyolog başlar. Edgecomb, artık hiç beklenmedik yerlerde mucizelerin olabileceğine inanmaktadır.
Mini Yorum: Yeşil yol.. idam mahkumlarının son bir yolculuk diye nitelendirdiği işte o; hapishane yolu!
Her insan, çocukluğunda masum ve gühahsız değil miydi? En güzel günlerini korkusuzca, hiçbir şeyin sonucunu düşünmeden, belki de özgürce… yaşamadı mı? Elbette herkes, yaşamıştır çocukluğunu; iyi ya da kötü. Yaşanmış olan her neyse, bizimle beraber geleceğemize gelir; ta ki bugüne. Peki, şimdi nasıl biriyiz, iyi biri mi? İyi bir insan olduğumuzu kim söyleyebilir kii… Karar verildikten sonra geriye söylenecek hangi kelimeler kalırr! ? Evet, son bir yolculuk..
Birini yargılamak, onu suçlamak kolaydır. Bir başkasının düşüncelerini umursamadan onu kendimizce yok etmek, dahası onu içimizde öldürmek en kolayıdır. Hani bir olay olur ve derler ki; “biz gerçeği gördük. Kendi gözümüze mi inanalım yoksa sana mı?” İşte bunu söylemek ne kadar da yanlış.. Asıl önemli olan; görüneni değil, görünenin dışında bilinmeyini görebilmektir. Mesela insanlara kendimize inandırmak zordur. Çünkü insanlar her daim kendi bildiklerini savunurlar, kendi görüşlerini söylerler. Açıkcası kimsenin umurunda olmayan, içi boş görüşlere, ayıracak zamanları bile yoktur. Varsa yoksa, kendi düşünceleri ve yapmak istedikleri ne varsa.. Peki ya gerçekler, onlara gerçekleri gösterebilirseniz ya da suçsuz olduğunuzu kanıtlayabilirseniz eğer; sizi serbest bırakırlar mı dersiniz? Hakkınızda çıkan yasa bir anda değişip, sizi yine özgür kılar mı dersiniz? Peki siz buna gerçekten inanıyor musunuz? Ne yazık ki, artık inanmaya ve hayal kurmaya vakitleri bile yoktu..
İşte o ölüm yavaş yavaş yaklaşıyordu, acımasız bir zamandı doğrusu. Yalnızca birkaç dakika sürecekti; beyinlerinden, ayak parmaklarına kadar uzanan bir elektrik akımı.. Bu ne acımasızlıktır ki, ölümlerini izlemeye gelen bir grup insan! Yüksek sesle söyledikleri tek bir söz; “o ölmeyi çoktan hak etmişti, o bir katil, o çok kötü ve o suçlu! İşte bu yüzden ölmeyi hak ediyor, ölmeli!” Peki ya, gerçekten hiç bir suçu yoksa, elektrikli bir sandalyeye bağlanıp ölmeyi hak ediyor muydu? Hayır tabi ki! Ama şimdi gerçeklerin ne önemi var ki.. Domino taşı gibi yıkılmaya mahkum, önemsiz olan gerçekler!
John Coffey; işlediği bir suç yüzünden idam edilmeye mahkum edilmiş biri! Olağanüstü güçlere sahip, insanlara yardım etmek için çırpınan ve o kocaman bedenine karşı; çok daha büyük, yumuşak ve sevgiyle dolu bir kalbi olan bir dev.. Nasıl olur da, böyle biri katil olabilir, kötülük yapabilirdi? Ama olaya biraz dışardan bakarsanız, bu adam tam bir katil! Diyebilirsiniz.. Peki ya onun içinden bakmaya çalışırsanız; aynsını söyleyebilir misiniz? Hayır söyleyemezsiniz. Çünkü John Coffey, bunu söylettirmiyor. O bir katil değil, fakat yanlış anlaşılma sonucu idama çarptrılmış biri.
