ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Şaşırdığıma, Şaşırıyorum! | İbrahim Uysal

09.01.2023
278
A+
A-

Adamın birinin üç tel saçı varmış. Berbere gider ve saç tıraşı olmak ister. Berber, üç tel saçı kesmek için adama sorar, “nasıl tarayacaksın?”

Adam gayet sakin; “birini sağa, birini sola diğerini de arkaya.”

Berber büyük bir özen ile tıraşa başlar ve üç tel saçın bir telini koparır, telaşla adama sorar, “Özür dilerim ama saçınızın bir teli koptu, nasıl tarayacasınız ona göre keseyim,” der.

Adam yine sakin, “birini sağa, birini sola.”

Berber yine büyük bir özenle eline makası alır ki üç tel saçın biri daha kopar. Utangaç ve sıkılarak adama yeniden sorar:

“Çok özür dilerim, saçınızın diğer teli de koptu, ne yapayım?”

Adam bu kez çok kızar ve “bırak kardeşim, dağınık kalsın!..”.

Henüz kafam da üç telden fazla saç var ve “tokadan başka da bir şey takmamayı” da öğrenmeye çalışıyorum.

Telefonumda bir şeyler ararken, telefon rehberine bakarken, kayıtlı isimleri öylesine bir gözden geçirdim.

Oooo ne isimler, ne isimler var. O kadar ismin içinde bir isme gözüm takıldı.

Güneydoğulu, Ankara’da yaşayan ve isim fihristinin en başında üç harfli bu kişi, Antalya’dan hem avukat hem milletvekili olan çok değerli bir Ağabeyimin yakını idi.

Nasıl tanıştığımızı çok net anımsamıyorum ama bürokraside “bıçağımızın keskin” olduğu zamanlarda tanışmıştım. Hatta hayatını kurtardığımı söylediğini, bugün unutmuştur bile.

Neyse, ona yaptıklarımın sayısını ve içeriğini geçeyim, ama bir gün bir telefon, arayan o üç harfli tanıdık idi.

Almanya’da yaşayan, geniş bir kesim yurttaşımızın üyesi olduğu bir derneğin yöneticisi olan o yakınını, hemşerim olan bir parti Genel Başkanı ile de tanıştırmamı istemişti.

Ben de “olur” dedim. Hatta o zamanlar, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün iştiraki olan “Büyük Ankara Oteli”nde bir sergi açılışı vardı. Genel Başkan sergiyi açacaktı. Ben de orada buluşalım dedim ve buluştuk.

Genel Başkanı ile tanıştırdım ve çok mutlu oldular.

Bu arada Ankara’da yaşayan asıl kişi beni arıyor. Kendisine tanıdıklık kontenjanından bir takım işler veriyorum.

O sıralar yurtdışında yaşayan kişi, ara sıra beni de arıyor. Genel Başkana yurt dışındaki çalışmaları ile ilgili bilgiler yolluyor.  Ben de Genel Başkana iletiyordum.

Yurtdışında yaşayan o kişi, zamanla partinin yurt dışındaki bir takım görevlerini üstlendi, temsilciliklerinde bulundu.

Hemşerim olan Genel Başkan, genel başkanlıktan ayrılınca, yerine gelen genel başkan, o kişinin hemşerisi idi. Artık partide ilişkisini doğrudan kendisi yürütüyordu.

Gün olur yerel seçimlerde gelir, ömrünü yurtdışında geçirmiş bu arkadaş İstanbul’da önemli bir ilçenin belediye başkanı olur.

Bürokrasi ile mümkün olduğunca az işim olsa da yerel yönetimler ile nezaket ziyaretleri dışında hiç işim olmaz.

Eeeee parti ile ilk tanışmayı sağlayan yakını da benim “çok samimi” arkadaşım olan kişi belediye başkanı seçilmiş, bir “hayırlı olsun” dememek olur mu?

İşte burada “önemli adam olmak” durumu başlıyor.

Bizim başkan, hayırlı olsun demek için aranan cep telefonunu açmadığı gibi sekreteryasından bir dönüş gelmiyordu. Sonra bir gün başkanın ve değerli dostum, ağabeyim milletvekilinin yakını olan kişi ile karşılaşınca ona durumu anlattım.

Onda da bir gariplikler sezdim. Konuşmanın tonu, içeriği değişmiş, kendine bir özgüven gelmiş ki sormayın gitsin.

Son zamanlarda çok sık bu durumları düşünür oldum.

Birçok benzer durumu, kamuda çok önemli görevlerde bulunmuş arkadaşlarımda yaşıyordu. Görevde iken el pençe divan duranlar, kendileri ya da yakınları bir yerlerde olunca, “çok mühim adam” olup çıkıyorlardı.

Üniversitede, yönetim ile ilgili bir konuyu tartışırken, hocamın bir sözü kulağıma küpe olmuştu.

“Oğlum, birisi senin kapından ellerini ovuşturarak girerse, ondan kork” demiş ve bazı esperiler yapmıştı. Ben de bunu bildiğimden, odamda birileri var iken, böyle birisi de gelmişse, “eyvah, yedi sülalem” derdim.

Çünkü elini, dilini ovuşturarak içeri giren birisi, bunun ezikliğini yüreğinde hisseder ve bunun acısını odadan çıkınca, ya bir küfür ederek ya da bir başka şekilde bir iki hakaret dolu söz ile çıkarır idi.

Kendi yaşadığım ve arkadaşlarımın anlattığı benzer birçok olay düşündüm ve gülüp durdum kendi kendime. Anladım ki “ağalık” doğru değil. Bazı şeyleri sıradan bir iş ve işlem gibi yapmanın yerine iyi, güzel ve yapılanlara değer insanları, hak ettikleri gibi değerlendirmek gerekiyormuş.

Bir söz var; “Yüz verirsen deliye, gelir pisler halıya!..”

Ne yüzler vermişiz kimlere, kimlere!..

 

Artık gülüyorum. Hüzünle bakıyorum sadece..

 

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.