Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet’tin son eşi Vera Tulyakova “Bahtiyar Ol Nazım” kitabında Nazım Hikmet’le yaşadığı tüm acıları, mutlulukları, gezileri ve diğer tüm güzel anıları tek tek anlatıyor. Bu kitaptan derlediğimiz eşsiz anılar Nazım Hikmet’i daha iyi tanımanızı sağlayacak…
Gelecekle ilgili belirsizlik ve korkular da şair’in dizelerine
yansımaktadır.
KARIMA MEKTUP
Bir tanem !
Son mektubunda:
“Başım sızlıyor
yüreğim sersem ! ”
diyorsun.
“Seni asarlarsa
seni kaybedersem”
diyorsun
“yaşayamam !”
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Nazım Hikmet siyasi düşünceleri eserlerine yansımış edebiyatın çok çeşitli alanlarında eserler vermiş şair, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı olarak bilinir. Siyasal düşünceleri nedeniyle ”romantik devrimci” olarak tanınmıştır. Siyasal düşüncelerinden dolayı hayatının büyük bir bölümünü sürgünde ve hapiste geçirmiştir. Nazım Hikmet Ran’ın şiirleri birçok ödül almıştır.
Nazım Hikmet yasaklı olduğu yıllarda eserlerini farklı isimlerde çıkartmıştır. Ahmet Oğuz, Ercüment Er, Mümtaz Osman adlarını kullanarak eserler vermiştir. Nazım Hikmet’in ”İt Ürür Kervan Yürür” adlı kitabı Orhan Selim İmzasıyla çıkmıştır. Türkiye de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Nazım Hikmet Uluslararası bir ün kazanmıştır ve 20. yy’ın önemli şairleri arasında yer alır.
Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden birçok davadan(11) ayrı davadan yargılanan Nazım Hikmet İstanbul, Çankırı, Ankara ve Bursa cezaevlerinde 12 yıldan fazla bir zaman yatmıştır.1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. Nazım Hikmet Ran’ın ölümünden 46 yıl sonra 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlık hakkı iade edilmiştir. Mezarı halen Moskova dadır.
HAYATI
Selanik te 20 Kasım 1901 de doğmuştur. Fakat doğum tarihi ailesi tarafından sene kaybetmemesi için 15 Ocak 1902 olarak kaydettirilmiştir.
1913 de Mekteb-i Sultani de ortaokula başladı. İlk şiirini Feryad-ı Vatan 3 Temmuz 1913 de yazmıştır. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı Celal Paşa’ya okumuştur. Bunun üzerine Bahriye mektebine gitmesine karar verilmiştir. Nazım Hikmet 25 Eylül 1915 de Heybeliada Bahriye mektebine girdi.1918 de mezun oldu. Mezun olur olmaz dönemin okul gemisi Hamidiye Gemisine güverte subayı olarak atandı. Bir süre sonra sağlık sorunları yaşaması nedeniyle bahriyeden ayrılmak zorunda kaldı.
Bundan sonra 1920 de arkadaşı Vala Nurettin ile milli mücadeleye katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu ya geçti. Bolu da öğretmenlik yaptı. Daha sonra Batum üzerinden Moskova ya giderek Doğu emekçileri komünist Üniversitesinde Siyasal bilimler ve İktisat okudu. Nazım Hikmet Ran 1921 de gittiği Moskova da devrimin ilk yıllarına tanık oldu. Komünizm ile tanıştı. 1924 de Moskova da yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani sahnelendi. Nazım Hikmet o yıl Türkiye ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı. Fakat dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istendi. Bunun üzerine tekrar Sovyetler Birliğine gitti. Nazım Hikmet 1928 de af kanunundan yararlandı ve Türkiye’ye döndü. Bu seferde Resimli Ay Dergisinde çalışmaya başladı.1938 de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 sene süren tutukluluktan sonra çıkan aftan yararlandı. Daha sonra sürekli takip edildiği için o sırada gelen askere alınma neticesinde öldürülme endişesiyle 1950 yılında Stalin yönetiminde ki Sovyetler Birliğine gitti.25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu kararınca vatandaşlıktan çıkarıldı. Bunun üzerine büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki) nin memleketi olan Polonya vatandaşlığına geçti. Ve Borzecki soyadını aldı.
NAZIM HİKMET RAN’ın AİLESİ.