Gerçekleri görmek gerekir, onlara inanmak… Geç kalınmış olsa bile! Aslında ne biliyor musunuz? Suçsuz insanlara inanmadığımız için onları kaybediyoruz.. Evet kaybediyoruz! Filmi izlerken bir yandan, nasıl bu kadar acımasız olabiliyor bu insanlar diye düşündüm, bir yandan da önyargıların aldatmaca, bir çeşit kandırmaca olduğunu gördüm. Kısacası, kime inandığımızın farkında olmamız gerekiyor. Birilerine inanırken, gerçekleri göremeyecek kadar kör olmamak ve her ne olursa olsun bir kerede onların yerinden dışarıya bakmamız gerekiyor..
İşte filmde tam da bundan bahsediliyor! Artık daha fazla söze gerek kalmadığını düşünüyorum ve hepinize iyi seyirler diliyorum..
2. Yüzüklerin Efendisi : Kralın Dönüşü (The Lord of the Rings: The Return of the King)
Filmin Özeti: Aragorn, kendi ırkının çağrısına cevap vererek, Orta Dünya’nın bütün kaderi onun elindeyken doğumuyla birlikte ona verilen gücünü kullanabilecek midir? Karanlığın bütün güçleri son savaş için bir araya gelirken Gandalf, Gondor’un yaralı ordusunu toparlamak için hazırlıklara başlar. Gandalf’a gereken destek Rohan Kralı Theoden’den gelir. Thoden, tarihin bu en büyük savaşı için tüm savaşçılarını seferber eder. İçlerinde saklanan Eowyn ve Merry ile birlikte insanlar, tüm cesaretlerine ve ırklarına olan sonsuz bağlılıklarına rağmen Gondor’u kuşatan düşmanların karşısında güçsüzdür. Çok büyük kayıplar vereceklerini bilseler de insanlar Sauron’un dikkatini başka yöne çekerek Yüzük Taşıyıcısı’nın yolculuğunu tamamlamasını sağlamak için hayatlarının en zor savaşında birbirlerine kenetlenirler.
Mini Yorum: Bu güne kadar bu filmi 10 defadan fazla izlemişimdir ama hala eleştirilecek bir yan bulamıyorum. Sadece hayranlığımı dile getirebilirim eğer cümleler boğazımda kilitlenip kalmazsa 🙂 Ben en iyisi yazımı da noktalarken, sizinde izninizle en sevdiğim replikleri yazayım ve izleme kısmını da sizlere bırakayım..
-
-
- Dünya değişiyor… Bunu suda hissediyorum, toprakta hissediyorum… Kokusunu alıyorum. Eskilerden pek bir şey kalmadı zira hatırlayanlardan yaşayan yok artık… (Galadriel)
-
-
-
- Sen sus.Çatallı dilini dişlerinin ardında tut. Bir uşakla ağız dalaşı yapmak için geçmedim ateş ve ölümden. (Gandalf, Grima’ya)
-
-
-
-
- Uyanın, uyanın Théoden’in süvarileri! Mızraklar savrulacak, kalkan parçalanacak; savaş günü, kan günü… Güneş doğmadan . ÖLÜMMMMM
-
-
-
-
-
- Yaşayan pek çok kişi ölümü hakeder. Ölülerden bazıları da yaşamı. Yaşamı onlara verebilir misin? Ölüm hakkında karar vermekte aceleci olma.. (Gandalf)
-
-
-
-
- İçinizden en az yarısını arzuladığımın yarısı kadar bile tanımıyorum ve yarınızdan azını hakettiğinizin ancak yarısı kadar sevebiliyorum. (Bilbo Baggins)
-
-
-
- Gölgeler kadar yumuşak ve hızlı olmalıyız.(Gollum)
-
-
- — Onlara asla merhamet etmeyin, çünkü onlar da size etmeyecek!(Aragorn)
-
-
-
