Sevgi Duvarı’na Bir Bakış | Yelda Karataş
‘yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi’
Gerçeğin karşıtı mı yalan yoksa gerçekliğin inkârı ya
da yanlış görülmesi mi?
‘ ölüp ölüp dirilttiklerimiz’le yalnızlığı göze
alarak kaç bin yıldır sayılamayan yıldızlar gibi ‘dilimizde akşamdan kalma bir
küfür ‘le ‘öldürürken bizi de öldüren’ umutlarımıza sarılıp ‘sabahları
açıklarda bulurlardı leşimi ‘ diye yaşıyorsak her gün ve gece…
Yalansızlığı aramaz mıyız?
Bana kalırsa ağzını bile bozmalı bir insan bu kadar
yalanın ortasında temiz bir küfür gibi durmalı.
Amonyakla temizlenmiş, barut ve gübre kokusuyla
kutsanmış, Ammon’dan bu yana özlenen bir gece Sevgi Duvarı’nı aşmalı.
Belki daha da önce. Çünkü, Amen’in de öncesinde
insanoğlunun tanrılarla ilişkisi sevgi kadar eski…
‘yalnızlığım benim çoğul türkülerim’ diye haykırıp,
paşa paşa yürüyenlere karşı ölümüne yürüdüğümüz her an; ‘düştümüz yer’ ‘öyle
açık seçik ki’ .
Açık ve seçikliğin olduğu yerde başlıyor belki de
yalansızlık. O yıldızların olduğu yerde parlıyor bütün sorularımız. Süpürgenin
saçla birleşerek güzelleştiği, saçını süpürge yapanların kaderinin yazıldığı o
‘gerçek’ imgede. Dişiliğin dayanılmaz doğurganlığında keşfedilmeyi hep
bekleyerek, her keşfedildiğinde, yeniden gizlenerek.
Şiirle hesaplaşmadan yalansız yaşanabilir mi?
Örneğin, ‘Amonyak’, ‘sanat sevicilerine’ karşı
durur yakamızda bir çiçek olarak. Bir şairi o sevgi duvarına hapseden yalancı
gerçek, o çiçeğe dokununca patlar.
Adı Can olan o şair biliyordu ki : ‘AMONYAK, azotun
hidrojenle oluşturduğu bir bileşiktir. Adını Mısır tanrısı Ammon’dan alır. NH3
formüllü, keskin kokulu, renksiz bir gazdır. Sulu çözeltisi de aynı adla
anılır. Yine biliyordu ki: Amonyaktan gübre sanayinde ve patlayıcı madde
yapımında yararlanılır.’
Ammonium nitrate ile bomba yapılır, kokulara karşı
arındırılır evren… Çiçek hali bir şairin dizelerinde ‘iyi’ kokar…
Ve Amen (Amon, Amun, Ammon, Amoun), “saklı
olan” demektir. Hermopolis rahiplerine göre Yaratıcı Tanrı.
Yani Can için ŞAİR yani hayat, yani evren ve
türküler, yani YALANSIZ OLAN, YALANSIZ YAŞAYAN yaratıcılardır. Amin taaa
oralardan gelir, amonyak çiçeğine dayanır! Bir sidikli kontes’in yakasında
‘gerçek’, değerini bulur!
‘Amen, Teb’in baş tanrısıdır. Eşi Ame-net’le
birlikte ilk tanrılardan biridir. Kutsal hayvanları, kaz ve koçtur… Ünlü Amen
Tapınağı Karnak, dünyanın en büyük dinî yapısıdır.
…
Bugde’ye göre, 19. ve 20. Hanedanlar, Amen’in
“görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu; cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve
yeraltı dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürler ve kendisini Ra’nın
formunda gösterir. Amen, ihtiyacı olan her adanmış dindarın koruyucusu olarak
karşımıza çıkmıştır. Sonraki inanışa göre Amen, kendi kendini yaratmıştır. …
Yeni krallık boyunca Amen’in eşi Mut, “Anne” idi ve bunun Mısırlı eşiti “Büyük
(ulu) anne” olarak görülmektedir. Bu ikili (Mut ve Amen), Tanrı ve Tanrıça
çiftini oluşturur, bu diğer inanışlarda da görülür. Oğulları ay tanrısı Khons’tu…
‘ diyor kaynaklar.
Ammon hayvanlar aleminde de karşımıza çıkıyor:
‘Farsça büyük boynuz anlamındaki arga kökünden
türetilen Argali (ovis ammon) sözcüğü Türkçe konuşan uluslar arasında başka
yaban koyunu türlerini adlandırmak amacıyla da kullanılır. Sürüler halinde daha
çok bulunduğu yerler Kazakistan Doğu Türkistan ve Tibet’tir. Bu yabani koyun ot
yeşillik meyve ve ağaç yaprak’larıyla beslenir.
Sarp dağlık yamaçlara çok rahat tırmanır patika ve
uçurum kenarında dolaşmaktan çekinmezler. Argali’nin evcil koyun’un atası
olduğu kabul edilmektedir.’
Ammon’un görsel karşılığı, koyun başlı insandır,
eski Mısır’da. Yunan tanrısı Zeus’ta, koyun başlı olarak heykellerde gözükür.