Nazım Hikmet’in Ran’ın Babası Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış olan Hikmet Bey annesi; Ayşe Celile Hanımdır. Celile Hanım piyano çalan resim yapan Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım, bir dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşanın kızıdır. Hasan Enver Paşa Polonya’dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı imparatorluğuna göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki’nin (Lehçe. Konstanty Borzecki.d.1826-ö.1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı ordusunda subay olarak görev yapmış ve Türk Tarihi üzerine önemli bir eser olan ”Les Turcs anciens et modernes”(Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır.Celile hanımın annesi ise Alman kökenli Osmanlı Generali Mehmet Ali Paşa’nın yani Ludwig Karl Friedrich Detroit’in kızı olan Leyla Hanımdır. Celile hanımın kız kardeşi Münevver Hanım şair Oktay Rifat’ın annesidir.
Nazım Hikmet Ran’ın babası Hikmet Bey Selanik’te Hariciye nezaretinde (Dış işleri Bakanlığı)çalışan bir memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan Nazım Paşa’nın oğludur. Dedesi; Mevlevi tarikatından olan Nazım Paşa Selanik’in son valisidir. Ve şairdir. Şiirlerini aruz vezniyle yazmaktadır.
Hikmet Bey Nazım Hikmet’in çocukluğunda memuriyetten ayrılır ve ailece Halep’e Nazım Hikmet’in dedesinin yanına giderler. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışırlar. Fakat burada istedikleri yönde bir başarı sağlayamayınca İstanbul’ a gelirler. Hikmet Bey’in İstanbul da ki iş kurma denemeleri de iflasla sonuçlanır ve hiç hoşlanmadığı memuriyet hayatına geri döner. Fransızca bildiği için yeniden hariciyede görev verilir. Bütün bunlar Nazım Hikmet’in Osmanlı İmparatorluğunda birçok örneği görülen kozmopolit bir aileye mensup olduğunun örneğidir. Ressam ve şair olan dayısı Mehmet Ali ise gönüllü olarak Balkan savaşına katılmış ve şehit olmuştur. Dolayısıyla 1900 lü yılların ilk başları insanların şartlar gereği yaşadıklarından etkilenmiş kazanılmış savaş acısını Kurtuluş savaşını ve Türkiye Cumhuriyetinin sancılarının ortak kaderini taşır. 1921 yılı ağustosunun sonunda Vala Nurettin ile birlikte ”Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi”n e kaydolurlar. (KUTV) Önce Fransızca bölümünde okurlar sonra Nazım Sosyoloji, Politoloji ve Sanat Tarihi okumaya yönelir. Bu Üniversitede birçok ülkeden; 84 ayrı Ülkeden öğrenci de vardır. Bu durum genç şairler için büyük bir tecrübe olmuştur. Geçimlerini ders vererek kitaplar çevirerek sağladılar. Şiirde ki gelecekçilik ve konstrüktivizm gibi yeni akımları da tanıdılar. Ve birçok edebiyat çevrelerine çeşitli yazarların toplantılarına da katıldılar.
Nazım’a Moskova da Safter adında tanıdığı bir Hintli arkadaşı ona siyasi hayatının fikri alanına etki eder. Bu dönem onun hayatında farklı bir kapının açıldığı dönemdir. Safter Artık Moskova’dan da ayrılmaları gerektiğini ülkelerine dönüp haksızlıklara politika diliyle karşı koymalarını söyler. Nazım bunun üzerine vatanına dönmeye karar verir ve 1924 de Türkiye ye döner. Kafası toplumun her birisi için eşitlik ilkesi ve fikirleri ile doludur. Ve ülke hala çok yoksuldur. Ayrıca dünyada sanayi devriminin başlamasıyla ülkelerde ekonomi, fikir ve politika yönünde büyük değişiklikler olmuştur. Türkiye de bundan nasibini almak durumunda kalmıştır.