- Duyulmamış bir şey… Elf yeraltına girecek de, cüce buna cesaret edemeyecek ha?! … Görmek nasip olmasın.. (Gimli)
-
-
-
-
-
- Gondorlular Rohanlılar kardeşlerim gözlerinizin içinde kalbimde yeşermesine izin vermediğim korkuyu görüyorum. Gün gelir insanlar cesaretlerini yitirebilir. Dostlarına sırt çevirebilir ve tüm kardeşlik bağlarını koparabilir. Ama bugün o gün değil düşmanın zaferi ve harap olmuş siperler bekler insan çağının çöküşünü ama o gün bugün değil. Bugün savaşacağız. Bu dünyadaki tüm sevdikleriniz adına sizlere kalmanızı emrediyorum batının halkı. (Aragorn Kara kapılar önündeki konuşması)
-
-
-
-
- Ölüm riski yüksek,başarı şansı çok zayıf,neden bekliyoruz ki? .. (Gimli)
-
Filmin Özeti: Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb’un bu ender mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği herşeye malolmuştur. Cobb’a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş; tabi eğer imkansız “başlangıç”ı tamamlayabilirse. Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa, mükemmel suç bu olacaktır. Ama ne dikkatle yapılan planlamalar, ne de uzmanlıkları, onları, her hareketlerini önceden tahmin ettiği anlaşılan tehlikeli düşmanlarına karşı hazırlıklı kılabilir. Bu, gelişini sadece Cobb’un görebildiği bir düşmandır.
Mini Yorum: 2010 senesinin kuşkusuz en iyi filmi diyebilirim bu filme. Hatta hayatımda gördüğüm en sağlam filmlerden biri. Kesinlikle ve kesinlikle bu sırada 1.’liği sonuna kadar hakkediyor. Belki bir çok tepki gelecektir bana ama bu kararımın arkasındayım. Özellikle çok özgün bir senaryoya sahip. Sadece özgünlüğü yakalamakla kalmayıp inanılmaz bir derinlik oluşturma başarısını da gösteriyor. Ayrıca seyirciyi saksıyı kullanmaya da itiyor film bu derinliği anlatırken. Christopher Nolan günümüzde CGI teknolojisini minimumda tutarak ta harika efektler yapılabileceğini gösteriyor. Yönetmen fazla yapaylıktan hoşlanmıyor ve bu yüzden CGI kullanma taraftarı değil. Bence sonuna kadar haklı da. Film rüya içinde rüyaya hatta rüyalara yoluculuk yaparken, her üst katmanda paralel olarak filmin derinliği de artıyor. Yıldız oyuncu kadrosuna sırtını da dayamıyor aynı zamanda. Modern zamanların bu başyapıtını mutlaka izleyin. (Hatta birkaç defa/
Filmin Özeti: Sicilya’dan göç eden Corleone ailesi, Amerika’da yerleşme çabalarını sürdürürken kendilerine kaba kuvvet kullanmaya kalkan ve yapmaya kalktıkları her işten haraç isteyen bir takım kimliği belirsiz kişilere karşı onlar da kaba kuvvet kullanmaya ve bunda da başarılı olmaya başlayınca kendilerini tahmin bile edemeyecekleri bir yaşantının içinde bulurlar. Bir taraftan son derece katı örf ve aile yaşantısı diğer tarafta ise acımasızca önlerine çıkanları yok etmeye başlayan Corleone ailesi bir müddet sonra Amerika’nın en korkulan mafya topluluğu haline gelmiştir. Kendileri her ne kadar mafya değil bir aile olduklarını söyleseler de.
