Şiirle Sevişen Adam | Önder Birol Bıyık
Cumhuriyet Kitap’ta çalıştığım kısa ömürlü yaz günlerinde tanıdım onu. Bir parça Moğol esintisi ilişmiş yüzü, alnını terk etmiş kır saçları, yana yatmış kaşlarının altında gülümseyen bir çift ışıltılı gözle girdi içeri… Çantasında Sevişmediğim Gün Ölürüm kitabının ilk baskısı…
Sonra bir akşam Çapa’da, Kitapçı’ya uğradım. “Bugün sizin için ne yapabilirim” dedi aynı gülümseyen gözlerle. Ben de gülümsedim. Bana elektrikli ısıtıcının asma ocağında kaynayan sudan, sallama çay demledi. Kitap raflarının üstünü kapatan ‘büyük büyük babalarının fotoğraflarıyla tanıştırdı; Tolstoy ve Çehov’muş. Memnun oldum.
Oturduk… Uzun uzun Ece Ayhan’dan, Turgut Uyar’dan, Cemal Süreya’dan söz etti; oradan Çehov’a, sonra felsefeye geçti. Sevişir gibi koşuyordu edebiyatın, felsefenin yamaçlarında… O zaman anladım, neden kitabının başlığına ‘Sevişmek’ sözcüğünü çıkardığını… Sevişmek, bu adamın imgeleminde birincil anlamının çok ötesinde, onu da içeren geniş, çok geniş bir metafordu. Kalkarken Lukacs’tan bir kitap ve İlhan Berk’in çevirdiği Fransız Şiir Antolojisi’ni armağan etti. Tam kapıdan çıkıyordum, peşimden iki dize, Cemal Süreya’dan; “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. / Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler”.
Şair kekeme insandır. Hayatla sorunu vardır, söyleyemez. Şiirlere akıtır ruhunun iç geçirişlerini. Zeki Gezici farklıydı. O ruhunun şenliğini estiriyordu dizelerde. Kendisini, dünyanın mutlu insanlarından biri olarak tanımlıyordu çekincesiz. Bu dünyada, itirazının derinliğini bilerek mutlu olduğunu söyleyebilmek belki başkaca bir şair cesaretiydi. Belki bu yüzden Zeki Gezici’nin hayatı ile şiirleri birlikte ele alınmalı. Kaç şair kaldı ki, Cemal Süreya’nın deyişiyle, hayatını şiire dahil eden… O; sevişenliğini, kitap kapağına gençlik fotoğrafı koyduğu karısını, varlığına kitap yazdığı torununu, Marksizm’i, Adem’in doğum tarihini keşfe çıkan felsefe macerasını, raflardaki kitaplarını aynı alaşım içinde yaşayan, elbisesi ruhunu örten bir deli adam.
Düşüncenin ufuk çizgisi yok… “İnsan düşüncenin yaratma gücü, bir gün felsefeyi bile güneşte kavrulmuş yılan derisine çevirecektir.” Düşünceyi bu denli merkez alan bir şairin şiirleri, akıl şiirleri olmazsa ne olur? ! Zeki Gezici’nin şiirleri akılcı buluşlar örgüsüyle işlenmiş bir şiir. Düşüncenin en mükemmel yaratısı felsefenin şiirle sevişmesi de denilebilir. Sözüne ettiğim ne epistemolojik felsefe ne de ontolojinin kavramsal dizgeleri. Zeki Gezici bu anlamda bir felsefeci değil elbette. Onunki yaşama karşı bir duruş, ‘uygarlığın’ yıkıcılığına hormonsuz bir insancıllıkla karşı çıkma çabası. Bu yabanıllığın içinde gerçek bir medeniyet ve yaşam tutkusu saklı: “elli yıl geçmiş aradan / kim denizinde güzelim balık kokusu / yalılarda insan ölüsü olan kim? ”
Zamanın eskitemediği yaşama tutkusu, şiiri gecenin karanlığında değil, sabahın ışıltılarında aramaya sevk ediyor Zeki Gezici’yi. Bu yüzden zor olana, şiirin ayarını düşürmeden aydınlığın şiirine yöneliyor.
Varlıkla yokluk arasındaki gerilimde insan, acıya ve hüzne daha bir yatkın… Zeki Gezici’nin çok sevdiği diyalektiğin terminolojisi ile dile getirirsek; zıtların çatışmasında kalıcı olan, geçici olanı her zaman kenara itiyor. Evrende her şey başlıyor, yaşıyor ve başka bir forma dönüşüyor. Her tekil form, kendini tüketirken yeni bir formun özsuyu oluyor. Bu anlamda hayatın tükenişi, yeni bir yaşam kapısı… Ancak ‘yok olan’, bunu yaşamsal süreklilik içinde kavrama gücünden yoksun. Bu, yalnızca kendini doğaya ekleyebilenlerin; yaşamın sonsuz, görkemli bir kozmosun parçası olduğunu idrak edebilenlerin bilinci… Zeki Gezici’nin çekinmeden dile getirdiği, materyalist felsefe ve bu felsefeden el alan şiir, bu bilinç noktasında sonsuz evrende eriyor. Şiirlerinde doğduğu enleme, doğa ritüellerine, zaman vurgusuna sıkça yer vermesi bundan. “Yağmurun indiği bahçelerde / bütün ölüler kardeştir salkım saçak” Bir soru: Mademki evrenin bir parçasıyız, evrene karşı borucumuzu, aydınlık bir yaşamla ödemek gerekmez mi? Bazen gerekir, bazen gerekmez. Zeki Gezici her zaman gerekir olduğunu düşünen bir şair ki, doğaya sıkı bir çentik atma muradında. O yüzden “Yolcuyum Adem’den önce / elini istiyorum / seni cennetime götürmek için” dizelerinde, hakkını vererek yaşamış olmanın (bunu düşünmesi bile hoş) gururu saklı.
Zeki Gezici, eksik tartılmaktan hoşlanmayan bir şair… Yaşamınızda şiir ve mizah yoksa, evrenin terazisi insan olarak sizi eksik tartacak.” Bunun için şiirle hemhal ve yine bunun için gözlerinden mizahi gülümseme eksilmiyor.
Sonsöz; bu adam şiir mi yazıyor, sevişiyor mu? Her ikisi de…
Önder Birol Bıyık