ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Ölüm Sevgiye Galip Gelince | İbrahim Uysal

03.12.2022
249
A+
A-
Ölüm Sevgiye Galip Gelince | İbrahim Uysal

“Dolanı dolanı gelir”miş “Ölüm yavaşça yavaşça…”

Âşık Mesleki’nin (184-1939/ Sivas) dizelerindeki bir deyişi gibidir hayat.

Ardından alır kalemi; “… … ” derdini, “… yavaşça yavaşça” yazmak, yine sevenlerine kalırmış.

Gün gelir ona koşturur, buna koşturur ve bir de bakmışsın ki elin boş ve ayakların yorgun, ama olsun. Her şeye rağmen usumuz durmaz. Sonra birden ire uzanır yatrır sere serpe. Olsa da olmasa da yine düşünürür olanları, yarınları ve sonrasını!..

Bu düşünüşle bir tebessüm getirir yanaklarımız, gözüme bir fer gelir.

Meksika yerlilerinin o ünlü sözünde;

   “İnsanoğlu plan yapar, kader/Tanrı gülermiş,” dedikleri.

  O gün günlerden (24 Kasım) Öğretmenler Günüydü. “İki eli kanda olsa bile” ihmal etmez arardı hep özel günlerde. Ben de onu arardım. Doğum gününde, öğretmenler gününde, falan.

O gün de aradım ama telefon açılmadı. Eeee Koskocaman bir İlçenin (Konak) Kadın Kolları Başkanı, sevilen, sayılan bir Belediye Meclis Üyesinin yoğunluğunu anlamak gerek, diye düşündüm.

Meğer gerçekten de dolanı dolanı geliyormuş ölüm; hem de sevdiklerinin arasında, yanında, yanı başında. Sessizce!..

Sevgili Kızı güzel torununu getirmiş bir ay önce. Oğlu ise hiç kimseye hissettirmeden sesinden anlamış, kaygılanmış ve hiç bir şey yokmuş gibi gelmiş sevgili Anasına sarılmaya.

Biz, batılılar yok mu, biz her şeyi yükseklere havale ederiz. O bizim adımıza her şeyi yapsın, yapar diye.

İşte tam da burada, Uzakdoğu inançları geldi aklıma. Elbette ki bir Tanrı/Tengri vardı, ama onu biz kendi içimizde yaratıyor ve çevremizdeki bir şeylerde şekil bulduruyorduk.

Hani derler ya, “kulağım çınladı… içime bir acı çöktü… sıkıldım… ferahladım,” diye. Gerçekten insanlar arasında bu tür duygulara ve iletimişlere daha çok inanır oldum.

Sevgili Arkadaşımız niye aramadı ki derken, acı haber tez geldi. Bir başka arkadaşımızdan;

“Nurteni, kaybettik!.. diye.

    Bizim Sevgili Nurtenimiz, meğer İzmir’in de “Sevgili Nurteni” imiş.

Konak Belediyesi önündeki, son yolculuğuna uğurlanması töreninin ardından, evlerinin yakınındaki Güzelyalı, Hakim Efendi Camii (1895) avlusunda çok kalabalık bir protokol ama bu kez görev için değil, içleri yanan ve her hallerinden sevgi saçan insanlar vardı.

Acı haberin ardından bir de saatlerce yol gelince, insan birçok açıdan yoruluyor ve yıkılıyordu.

Bu kez Nurten’in aracı (cenaze aracı) sahil yolundan yol almaya başlamıştı. Sanki son bir kez daha Ege’nin temiz deniz havasını solumak, son bir kez daha çabalamak istediği İzmir’e şöyle uzaktan bakmak ister gibi.

Görevim gereği yurdun gezmediğim yeri yok gibiydi. Üstelik bir de birçok yerde emeklerimizin izleri hala duruyordu. Bu açıdan İzmir, benim için çok özeldi. Hele hele Selçuk, Seferihisar, Özdere, Urla, Çeşme, Alaçatı dolayları ise bir başkaydı.

Biz Kamu adına, halkımız için her şey güzel olsun diye yırtınır iken bugün her şey ama her şey “özel ve güzel sektöre” devredilmiş durumda. Kamuya onlar bakıyor, ama halkımız..? Onlar, hala derin uykuda.