NAZIM HİKMET’in DAVALARI VE SÜRGÜN HAYATI
Nazım Hikmet 1925 yılından itibaren şiirleri ve yazıları yüzünden birçok defalar yargılandı. Nazım Hikmet 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırttığı çabaları gerekçe gösterilerek 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın kaldı. Nazım Hikmet Bursa cezaevinde kaldığı yılları anlatan” Mavi Gözlü Dev Adlı” film 2007 yılında vizyona girmiştir. Nazım Hikmet 1950 yılında bir af yasasıyla serbest bırakıldı. Ancak sürekli izlendiği ve hastalık nedeniyle raporlu olduğu halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağırılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Nazım Hikmet’in 17 Haziran 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından vatandaşlıktan çıkarılmasına karar verildi. Nazım Hikmet Moskova yakınlarında ki yazarlar köyünde ve sonra da eşi Vera Tulyakova (Hikmet) ile birlikte Moskova da yaşadı. Nazım Hikmet memleket dışında geçirdiği yıllarda Macaristan, Fransa, Bulgaristan, Küba, Mısır gibi dünya memleketlerini dolaştı buralarda konferanslar verdi. Emperyalizm ve savaş karşıtı gösterilere katıldı. Radyo programları yaptı. Bunlardan bazıları günümüze ulaşabilmiştir.
NAZIM HİKMET’in TÜRK EDEBİYATINDA Kİ YERİ VE ESERLERİNDEKİ BAŞARILARI
İlk şiirlerini hece ölçüsüyle yazmıştır. Fakat anlam bakımından diğer hececilerden farklıdır. Nazım Hikmet ‘in şiir alanında ki derinliği giderek gelişmeye başlayınca hece ölçüsü ile yetinmedi ve şiiri için yeni biçimler aramaya başladı. Sovyetler Birliğinde yaşadığı ilk yıllar olan 1922 ile 1925 yılları arasında bu arayış en üst seviyeye çıkmıştır.
Nazım Hikmet hem içerik hem de biçim bakımından dönemindeki şairlerden farklı olduğu için hece ölçüsünden ayrılarak Türkçenin ses özellikleriyle ahenk oluşturan serbest ölçüyü benimsedi. Nazım Hikmet Mayakovski ve gelecekçilik taraftarı genç Sovyet şairlerinden esinlendi. Toplumlara baktığımız zaman birçok yeni şairler görebiliriz fakat gerçek anlamda topluma eserleriyle yenilik getiren şairler, sanatkârlar azdır. İşte Nazım Hikmet bunlardan biriydi. Doğal şiir yeteneği ile Türk şiirine yenilik getirmiştir. Bu özelliği o dönemde birçok ülkelerde ki şairler ve çevirmenler tarafından fark edilmiş eserlerini tanıtmak için şiirleri farklı dillere çevrilmiştir. Kendine has şiiri müziği, şiirde ki ritmi ile Türk şiirinde yeni bir devir açmıştır. Şiiri ve şiirde ki düşüncesi iyi ya da kötü yönde eleştiriler alsa da o kendi yolunda yürümeye devam etmiştir. Hapishanede geçen onca hayatında şiir hiç bir zaman vaz geçmediği ruhunun çökmesine izin vermeyen en sadık yoldaşı olmuştur. Lirik şiirleriyle kendi zamanını aşıp everensellik kazanmıştır. Şiirlerinde ki yoğun duygu, içtenlik, onun manevi dünyasına ve fikir dünyasına açılan kapıları aralamıştır. Şiirlerinde otobiyografik unsurlara da rastlanır. Onun hayatının yansımalarını lirik şiirlerinde görürüz.
Uzun yıllar hapishanede kaldığı düşünülürse bu eserlerin o şartlarda nasıl yazıldığı ve yine o zor şartlarda nasıl dışarıya çıkarıldığını tahmin edince şaşırmamak mümkün değildir. Çünkü bu eserlerin birçoğunun ele geçirilip yakılmış olabileceği de söylentiler arasındadır. Zira eşi Münevver’in arkadaşı olan Peride Celal’e bir kısmı verilen eserler tutuklanma korkusuyla yakılmıştır. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen; Nazım Hikmet hayata olumlu bakmasını bilmiştir. Nazım Hikmet’in hayatında yaşamının büyük bir bölümünü içine alan hapishane yılları vardır. İdeallerle dolu devrim ruhunun hayatına yaptığı etkilerden ve toplumun içinde bulunduğu sıkıntılı günlerden uzak kalması kolay değildir. Dışarı ile olan bağlarını ise annesinden, eşinden, kız kardeşinden ve dostlarından gelen mektuplarla sürdürebilmektedir. Bu yüzden zamanının büyük bir kısmı mektup okuyarak ve yazarak geçer. Mektupların onun hayatında büyük bir yeri vardır. Bu mektuplar dışında onun hayatının gayesi olan şiirler ve okumaktır. Ailesini geçindirmek için arkadaşlarının gizlice getirdiği çevirileri yapar. Bu çeviriler onun adı yazılmadan yayınlanır.
