ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Sedir Ağacı | Gülçin Yağmur Akbulut

03.01.2022
376
A+
A-
Sedir Ağacı | Gülçin Yağmur Akbulut

Gökyüzünü yaldızlı yıldızlarla taçlandırıyordu elimdeki albüm. Bazen asude bir anının sayfalarıyla demleniyor; bazen de gönenç bir hikâyenin gölgesinde dinleniyordum. Siyah beyaz fotoğraflara dokundukça parmak uçlarımda geçmişin kadim figürleri dans ediyordu. Bu gece kalabalık öykülerin eskitme andaçları baştan ayağa dökülüyordu.

Kulağımı dolduran uğultular kilitli bir sandığın içinden sesleniyordu. Bazen dedem Agâh Bey’in duldasında soluklanıyor bazen de gökten üç elma düşüyordu başımıza kuzenlerimle bahçede koştururken. Bir tramvay düdüğü çalınıyor kulağıma. Hızla atan kalbimin beni yanılttığını bilsem de geçmişten geleceğe yolculuk yapan bir tramvay olmasını arzuluyorum duyduğum selenlerin.

Yan yana sıralanmış üç gecekondunun üçü de bizim sülaleye aitti.  Ortadakinde biz yaşıyorduk. Sağımızdakinde halamlar, solumuzdakinde ise amcamlar oturuyordu. Evin en büyük çocuğu babam olduğu için büyük babam ve büyük annem de bizimle yaşıyorlardı. Varlıklı aileler değildik lakin kimselere muhtaç da değildik. Babam ve amcam ekmeğini taştan çıkarırdı. Gerçek anlamda taştan çıkarırdı. Maden ocağında çalışıyorlardı çünkü.

Eve, yüzü gözü simsiyah ve yorgun argın dönerdi babam. Beni ve iki kardeşimi görünce bütün yorgunluğunun geçtiğini söylerdi. Saatlerce bizimle boğuşur yüzümüzdeki tebessümün kaynağı olurdu. Annemin pişirdiği bulgur pilavı bize kavurmadan daha tatlı gelirdi. Yemekten sonra üç evden birinde toplanılır çay eşliğinde sohbetler edilirdi. Büyükler sohbet ederken biz küçükler, büyük babamın öykülerini dinlerdik.

Babamı, bahçemizdeki sedir ağacına benzetirdim. Onun kadar kuvvetli, onun kadar heybetliydi benim babam. Dağlar üzerime devrilse babam varken korkmazdım. Çekip çıkarırdı beni dağların yıkıldığı yerden. Ben, kardeşlerim ve beş kuzenim akşama kadar sedir ağacının gölgesinde oynar, dallarına salıncak kurardık. Diğer ağaçlardan daha çok severdim Sedir ağacını. Babamdı bahçemizdeki Sedir ağacı.

Pazar günlerinin gelmesini sabırsızlıkla bekliyorduk. Ailece oltalarımızı alır balık tutmaya giderdik. Annem bu durumdan pek hoşnut olmasa da bizi kırmaz, peşimize takılıp geliverirdi. Tuttuğumuz balıkları mangalda pişirir, afiyetle mideye indirirdik. Annem çayı demlerken biz göğün derinliklerine doğru uçurtmalarımızla süzülürdük.

Birkaç gündür kuvvetli bir rüzgâr vardı kasabamızda. Dışarıya çıkamıyorduk. Pişti, isim-şehir gibi evde oynanabilen oyunları oynuyorduk. Kapı arkasına mahkûm bir şekilde rüzgârın dinmesini bekliyorduk. Bu arada etrafı dağıttığımız için annem, yengem ve halamdan terlik yemiyor değildik. Sekiz azılı çocuk o gün hangi evdeysek vay o evin haline. Darmadağın perişan bir hale sokuyorduk.

O akşam da diğer akşamlar gibi babamın işten dönmesini dört gözle bekliyorduk. Babamla geçirdiğimiz saatler günün en keyifli vakitleriydi. Zaman ilerlemişti. Babam ve amcamın yolun başındaki köşeyi çoktan dönmüş olmaları gerekiyordu. Duvardaki saat hızla ilerliyor fakat babam ve amcamdan hiçbir dönüş işareti gözlenmiyordu. Rüzgâr son hızıyla devam ediyor, taş üzerinde taş bırakmıyordu. O güne kadar hiç duymadığım bir gürültüyle evin sarsıldığını hissettik. Hepimiz kapıyı açıp sesin geldiği yöne doğru yöneldik. Bahçedeki sedir ağacı devrilmiş, yerle bir olmuştu. Şaşkınlığımızı daha üzerimizden atamamışken iki siyah yüzlü, babam şapkalı amcanın bize doğru geldiğini gördük.

Babamı gördüğüm bütün aynalar elimde kırıldı. O günden sonra defalarca göçüğün olduğu maden ocağına gittim. Olur ya babamdan göçük altından çıkıp gelirse ona ilk sarılan ben olmalıyım diye bekledim. Babamı ve amcamı bizden alıp koparan o siyah taşlardan nefret ettim. O günden sonra ne bizim ne de amcamların sobasına kömür girmedi.

Beklediğim ocaklardan siyah yüzlü adamlar çıktı sayısızca. Babamı aradım yıllarca aralarında. Babam gibi kokuyordu tenleri. Babam gibi bakıyordu yorgun gözleri.  Dağ başında terk edilmiş uçurum dipleri gibi köhne ve korunaksızdım artık.  Sedir ağacım yıkılmış babam göçük altına gömülmüştü.

Büyüdüm maden mühendisi oldum baba. Babalar ölmesin diye en üst seviyede tedbirler aldırıyorum maden ocaklarında. Soluduğun havayı soluyor, yeni diktiğim sedir ağacının dallarıyla konuşuyorum. Siyah yüzlü fotoğraflarına bakıp uykusuz özlemlerimi resimlerle gidermeye çalışıyorum baba…

Gülçin Yağmur Akbulut
Gülçin Yağmur Akbulut
Elazığ doğumluyum. Fırat Üniversitesi mezunuyum. Elazığ’da Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı bir kuruluşta görev yapmaktayım. Şiire sevdalıyım. On beş yıldır şiir yazmaktayım. Bir çok edebiyat dergisinde şiirlerim yayınlandı ve hala yayınlanmaktadır. Bunlardan bazıları Yaşam Sanat, Ekin Sanat, Sarmal Çevirim, Berfin Sanat, Mahfel, Kurgan, Bozkır İlleri , Kara kedi, Gökkuşağı, Temren, Deliler Teknesi,Delikli Çınar, Tomolos, Berfin Sanat, Silgi, Serhat Kültür, Bekir Abi, Ihlamur Dergisi, Aydos Edebiyat. Sinada Dergis, Üvercinka ,Yeni Gelen, Akatalpa, Son Gemi gibi edebiyat ve sanat dergileridir. Birçok şiirime beste yapıldı. Çeşitli antoloji ve gazetelerde şiirlerim yer almaktadır. Ayrıca yayınlanan denemelerim de bulunmaktadır. Şiir adına en büyük hayalim Türk Edebiyatında bir yer edinebilmek.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.