ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Kitapların Arasında Dolaşmak | İbrahim Uysal

06.06.2022
317
A+
A-
Kitapların Arasında Dolaşmak | İbrahim Uysal

İnsan, bazen sakin bir köşeye oturup düşünce, neleri görmüyor, anlamıyor ki. Başta kendinden başlıyorsun anlamaya, sonra da başkalarını. Ne muhteşem bir duygu…

Kitapların arasına giriyorsun, çıktığın da oluyor, çıkamadığında hatta hep içinde kaldığında. Şiir olup akıyorsun dizelerde ama uyandığında azıcık burkulsan da sonradan kendi yalnızlığından bir öykü seni uyandırıyor ve serinletiveriyor.

Küçükken anlatılan masallarda hep “Kaf Dağlarını” merak ederdim, “ardı” olan. İçinde canavarlar, ejderhalar olan.

Sonradan okudukça, yaşadıkça gördüm ki, herkesin bir Kaf Dağı var kendinin, yakınlarının, sistemin, düzenin yarattığı.

İnsan, kendine “ket” vurmamalı, engellememeli. Düşünen, akıl yürüten bir insan için her zaman bir çıkış vardır. Psikologlar, psikiyatrisiler çok iyi bilirler, insanın kendini ve ederini bilmesi bir geri çekilme değil, bir denge durumudur.

Bizim oralarda ya doğru vardı ya da yanlış, ondan ötesi yoktu. Olmadığı da, bilinmediği için idi. Üniversite yıllarında bana “diyalektik semineri vereceksin hazırlan” diyen arkadaşlarıma çok şaşırmıştım.

Birleri de “bir kitap okudum, hayatım değişti” demişti ya, ben de bir kitap/lar okudum, benim de hayatım değişti ama o okuyanlar ile ters yönde. Evet, bazıları bir kitap okudular, kendi hayatlarını değiştirdiler. Bizler de kitap okuduk ama toplumun, yurttaşların, insanların hatta daha da ilerisi insanlığın hayatı değişsin diye..

Georges POLITZER’in Felsefenin Temel İlkeleri adlı yapıtı, bunların başında geliyordu. Diyalektiği ondan tanımış, öğrenmiştim.

Toplumların, insanların değişmesi, gelişmesi böyle bir şey olsa gerek. Aydınlanmak, aydınlatmak.

Zamanla görüyor ki insan, ötesi de var, dahası, ötesinin de ötesi var. Önceleri uzaklarda olan Diyalektik bana diyordu ki, İbrahim “Evrende olan Her Şey Birbirine Bağlıdır”. Bu benim için inanılmazdı.

Zamanla türlü çeşidini öğreneceğim, “Her şey, Durum Değiştirir”. Gerçekten bu böylemi idi. İnsanlar ile ilişkiler, yönetici olunca edilen mücadeleler ve siyaset. Hele siyasette “değişim” inanılmazdı.

“Dün dündür, bugün bugündür”, meğer siyasette değişimin diyalektiği imiş. Sonra, bağımsız bireylerin zamanla “adamların adamları”, “madamların madamları” olduğunu görünce, kendimin ne kadar da muhafazakâr olduğumu düşünmeye başladım.

Oysa benim öğrendiğim, bildiğim değişim, iyiden ve güzelden yan olmalıydı. Demek ki, her değişim de iyi değildi.

Diyalektiğin bir de “Nitel Değişiklik” yasası varmış ki, inanılmaz. Meğer içinde yaşarmışız da, haberimiz yokmuş. Hani balıklar için söylenir ya, “Derya içindeler ama deryayı bilmezler” diye.

Doğrudur, her şey birbirini etkiler ve dönüştürür. Bir çiçek saksısına konulan, tarlada ekinlere atılan gübreler bitkileri geliştirip değiştiriyor, verimi arttırıyordu ama bir meyve kasasında ki tek bir çürük de kocaman sandığı, kasayı çürütebiliyordu.

Her ne kadar iyiden ve güzel yana olup Bursa’dan Bursa’yı ilk kuran kişi, komutan hemşerimiz olan Hannibal ya da Annibal. O İspanya’dan çıkıp, Alp Dağlarını aşmada zorlanınca, “Ya bir yol bulacağız, ya da bir yol açacağız” deyip, kışta kıyamette Alplerin tepesinde, zirvelerinde yüzlerce askerini ve onlarca filini kaybedince, zorluğun ve planlamanın ne olduğunu öğreniyordu.

Tarihin yazılı satırlarının arasına gizlenen öyle öyküler vardır ki günümüz siyaseti bile buralarda bulmaca, bilmece çözer durur.

Ülkemizde iki hilal vardır. Birisi Cumhuriyet değerlerinin kırmızı bayrağının ay yıldızlı hilali, diğeri de, şeriat isteriz diyen ve yeşil bayrak çekenlerin hilali. Ne enteresan değil mi?

“Hilal” bir savaş tekniği olur mu, daha sonrada bu bir siyaset tekniği olur mu? İlk sorunun yanıtı benden… Ötekini siz düşünün!..

Hannibal, Roma’yı kuşatmak ve almak için sefere çıkmıştı. Bunu kolaylaştırmak için önce “Latin Şehirlerini” isyanla kışkırtmayı düşünür, ama karşına Roma ordusunu çıkınca da Kartaca ordusu, “Hilâl Düzeni” denilen taktikle Romalıları tuzağa çeker ve yener.

Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Savaşında bu taktiği, Kırmızı bayrağın hilali için uygular.

Her ne kadar ülkede ki siyasi büyüyü Macaristan seçimleri bozsa da; basında da yer alan eski yeni bazı AKP Partili siyasilerin her iki siyasi seçim ittifakının kişi ve liderleri ile görüşmeleri de bir yeşil hilal savaşI. Affedersiniz, Seçim strateji ve taktiği olmasın.

Siyasetin bir ideoloji gerektirdiğini, insan ilişkileri ile kocaman bir ülke, farklı siyasi, etnik, kültürel ve ekonomik grupların yönetilemeyeceğini görmek için seçim sonrasını mı beklemek gerek.

Mustafa Kemal Paşa, 25 Nisan 1918 sabahı düşündüğü noktadan saldıran düşman kuvvetlerine karşı 19. Tümen Komutanı olarak Kocaçimen ve Conkbayır’da, cephanesi biten askerlerine “Süngü tak” emrini verir:

“Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir.”

Bu sözlerini duyan askerlerin ölümüne gönüllü gitmeleri ve savaşmaları sebebi, komutanlarına güven kadar, “ulusal kurtuluşa inançlarıdır.”

Siyaseti ilke ve ideoloji çerçevesine çekmeden, kişilere güven bağlamında yürütmenin ne ülkeye ne de kişilere bir yararı olur.

Atalar, “kişiye güvenme ölür, ağaca yaslanma kurur,” derler de!..

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.