Mini Yorum: ♔ ♕ ♚ ♛ The Godfather (1972) ♔ ♕ ♚ ♛ “…Will give him refuse an offer…” Yönetmen: Francis Ford Coppola, Senaryo: Mario Puzo | Francis Ford Coppola, Oyuncular: Marlon Brando, Al Pacino, James Caan, Robert Duvall, Sterling Hayden, John Cazale, Diane Keaton ve Talia Shire’dir. Tür: Suç | Dram, İMDB Puanı: 9.2, Çekim Yeri: 110 Longfellow Road, Staten Island, New York City, New York, USA, Ödüller: 3 Oscar, 25 ödül ve 17 adaylık, Bütçe:$6,000,000, Hasılat. Ailesiyle vakit geçirmeyen adam gerçek bir ‘adam’ değildir. Corleone ailesi, Don Vito Corleone’nin başında olduğu, suça dayalı bir örgüt kurmuş olan İtalyan asıllı Amerika’da yaşayan geniş bir ailedir. Aile, diğer ailerlerle birlikte New York’un yeraltında yeraltı işlerini yönetmektedir. Fakat Corleone ailesi diğer aileler arasında ayıran ince bir bağ vardır. Corleone ailesi saygın bir aile olup Yargıçlar ve Senatörlerle arası yakın ilişkilerdir. Bu ilişki bir çok kapalı kapıları açmayı sağlar. Don Corleone’nin kızı Connie’nin düğünü olmuştur. Ve aile bir araya gelirler. Ve düğünün ardından bir gün eroin üretimi ve dağıtımı yapan Solozzo, Corleone ailesini ilişkilerini kullanarak kendi menfaatine yatırım yapmak ister. Corleone ailesini büyük bir para önerir ve Corleone ailesini bu teklife reddeder.Ve bu Solozzo çok kızdırır. Ve hikaye böyle başlar. Tataglia ailesini ve New York emniyet müdürü McClusky’i alan Solozzo, Don Corleone’yi vurdurtur. Ve aile bir an şoka uğrar. Ve aileye kara bulutlar geleceğini arz eder. Ve diğer aileler de bu savaşa mücadele etmesi ile büyük bir savaş başlar. Filmi büyüleyici yapan kısım kesinlikle yavaş yavaş ilerlemesi ve olayı çok ağır biçimde izleyici sunması filmi harikalara sevk ediyor. Öncelikle oyuncu performansı göz atarsak büyük usta Marlon Brando ve Al Pacino filme çok büyük haz kazandırıyor. Bu filmi izlerken insan farklı boyutlara taşıyor. Ve o zamanın siyasi, sosyal, psikoloji durumu anlatılması mükemeldi. Francis Ford Coppola filmi sinema tarihine “Godfather” filmi altın harflerle yazdırdı Tabi Mario Puzo’nun emeklerini göz ardı etmeyelim.Oyunculuk üst düzeyle film ağırdan ağır dan işlemesi aslında ağırdan değil çok sürükleyici işliyor. İzlerken zamanın ne kadar geçtiğini anlayamıyorsunuz. Harika bir film izlemeyenlere öneriyorum bence hemen izlesinler. Kusursuz film…
Filmin Özeti: Genç ve başarılı bir banker olan Andy Dufresne, karısını ve onun sevgilisini öldürmek suçundan ömür boyu hapse mahkum edilir ve Shawshank hapishanesine gönderilir.
Mini Yorum: Oscar’ların Amerikanın nabzını tutan filmlere dağıtıldığının bir kanıtı olmuştur bu film. Ancak İmdb ona gereken hakkı vermiştir.Filme gelirsek beğenmeyen arkadaşlara saygı duyarım. Kişiden kişiye değişir bu film de benim izlediğim filmler listesinde ilk 5 sıra da kendine yer bulur. Ancak kimse bu filme kötü diyemez.Her izleyişimde çok değişik duyguları hissetmenizi sağlayan ender filmlerden…Batman’ı izledikten sonra uçmak istemiştim. Bu filmi izledikten sonra inanın hapise girmek istedim 🙂 Sınavıma çalışmam gerekirken TV’de görüp oturup belki 10.kez de olsa izlediğim her izleyişimde tüylerimi diken diken eden ender filmlerden… Bu filmin başrölü Morgan Freeman ve Tim Robbins değil UMUT VE AZİMDİR…
Kaynak: tipadam.com