NOEL VE SİHİRLİ GECE | Bedros Dağlıyan
Kaç gündür her taraf beyaz… Işık yok. Renkler beyaza kesmiş sadece… Ağaçlar, dallar, evlerin çatıları, yerler hatta hayvanların üzeri bile bembeyaz… Uzaktaki çatıların karla kaplı bacalarından gri bir duman döne döne yükseliyor sadece… Uzun zamandır karlarla kaplı Sivas’ta yalnızız… Öyle soğuk ki, esen fırtınanın uğuldayan sesi, eski dış kapının altından fısıltıyla giriyor. Oysa kapının altı kum torbasıyla kaplı güya…
Buzlanmış cama ağzımla hohlayarak dışarıyı görmek istiyorum ya, nafile… Buz geçit vermeyeceğine yemin vermiş sanki… Minnacık bir deliğe gözümü uydurdum; bahçe çitinde üşüyen serçeleri, karda yuvarlanan karabaşları izliyorum. Okuyacağım kitap da kalmamış; sıkıntıdan geberiyorum.
Babam tam üç aydır yok. Buna iş durumundan raporlu diyor annem… Babamın uzakta oluşunu, beyaz yalnızlığımızı bize hissettirmemeye çalışıyor güya… Ben ve kardeşlerim onun anlattığı o çok sevdiğimiz hikâyelere bile kanmıyoruz artık… Annem çaresizce gözlerimize bakıyor sadece…
Dışarıyı buzdan seçemiyorum, ama sabah ayazında şehrin hemen girişindeki kavakların arasına gelip yerleşen mandaların böğürtüsünü ve kağnıların gıcırdayan sesini alıyorum uzaktan… O koca siyah kıllı mandalar her sabah evimizin karşısına gelir ve köylüler ellerindeki yoğurt ve süt bakraçlarıyla Sivas’ın beyazına karışırlardı. O kağnılara binip dakikalarca yol giderdik; oysa ardımıza baktığımızda bir arpa boyu olurdu gittiğimiz yol…
Yılbaşı yaklaşıyor, ama bu yıl Noel baba bize uğramayacak gibi diyorum kardeşlerime; ağlamaklı bakıyor her ikisi de yüzüme… Bense hediyeden çok babamın bana getireceği yeni kitapların derdindeyim. Babamın yolunu gözlüyoruz ailecek. Annem her gün bu gün gelecek diyor ya; gelen giden yok işte! Arada kapı çalınıyor; hep birlikte koşuyoruz. Hayır, küçük kardeşim sadece emekliyor sapsarı saçları uçuşuyor hızından… Ya postacı oluyor, ya da komşulardan biri… Yılbaşı kartlarındaki karla kaplı kulübelere, çitlere ve uzayıp giden simle kaplı yollara neşeyle bakıyorum.
“Kartta hep aynı cümleler… “Sizin ve ailenizin yeni yılını ve Surp Zununt’unu candan kutlarız selamlar.” Yeni yılımızı ve akabinde 6 Ocak günü başlayan doğuş bayramını yani Noel’imizi kutlayan tebrik kartları…
Öyle ya Katolik cemaati 24 Aralık günü gecesi kutlarken Noel’i, biz tüm Hristiyan âleminin tersine 6 Ocak günü kutluyorduk. Neden diye anneme sordum o da anlattı:
“Hristiyanlığın kültürel devriminin en büyük hedeflerinden biri, putperestlik geleneklerinin ve izlerinin yok edilmesi, bu mümkün değilse dönüştürülmesi ve Hıristiyanlaştırılması işiydi. İmparator Aurelian’ın 274 yılında başlattığı yenilmez Güneş’in Doğum Bayramı (natalis solis invicti) 25 Aralık’ta Roma şehrinde etkin bir şekilde kutlanıyordu. Şenlikler Hristiyanlara da cazip geldiğinden, kilise onların katılımını engellemek yerine 6 Ocakta kutlanan Teofani Bayramı’nı ikiye bölerek, İsa’nın doğumunu 25 Aralık’a taşıdı. İsa’nın vaftizi ve üç yıldız bilimcinin ziyareti yine 6 Ocak’ta kutlanmaya devam etti. . Böylece 336 yılından itibaren Hristiyanlar başkent Roma’dan yayılan yeni bir gelenekle 6 Ocak yerine 25 Aralık’ı bayram günü kabul ettiler. Bu yüzden Roma İmparatorluğunun etkin olduğu alanlardaki kilise toplulukları ancak 6. yüzyıla kadar bu takvim dönüşümünü tamamladılar. Bütün dünya kiliseleri içinde sadece Ermeni Ortodoks Kilisesi Roma’nın etkisi altında bulunmadığından, en eski geleneği korumaya devam etti.”