Ona göre; yaşamın üç şekli vardır ”Birincisi yaşadığının farkına varmadan büyük bir çoğunluk gibi sıradan yaşarsın”,
”İkincisi; hangi şartlarda ve nerede olursan ol yaşamak senin için bir saadettir”. Düşünmek, okumak, sevmek, görmek, işitmek, dövüşmek hayata dair her şey.
”Üçüncüsü ise; yaşamak sadece bir vazifedir senin için”. Bazen ölmek nasıl bir vazife ise yaşamak da öyledir senin için. Verilmiş bir sözü yerine getirmek gibi. Benim için yaşamak denen hadise ise; her şeye rağmen bir saadetti. Fakat artık benim için yaşamak saadet duymak değil. Artık yaşamak benim için sadece vazife oldu demiştir”. Yaşamında en büyük şansı hayatında ki kadınların, eşinin dostunun ve yakınlarının ona zor zamanlarında hep destek olmalarıdır. Onun hayatı, eserleri ve yaratıcılığı hakkında birçok kitap yayınlanmıştır. Kendi vatanından sonra dünyada tanınan ilk Türk şairidir. Uzun yıllar ölümü hep yakın hissederek yaşamış ve yaşadıklarından dolayı, böyle bir hayat sürmüş ardından geriye bu gün okunan ve gelecekte de okunmaya devam edecek olan çok güzel ve çeşitli eserler bırakmıştır.
Vala Nurettin hatıralarında şöyle anlatır; Nazım Hikmet ile bir gün kahvede otururlarken Nazım’ın ceplerini karıştırdığını fark eder. Bunun üzerine garsondan kâğıt almak için gider. Döndüğünde ise şaşırır. Çünkü Nazım Hikmet bin bir hevesle yeni aldığı beyaz pantolonunun dizlerine notlar yazmıştır.
Vala Nurettin en yakın arkadaşı Nazım için, şöyle der; Tanıdığım en olağanüstü insandır. ” Türkiye Türkçesini Türkiye dışı Türklerin arasına yayan dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden olan kendini böyle dosta düşmana kabul ettiren Nazım Hikmet; ömür boyu rastladığım en olağanüstü insandır”.(Va-Nu Bu Dünyadan Nazım geçti). Yalnız Türkiye dışında ki Türkler değil başka milletler de Nazım Hikmeti tercümelerinden okumakla yetinmeyip onun Türkiye; Türkçesiyle ilgili eserlerini inceliyorlar. Böylelikle Türkçe dünya dilleri arasında öğrenmeye değer kültür dilleri arasına girmiştir.
Şiirlerini yazarken bir tek nokta, virgül için bile üşenmez yeni bir satır için bile şiiri yeniden; yeniden yazardı. İlhamı tükenmeyen bir şairdi yaradılışı gereği iyi bir gözlemciydi ve her şeyden ilham alan bir özelliğe sahipti. Bazen bir mektup bile ona ilham verirdi. En sade konuları bile etkileyici coşkun şiirlere dönüştürebilmeyi bilmiştir.
Vala Nurettin( Va-Nu).(Bu Dünyadan Nazım Geçti),
Milliyet yayınları.
NAZIM HİKMET’in ŞİİRLERİNİN KONUSU
Şiirlerinde oldukça zengin konular işlediğini görürüz. .Vatan, vatan hasreti, millet, savaş, savaş acıları, açlık, kahramanlar, şehitler, merhamet, barış, köy, şehir, işçilerin emeği, hapishane, aşk, sevgi, özlem, hayat, gönül kırgınlığı, doğa sevgisi, gündelik hayattan esintiler, çocuk sevgisi, yaşlılık, hastalık, ölüm, paylaşım, düş, umut, iyilik, iyimserlik ve ülkü konuları oldukça belirgin işlenmiştir. Bunlar şairin iç dünyasını anlatan konulardır. Şiirlerinde kullandığı konuşma diliyle de şiirinin halk tarafından anlaşılır olmasını sağlamıştır. Yaşamı boyunca Türkçe’ nin ve Türk şiirinin gelişimini takip etmiştir. Türkçe’ nin edebi alanda gelişimine katkıda bulunmuştur.
