Şafak Sökmeden | Haşim Hüsrevsahi
Ferman böyle buyruldu ve onlar yola koyuldular.
Soğuk bir kasım sabahı, güneş kalın bulutlar ardında saklı iken, ağaçlar yapraklarını Erdebil’in soğuk rüzgârının ellerine bırakır iken, toprak kuruyup donmaya yüz tutar iken ferman Tebriz’den gelip çattı Erdebil’e. Sultan’ın askerleri, katlettikleri Şeyh’in evini kuşattılar ve Şah Uzun Hasan’ın kızını ve kızının üç oğlunu derdest edip bindirdiler kara çuha ile kaplı bir at arabasına.
Soğuk bir kasım sabahı, keskin kılıç gibi rüzgârın nefesi dörtnala vuran atların yelesinde, babasının başı cenk meydanında dalından bir nar gibi koparılmadan tam bir yıl sekiz gün önce ve babası gibi bir temmuz şafağında bu dünyaya güneş gibi doğarken ağlamayan bir bebek, annesinin zamanın büyük hükümdarı, Cihan Şahı’nın gözbebeği, gözünün nuru kızının koynunda, on süvari önde, yüz süvari arkada, elleri her daim kılıçlarının kabzasında serden geçmiş kaç yiğit müridin şahin bakışları altında yola koyuldu uzak, çok uzak topraklara doğru. Yıl 1488 idi.
Ve o dem ki hikmetinden sual olunmaz denirdi, gençlik yıllarına daha adım atmamış çocuk yaşta bir yiğit arabada, önünde anasının kucağına yaslanan bir yaşındaki bebeğin iki gözünün içine bakarak, yanan kalbinin ateşi alnında şavkıyarak sual etti bu hikmetten… Ve atlar ki toynaklarının sesi tarihe kurşun gibi damla damla eridi, kan gibi damladı tarih sayfalarına kızıl ve satır satır yazdı sonra gelecek olanlara, durmadan yol aldılar terli ve köpüklü…
Karlı yollardan, buz kesmiş gediklerden geçtiler… Günler, geceler, aylar… Türk toprakları Hemedan’dan geçtiler… İsfahan’a girmeden indiler Fars Yaylası’na. Sabah güneş ışımaya kalkınca Şiraz’a gelmeden sakin akan nehrin sol döşünde üç dağ, üç zirve, üç sığınak… Gün ortaya varınca yol vermez İstahr Dağı’nın sarp kayalarının duvar olduğu patikasından geçirilip zirveye getirildiler. Dönüşü neredeyse mümkün olmayan Kale’ye -ki dehşet zindandı- adım atınca önce duru ve parlak bir ilkbahar güneşi selamladı üç kardeşi ve Şah kızı annelerini, sonra Vali Mansur Purnak Bey, sonra diğer beyler, ağalar. Ve bilcümle erkân yerine getirilse de kapatılınca kapılar yüzlerine, ağabeyini yay kirişi ile boğdurup sultanlık tahtına oturunca sürgün fermanını veren Tebriz’deki Sultan derin bir nefes aldı. Ancak Sultan, sarayının pencerelerinden hep kaygıyla bakadurdu fırtına ne zaman kopacak diye aylar ve aylar…
Ecel mühlet tanır mı kimse bilmez! Zira kimse bilmez ve dahi o da bilmezdi ecel nacağının nerede ve ne zaman ineceğini. O Sultan ki Şirvanşah Ferruh Yesar, kızı Gevherşah Sultan’ı ona eş olarak vermişti ve çağırmıştı onun ordularını kurtulmak için Erdebil Tarikat Şeyhi Haydar’ın kılıcından. Yıllar sonra veba Tebriz’i ve sarayı kara dumanı altına almışken soğuk bir kış gecesinde ecel bir tas zehirli şarapla sunuldu aynı yastığa baş koyduğu eşi Gevherşah Sultan’ın eliyle Sultan Yakub’a. Yıl 1490 idi.
***