Sanat ve Toplum | Leylâ Aslan
Sanat, ütopyamızın-rüyamızın sığınadır: Ütopya bizim toplumsal tasarımımızdır, rüyamız ise toplumsallığımızla kucaklaşmadır: Hem toplumsallığımızı hem de rüyamızı, sanat adını verdiğimiz sığınağından özgürleştirdiğimizde, kurtuluşumuz yaşam bulacaktır.
Sanat, yalandan özgürleştirilmiş bir sırdır; bu-dünya aklının diyalektik karşıtıdır: Demek ki sanat, bize gerçek diye tanıtılan yalandan özgürleştirilen sırrın, nesnel dona dökülmesidir.
Sanat, bu dünyanın yanlışıdır ve bu dünyanın doğrusunu tedavi edecek olan bir suçludur. Suçlu olarak sanat, bozuk düzende doğruyu ihbar eder, ihbar ederek suça katılır. Bize düşen yükümlülük, bu ihbarı izlemektir.
Diğer taraftan sanat, gündelik bilinci yarar, onda delik açar. Çünkü sanat, gündelik bilincin bizden sakladığı şeyleri, ortaya çıkarmaktan başka bir şey değildir. Sanat, kültürel bir çabanın ürünüdür ve insanın yaratıcılığının donuna taşınarak, gündelik gerçekliği yıkıma uğratır.
Burada bir doğma-ölme vardır; sanat doğar, gündelik gerçeklik ölür, bu eylem ne denli sık yapılırsa, yaşamda sanatın kesintisizlik kazanır. Gündelik bilinç, kuşatmaya alınarak değişime zorlanır, zorlama sonucu açılan yarıktan sanat baş gösterir, yani doğmak için yaratıcısına kendini dayatır; kendisi özgürlüğüne kavuşunca yaratıcısını da giderek toplumu da özgürleştirmek onun amacı olup çıkar.
Alevilik-Bektaşilik, aşka âşık olma sanatıdır: Bu sanatta aşk, önü alınamaz kültürel bir eğilimdir. Sıklıkla acı-sıkıntı donunda gezinen; kimi kez doğruluk-mutluluk donuna da büründüğü olan, düşünmeye, konuşmaya ve davranışa yansıyan, yani bu üç alanda görünüşe taşınan bilgeliktir; geleneğin akla soktuğu bir onurdur aşk.
Leylâ Aslan