Okuryazarlık Fetişizmi | Hilmi Yavuz
Türk insanına okuma yazma öğretmek, Cumhuriyet’in temelkoyucu eğitim ilkelerinden biridir. Harf İnkılabı ile Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişin gerekçesi de budur: Okuma yazmanın Arap harfleriyle öğrenilmesi zordur; buna karşılık Latin alfabesi bu işi kolaylaştırmaktadır!
Cumhuriyet yönetimleri, Türkiye’de okuma yazma bilenlerin sayısını arttırmış olmayı, ‘eğitim seferberliği’nin başarısı açısından Cumhuriyetin en büyük kazanımları arasında göstermişlerdir. Doğrudur da! Okuryazarlık oranının nüfus artışına rağmen, yükseldiği görülüyor. Türkiyeli herkese okuma yazma öğretmek;- okuryazarlık oranını %100’e çıkarmak! Cumhuriyetin ideallerinden biri de buydu!
Bir defa daha söyleyeyim: Cumhuriyetin bunda büyük ölçüde başarılı olduğu su götürmez. Nicel artış, hiç şüphe yok, çok önemlidir. Ama bu artışın, diyalektik anlamda, niteliksel bir dönüşüme yol açıp açmadığı, bence büyük, çok büyük bir soru işaretiyle ortada duruyor. Evet, okuma yazma öğrettik öğretmesine de, kaçımız okuduğumuzu anlıyoruz? Ve elbette kaçımız okuryazarlığın sağladığı okuma imkânlarından yararlanıyoruz?
Önce okuduğunu anlama meselesi: Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi, geçen yılın Aralık ayında, OECD’nin her üç yılda bir 65 ülkede on beş yaşındaki öğrencilere uyguladığı PISA testlerinin 2009 yılı sonuçlarını değerlendiren bir rapor yayımladı. Raporda PISA testlerinde 2. Düzey’in ‘Temel Beceri Testi’ olduğu belirtiliyor. Bunun anlamı ise, ‘bu düzeyin altındaki öğrencilerin toplumsal yaşama ve üst eğitim kademelerine etkili katılımlarını sağlayacak bilgi ve beceri düzeyine henüz erişememiş’ olduklarıdır.
Peki, Türkiye’de durum nedir? Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi’nin raporuna göre, ’15 yaşındaki öğrencilerin halen %25’inin okuma becerilerinde PISA tarafından tanımlanmış temel becerilere erişememiş olması’ sözkonusudur. Kısacası bu, 15 yaşındaki öğrencilerin (ki, bu yaştakilerin Lise 1.sınıf öğrencileri oldukları varsayılabilir) %25’inin okuduklarını anlamıyor oldukları, anlamına geliyor! Lise öğrencilerinin % 25’inin okuduğunu anlamıyor olması! Size de vahim ve düşündürücü gelmiyor mu?
Şüphesiz, vahim ve düşündürücü!
Bir örnek de ben vereyim. Bu örnek okuduğunu anlamak ile değil, anladığını, sebeplerini belirterek açıklamakla ilgilidir. İlköğretimde öğretmen olan bir genç arkadaşım, öğrencinin test sınavlarında ‘doğru’ şıkkı başarıyla işaretlediğini, ama kendisine bu şıkkı niçin ‘doğru’ bulduğunu açıklaması istendiğinde ise, cevap veremediğini anlattı. ‘Doğru’nun ne olduğunu biliyor, ama onun neden ‘doğru’ olduğunu anlatamıyor! Çocuğun öğretmene verdiği cevap ise, fevkalade düşündürücüdür: ‘Hocam, önemli olan doğru olanı işaretlemek değil mi?’
Öğrenci bir bakıma haklı: Üniversite giriş sınavlarında sadece ‘doğru’ olanın işaretlenmesi yetiyor; -bir açıklama istenmiyor çünkü! Çoktan seçmeli test yöntemiyle yapılan sınavın, bir ‘açıklama’ ve ‘temellendirme’ye imkân tanımıyor olmasıdır, bana göre, asıl vahim ve düşündürücü olan…
Okuduğunu anlamıyor, anladığını anlatamıyor, iyi de, okuyor mu? Okuryazarlık, performatif bir bilgi türüdür, evet, ama bu performansı nerede, nasıl ve hangi alanda gösteriyor? Okuma edimini nasıl bir performansla hayata geçiriyor? Kitap okuyor mu, gazete, dergi okuyor mu? Yoksa sadece Facebook’a ya da Twitter’e girmek, Internet sitelerinde surf yapmak ya da cep telefonuyla sesli harfleri çıkartılmış bir alfabeyle mesaj göndermekten mi ibaret bu performans? Okur oluşunu bir zihinsel gelişim aracı olarak kullanıyor mu? Okumayı bilen ama okumayan biri, yüzme öğrenmiş ama bir daha denize girmemişe, ya da bisiklete binmeyi öğrenmiş de, bir daha hiç bisiklete binmemişe benziyor…
Okuma yazma öğrettik, okuryazarların sayısını arttırdık, iyi de Cumhuriyetin ideali bu muydu? Okumayan ya da okuduğunu anlamayan nesiller mi yetiştirmek amaçlanmaktaydı? Elbette değil! Ama işte varılan sonuç, bu! Niceliği diyalektik anlamda niteliğe dönüştüremeyen bir ideal! Okuryazarlığı bir tür fetişizme dönüştüren bir ideal![Bu yazı, 2011 yılında yazılmıştır. H.Y.]