    Bizim onca çabalarımız, emeklerimiz, yapılanlar mı?

Hey gidi Mehmet Akif hey, MİLLİ ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY!, demiştin ya: “Sahipsiz olan vatanın batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”

İnanın sahip çıkmak için o kadar çabaladık ki…

Neyzen Tevfik, Namık Kemal, Ziya Paşa’nındır denilen söz bile durumu anlatmaya yetmiyor:

“Ayağa kalk ey Ehl-i Vatan!..’ dediler, kalktık; Puştlar oturdu, biz ayakta kaldık!..”

    Ne diyeyim ki?

Ey sevgili halkım, senin malın, mülkün olan her şeye senin için o kadar emek verdik, çabaladık. Bir de üstüne yediğim “zılgıtlar” ve “sürgünlere” ne diyeyim, anlamadım gitti?!..

Nurten’in konvoyu geliyordu, ama ben oralara bir başka gitmek istedim. Konvoydan ayrı, daha hızlı ve etrafa baka baka, eskiye özlem duya duya, yüreğim bir kez daha yana yana…

Urla, balık lokantaları, çeşme sahilleri, Alaçatı rüzgar sörfü her şey gözlerimin önünde dün gibi geçti. Anılar anılarda kalsa, çok farklı olsa da birden bir dağ yamacına yönetti navigasyon cihazı.

Adres, “İskele Mezarlığı-URLA”!.. Bugüne kadar hiç bakmamışım oralara. Zeytinlikler arasında, çam, sedir ağaçları ile dolu bir mezarlık.

    Sabahın köründen bu yana her şey hüzünlü, içim yanmalıydı.

Ben törenleri sevmem. Biraz “görev gereği” kokar. O yüzden Urla-İskele mezarlığına gelince havam değişti, bana huzur gelmişti.  Üstelik çok sevdiğimiz, Can arkadaşımız, Canımızı koyacağımız bir toprak parçası, ilk defa bana huzur, dilim varmıyor ama mutluluk vermişti.

Bir mezarlık, bu kadar sade, bu kadar güzel, bu kadar huzur dolu olabilir miydi? Olmuş!..

Hani, oralara yolunuz düşer, ya da hep gidersiniz, denizden çıkıp, sahilde balık yiyip, şöyle bir tur attıktan sonra, vakit yaratın ve “mezarlık” emeyin bir uğrayın, ne demek istediğimi anlarsınız.

Ve Sevgili Nurten, Nurten Serhatbeyi, seni sonsuzluğa uğurlamak, artık olmayacağını, bir daha görüşmeyeceğimizi düşünmek çok acı.

Bir seçilmiş olarak, İzmir’e, bir parti gönüllüsü olarak Konak kadınlarına, yurdun dört bir yanında ki öğrencilerine o kadar emek vermen, çabalaman hiç umurumda değil.

    Onca şeyi düşündükten sonra, beni mutlu eden ne oldu biliyor musunuz?

Seni, Ananın yanına, yanı başına, Babanın kucağına (çok sevdiği sevgili biricik, kızı olarak) koyduktan, üstüne bir dal serip, bir kaç kürek toprak attıktan, güvenli bir yere bıraktıktan sonra; şöyle bir etrafa bir de gökyüzüne baktım.

“Sen çoktan kanatlanıp uçmaya başlamışsın bile. Dalların, yaprakların arasında…”

Herkes “huzur içinde, ışıklar içinde uyu” diyordu.

Bense, “Sevgili Nurten, sen gün doğarken başla o güzel bahçede, yemyeşil ağaçların arasında dolaşmaya, dallar arasından da denize bakmayı unut ha!.. Deniz deyince, çok sevdiğin Deniz”e de selam söyle. Hatta ara sıra Karşıyaka’dan kaçsın, gelsin oralara.

Ankara’da Karşıyaka’ya gidince, ben de diyeceğim kendine!..

Yaptığın onca şeyin yanında, yapacağın onca şeyler varken; erken, çok erken oldu ama olsun. Sen, Urla, Liman Mezarlığından çok şeyler yapar. Huzur dağıtırsın oralara. Bari orda ayağına taş değmesin. Sevgili Nurten!..

 

….

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.