BİLİNMEYEN YÖNLERİ İLE BİR NAZIM HİKMET PORTESİ
Birde Nazım Hikmet’in hayatında çoğumuzun belki de pek bilmediği yönlerinden beslenen şiirlerinin olduğu dönemi de ele alırsak aslında temelde bu kadar zengin kaynaklardan nasıl beslenip büyüdüğünü ve böylesine büyük bir şair oluşunun nedenlerini de daha kolay anlayabiliriz belki. Bilindiği gibi dedesi şair ve Mevlevi Nazım Paşadır. Nazım Hikmet; şöyle der; şair ve Mevlevi bir büyük babanın torunuydum. Annem Fransızcayı çok iyi bilir fakat Osmanlıcayı bilmezdi. Dedem şairdi. Annem Lamartini çok severdi. Babam bütün bunlara karşı ilgisizdi. Fakat bütün bunlara rağmen evimizde şiir çok önemli bir yerde dururdu. Annesi ve babası ayrıldığında uzun süre dedesinin yanında kalır. Dedesinin Konya valiliği sırasında konakta yapılan Mevlevi zikirleri ve semazenlerin dönüşleri okunan rubailer ve mesnevi den parçalar onun hayatında belli bir dönemi doldurur ve onu etkiler. Böylece çok da bilinmeyen bir Nazım Hikmet portresi çıkar ortaya.
Dedesi Nazım Paşanın yanında uzun süre kalan Nazım Hikmet 1920’li yıllara kadar şiirlerinin konusunu daha çok; Mevlana, sevgi üzerine işlemiştir. Ancak Moskova ya gittikten sonra farklı alanda şiirler yazmıştır. Bu yüzden gençliğinde yazdığı şiirler pek fazla bilinmez. Çocukluk gençlik yıllarında dedesinin yanında Mevlevi zikirleri, Mesnevi okumaları ve semazenler, musiki ile geçen bir dönem sonucunda farklı şiirlerinin olduğu görülür. O dönemde yazdığı şiirlerinden bazıları;
MEVLANA
Sararken alnımı yokluğun tacı;
Gönülden silindi neşeyle acı.
Kalbe muhabbette buldum ilacı
Ben de müridinim işte Mevlana.
Bu şiirin hikâyesi Vala Nurettin ‘in ”Bu dünyadan bir Nazım Geçti” adlı eserinde anlatılır. Bir başka şiirinde de Beyoğlu Ağa Camii için yazdığı mısralarında Ağa Camiinin Beyoğlu’nun farklı hayatı içinde ki garipliğinden söz eder.
AĞA CAMİİ
Havsalam almıyordu bu hazin hali görünce
Ah ey zavallı mabet seni böyle görünce
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen.
Yalnız senin göğsünde büyük ruhum ağlıyor.
Yine tasavvufun öğeleriyle süslü. Bir başka şiiri. Mevlevihane de (Dergah’a Hitaben) gençlik günlerinde ki zikirlerin etkisiyle yazılmış.
DERGAHIN KUYUSU
”Burdan geliyordu o iniltiler!.
Gönülde titrerken şüpheli bir yer.
Allah’a yalvaran Allah’ın adı
Beynimin içinde uğuldadı
Kuyuda zikreden, ağlayan kimdi?
İçine eğildim..Anladım şimdi
İsm-i Celalini candan andıkça.
Yer yer yükselerek çalkalandıkça
Kuyunun zulmetine parlayan suyu
Kuyu zikrediyor, ağlıyor kuyu”.
Bilindiği gibi dünya sanayi devrimiyle ekonomik, kültürel ve fikri her alanda değişim geçirmişti Türkiye’nin de bu dönemden etkilenmemesi imkânsızdı. Ayrıca ülke yoksul düşmüştü. Nazım’a göre Türkiye bunalımın eşiğine gelmişti.1945 yılında arkadaşı Vala Nurettin’ e Bursa Cezaevinden yazmış olduğu mektubunda Mevlana’ya ithafen yazdığı cevapta bunu belirtir yazdığı şiir de ”dünyanın hayalden ve gölgeden olduğunu” söyleyen Mevlana’nın rubaisine cevaben yazılmıştır.