Yılbaşı günü yaklaşırken, tek tesellim babamın o güne değin bizi hiçbir yılbaşı gecesinde yalnız bırakmamasıydı. Annem de endişelenmeye başlamış olmalı ki, gizli gizli ağlarken buluyordum onu… Evimizde telefon vardı, ama babamdan hiç ses seda yoktu. En son Aşkale’de olduğunu biliyorduk sadece… Bir de karın bütün yolları kapattığını… O da gelmek için yollar arıyordu mutlaka diyordu annem…
Ertesi gün 31 Aralık günüydü; ya gelmezse, gelemezse babam! Bu günde gelmedi diye sızlanıyorum. Uzaktan eve doğru gelen karla kaplı patikaya bakıyorum. Bakarken içim geçiyor. Bakkala, okula bile karların içinde büyüklerin açtığı boyumuzdan yüksek geçitten zorlukla gidiyorum artık… Neyse ki hemen yanı başımızda ekmek fırını var. Sıcacık ekmeğin kokusu hepimizin iştahını açıyor.
İşte bu gece 31 Aralık. Yılın son gecesi de geldi. Babam yok! Artık gelemez diye düşünüp üzülüyorum. Her yılbaşı annemin içini doldurup kuzinede pişirdiği tavuğu ve iç pilavını yer sonra da hazırlanan kuru yemiş ve meyve masasına geçerdik. Babam bir ritüel gibi her yılbaşı portakal adam yapardı. Büyükçe bir portakal alır başını tırtıklı keserek saç yapar. Adamı, gözler ve gülen bir ağızla tamamlardı. En sonunda da adamın ağız kısmına bir sigara yerleştirir yakardı. Nasıl sevinir, nasıl da kahkahalar atardık. Babam içtiği şarapla birlikte neşelenir neşesini bize de geçirirdi. Tahta sandalyemizin kontrplak altlığını darbuka gibi çalarak annemle birlikte Diyarbakır ezgilerini seslendirirdi. Hep birlikte eşlik ederdik…
Bu yıl portakal adamımız da yoktu işte. Akşam karanlığı çöktüğünde kar ayın parlayan ışığı altında bir elmas gibi parıldıyordu. Işıkları açmamıştık. Sokağın beyaz ışığı küçük odamızı ışık cennetine çevirmişti. Gök apaydınlıktı… Annem beni ve üç iki kardeşimi yanı başına almış halıyla kaplı sedirden karla kaplı yola bakınıyorduk. Kimsenin aklına yemek gelmemişti. Oysa annem her zamanki gibi iç pilavlı tavuğu pişirmiş. Bereket getirmesi için aşureyi pişirip, kıpkırmızı nar tanelerini sepilemiş; üzerine de tarçınla haç yapmıştı. Her şey hazırdı, ama babam yine yoktu.
Aniden kar yağmaya başlayınca annem üzerimizi sıkıca giydirip bizi dışarı çıkardı. Yumuşak bir hava vardı. Kar tanecikleri üzerimize döne döne iniyordu. Aniden bir el beni sıkıca kavrayıp kucakladı; diğer bir el de kardeşimi… Babamın o tütün kokan nefesini boynumda hissettim. Başında kara bir papak vardı. Yüzü sakaldan simsiyah hatta kapkaraydı. Gülen gözleri ışıl ışıldı. Hep beraber karlarda yuvarlandık. Sevinç ve hasretle hepimize tek tek sarıldı babam…
Tanrı dualarımı duymuştu. Bebek İsa, o kutsal çocuk duymuştu… İçeri girdik. Odamız sımsıcaktı. Dışarıda neşeli bir kar şarkısı duyuluyordu. Annem masayı hazırlarken babam banyodan yıkanmış, tıraş olmuş ve tertemiz giyinmiş halde çıktı. Hep birlikte neşeyle yemeğimizi yedik. Şarabımızı yine hep birlikte yudumladık. Meyveler ve kuruyemiş masasını annem hazırlarken babam da portakal adamının son rötuşlarını yapıyordu.
Saat on ikiyi vurduğunda biz Noel babanın getirdiği hediyeleri açma telaşındaydık… Bavulun bir köşesinde babamın bana aldığı kitaplar göz kırpıyordu. Noel sihirliydi ve biz çocuklar bu sihre inanıyorduk…