Selam Kuşları | Gülçin Yağmur Akbulut
Emekli olduktan sonraki en büyük zevki, bol köpüklü kahvesini yudumlarken günlük gazetesine göz atmaktı. İstisnasız her akşam balkona çıkar, kuş cıvıltıları arasında yudumladığı kahvesiyle birlikte yılların yorgunluğunu üzerinden silkeleyip atardı. Yine böyle bir akşam sefasındaydı.
Çalışma hayatının verdiği alışkanlıkla sabah erken saatlerde kalkan İhsan Bey kahvaltıdan sonra dışarıya çıkar, arkadaşlarıyla buluşup çay eşliğinde muhabbetin lezzetinden nasiplendikten sonra tekrar evinin yolunu tutardı. Karşılanmak duygusunu, dişleri gıcırtılı bir kapının ardında yitiren emekli öğretmen, her defasında, yıllar önce yitirdiği eşinin gölgesini kapı eşiğinde görmeyi ne çok arzulardı. On yıl olmuştu eşini kaybedeli. Bir daha da evlenmeyi düşünmedi. Çok iyi biliyordu ki kimseyi sevemezdi kara gözlü dilberini sevdiği kadar. Lakin ne çok isterdi bir evladı olmasını. On beş yıllık evlilikleri süresince çocukları olmamıştı mutlu çiftin. İhsan Bey, defalarca tedavi görse de bir evlat verememişti gözünden sakındığı hayat arkadaşına.
Bütün dünyası kitapları olmuştu. Saatlerce kitaplarına gömülür, gitmediği diyarlara gider, her yöreden insanlarla tanışırdı. Kitapları ömrünün kıyısına demir atan gemiler gibiydi. Tek sözcük kadar yakın, tek sözcük kadar uzaktı iki kapak arasındaki hayatlara. Okuduğu her kitap ayrı bir ses olurdu yüreğindeki düşler kervanına. Kimi gün bozkırda at sürer, kimi gün mağrur bir bestekârın notasıyla dillenirdi sayfaların arka sokaklarında İhsan Bey’in anıları.
Alt katta ki cazgır komşusunun bağırtılarıyla irkildi. Bir metre boyu, beş metre eniyle yine kasıp kavuruyordu bütün apartmanı. Susmak bilmezdi bir türlü. Yok, efendim beşinci katın çocuğu gürültü yapıyor, üçüncü katın misafirleri eksik olmuyor, dördüncü kattakiler halı silkeliyor, diye söylenip dururdu bütün gün. Hadi biz neyse de Tahsin Bey nasıl katlanıyordu sürekli burun buruna olduğu bu kadına. Bu vakitten sonra atsan atılmaz, satsan satılmaz ki.
Kuşları vardı İhsan Bey’in. Her akşam uğrayıp seslerindeki o muhteşem akortla İhsan Bey’e selam verir, kendileri için balkonun bir köşesine bırakılan yem ve sudan nasibini alarak tekrar gökyüzünün derinliklerine karışırlardı. Saatine bakan İhsan Bey geciken kuşlarını gözleriyle aramaya başladı. Bu saate kalmazlardı. Göç mevsimi de değildi ki. Haydi, bir tanesi hasta oldu diyelim. Ya diğerleri, diye düşünceleri doldurup boşaltmaya başladı içinden. Telaşlandı dostları için.
Aşırı bir gürültü duydu. Başını balkondan uzatınca sokağın başında bir araya toplanan insan kalabalığı olduğunu fark etti. Davul zurna sesleri yükselmeye başlamıştı ardından. Çok sayıda araba, kornalar çalarak caddenin ortasında kümelenmişti. Belli ki düğün ya da sünnet benzeri bir şeyler vardı. Gürültünün vermiş olduğu rahatsızlıktan olsa gerek, karşı dairedeki Hamit Bey ve eşi Gülay Hanım’da balkona çıkmışlardı. Oysa balkonda görüldükleri nadirdi. Hafifçe başını sallayarak İhsan Bey’e selam vermişti yaşlı çift. Saygılı, mütevazı kendi hallerinde bir aileydi. Birkaç kez İhsan Bey’i yemeğe çağırmış olsalar da, rahatsızlık vermeme adına her defasında kibarca reddetmişti İhsan Bey komşularının nazik davetlerini.
Sokaktan, kutlama yapmak için sıkılan birkaç silah sesi duyulduğu sıralardı, usul usul bir kımıldama hissetti İhsan Bey balkonunda. Nihayet, gökyüzündeki dostları cıvıltılar eşliğinde şeneltmişlerdi kuru gönül bahçesini. Ağır ağır bir nehir akmaya başladı sanki kalbinin odacıklarına. Bulutların arasından bir serap gibi gülümsüyordu kara gözlüleri. Onları avuçlarının içine aldı. Yemledi. Ta ki alnının ortasına yediği kurşunla balkona boylu boyunca serilene kadar. Selam kuşları çığlık çığlığa havalandılar.
Gülçin Yağmur AKBULUT
Güneysu Dergisi Güz 2020