Pan da o sanatçı ruhuyla, yabani koyun ya da keçi görüntüsünde değil midir?
Şairler yabanidir tıpkı tanrılar gibi. En çok
evcilleştirmek, kalıba sokmak istediğimiz: Yaratıcılar!
Böylesi ince ve çok çağrışımlı yazılmış bir imgenin
karşısında yalansız bir sevginin bütün olasılıklarını aramamak mümkün mü?
Dünyayı yüreği ile karşılayan, ‘bilgeliğini’ yıldızlar gibi esirgemeyen, aydın
şair bakışına ne denir: ‘ne kadar rezil olursak o kadar iyi’
Bu rezilliğin amonyak çiçeksiz dolaşması mümkün
müdür?
Bütün kirli kokularıyla insan hayatını çöpe
çeviren, sanat anlayışını metanın değişim değeriyle açıklayan ve sanatla
ilişkisini çağımızda ‘sanat sevici’ olarak yüze vuran burjuva estetiği ’iyi’
olan bir şey bırakmış mıdır son umudumuz ‘sevgi’ yi de kirleterek? O zaman:
‘ Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi’
İyi ve kötü kavramlarının bu sanki paradoksal durum
karşılığı hepimize ders olarak okutulmalıdır.
İyi ve kötü kavramlarının ‘sınıfsal gerçeğini’
açıkça dile getiren, burjuva estetiği ile alay eden, şiirin ‘güzel’ kelimelerle
‘iyi’ olabileceği aldatmacasına karşı duran Can Yücel şiirinin açık Türkçesi
işte: Burjuvazinin temiz kokusu ‘iyi’ midir? Peki biz nasıl kokacağız ki ‘iyi’
olalım? ‘Yalansız’ olalım yani ‘kötü kokalım’ .
‘ önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
‘
Altınbaş’ı sadece bir alkollü içki markası görenler
için ne büyük yanılgı. Altınboynuz’a bulaşan ve onunla buluşan tarih bilincimiz
bizi meyhaneler, parmaktan çıkarılmış evlilik halkası, her sofraya yakışan
fasulye pilakisi ve İstanbul’a kadar götürüyor … durum sanki karmaşık! Oysa
bütün bunlar hayatımızın ‘sıradan’ ayrıntıları. Her gün duyduğumuz kelimeler,
gördüğümüz nesneler. Hesaplaşmayı göze alamadığımız halimiz! İntiharın ve
öldürülmenin ya da intihar biçiminde bir hayatın sakınmasız kokusu…
Kirliliğin ortasında çırpınan ‘yalansız yaşam’
Can’ın yüreğinde dokusunu ‘yalansız sevgi’ isteği ile ararken bilir ki
yalnızlıktan da rezil durumlar vardır!
‘Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar’
Şair olmak sadece ‘yazmak’ olsaydı ‘iyi’ idi durum.
Ama şiiri gibi yaşayanlar, eylemini sözü gibi sakınmayanlar kaç yüzyıldır böyle
‘kötü kokar’.
Paşa paşa izlenir ‘rezil’ olan şair! Vezir olanlar
kimlerdir, bilir tarih…
‘ öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni’
Gerçeği kirleten yalanı her gün temizlemekten
usanmayan çöpçülerin elleri; yalansız yaşamlarıyla dünyanın kirini dilleri ve
elleriyle temizlemeye çalışanların şairlerin emeği kirli olabilir mi ?
Asıl o ellerle sevilmez mi sevgili? Asıl o elleri
aramaz mı bir sevgilide şair?
Marsist estetiğin en yetkin ürünlerinden Can
Yücel’in Sevgi Duvarı.
‘Güzel gerçektir ’der Yeats. Can Yücel’in şiirinde
kelimeler, güzelliğin ‘gerçek’ anlamını yeniden sorguluyor. Birbirlerine ve
hayata karşı sorumlu, bireysel coşkuyu toplumsal coşkunun varlığından ayırmadan
söylüyor hayata, hayatın değerini. Anlamlandırılması sanki bir çırpıda
yapılabilecek kadar ‘yalın’ ve bir o kadar derinliğine çaba isteyen yalansız
dizeler. Günlük gerçekliğimizle, evrensel varoluşun soru ve yanıtlarına gözünü
kahramanca dikmiş özü sözü açık bir şiir.
Her şiiri bir ışık Can Baba’nın yakası yaşama
korkusuzca açılan. İzleği, kendini sakınmaksızın kapitalizmin ciğerini
patlatarak yol alıyor. Çünkü gerçek halktır, türküler gibi ‘iyi’ ve ‘güzel’dir…
Sevgi, her gün önünde sınavdan geçtiğimiz bir okul.
Her sidikli kontes, yüzsüz burjuva estetik ve etiğinin
‘sanat düşkünlüğü’nden korumak için kendini çığlık atıyor Sevgi Duvarı’nda:
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi!
Çünkü, sürüye uyamayan, evcilleşemeyen bir türdür
şair! Tıpkı Can Yücel gibi…
Yelda Karataş
Fotograf: 1985