Bir gerçek âlemdi gördüğün ey Celaleddin heyula filan değil.
Uçsuz bucaksız ve yaratılmadı ve ressamı iletiula filan değil.
Bu mısralarda da görüldüğü gibi Hz. Mevlana ile de içinde kavgalıdır artık. Vala Nurettin’e yazdığı mektupta görüyorsunuz ya! polemiği Hz. Mevlana ya kadar götürdüm der.
Ailesinden habersiz milli mücadeleye katılmak için Anadolu’ya gittiğinde de Kurtuluş savaşı destanı adlı şiirler yazar, o uzun şiirden bir kaç mısra;
”Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı , öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel rahat günlere inanıyordu.
BAŞARILARI
Şiirlerinden birçoğu Fikret Kızılok Cem Karaca, Fuat Saka, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü, Zülfü Livaneli gibi sanatçılar tarafından bestelendi.
Ünol Büyük gönenç tarafından özgün bir şekilde yorumlanmış olan küçük bir kısmı ise 1979 da ”Güzel Günler Göreceğiz” adı ile kaset olarak çıktı. Bir kaç şiiri de Yunan besteci Manos Loizos tarafından bestelendi. Yine bazı şiirleri Yeni Türkü’nün eski üyesi Selim Atakan tarafından da bestelenmiştir. Ayrıca Fuat Saka ‘nın da biri Demir Gökgöl ile olmak üzere iki adet Nazım Hikmet’in şiirlerinin bestelendiği şarkıları içeren albümü vardır.
UNECO’nun ilan ettiği 2002 yılı Nazım Hikmet Yılı için besteci Suat Özönder ”Şarkılarda Nazım Hikmet ”adlı bir albüm hazırladı. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla Yeni Dünya Plak şirketi tarafından hayata geçirildi.
HAYATINDA ETKİLİ OLAN KADINLAR
Nazım Hikmetin hayatını etkileyen kadınlar ona şiirlerinin yolculuğun da lirik bir etki bırakırlar. Onun hayatında ki kadınlar soyut, hayal dünyasında yer alan ulaşılamayan kadın tipleri değildir. O daha çok hayatın içinden ve onun hayatının odak noktasında olan kadınlara yer vermiştir. Aşkları gündelik hayatın içindendir. Sadece tutkuyla Vera’ya yazmıştır. Saygı duyduğu kadın ise Hatice Piraye dir. Ondan” kalbimin kızıl saçlı bacısı”diye söz eder. Ve hayatında ki kadınlardan sadece Piraye’ ye haksızlık ettiğini söyler. Nazım Hikmet adeta sevmeye ve sevilmeye muhtaç bir çocuk gibidir. Henüz on dört yaşındayken Sabiha adlı bir kıza âşık olmuş ve ona şiir yazmıştır. Nazım Hikmet yaşadıklarından dolayı sevdiği kadınlardan uzak kalmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle onları yine şiirle unutmamaya çalışmış onlara şiirler yazmıştır. Şair Bursa cezaevinden yazdığı mektuplarda aşk anlayışını, aşk hakkındaki düşüncelerini şöyle anlatır; ”Ben 45 yaşımı bitirdim ama her gün biraz daha âşık oluyorum.
Karımdan sanattan, tabiattan, insanlardan idealimden tut da kanaryama kadar her şeye doludizgin âşık oluyorum”bana öyle geliyor ki bir tek insana, yüz milyonlarca insana bir tek ağaca bütün bir ormana, tek bir düşünceye, tek bir fikre; birçok düşünceye ve birçok fikre âşık olmadan yaşamak; yaşamak değildir diye ”aşk” hakkındaki düşünce ve duygularını bir sanatçı gözüyle kendi ruhundan izlenimlerle aktarır.
Kadınlara olan tavrını ise yakın arkadaşı Vala şöyle anlatmıştır; Birini severse, iyice severse ona sadık kalmaya çalışırdı. Sevemediği zamanda sevilecek birini adeta daldan dala arardı. Bunu içgüdüsüyle mi can sıkıntısıyla mı yapardı bilinmez. Fakat sağlam ve kuvvetli aşkların etkisindeyken gönlünün kepenklerini başka çekim etkilerinden etkilenmemek için sıkı sıkıya indirirdi. Ama sevgiliyi zaman ve mekânlar ayırınca mahzunlaşır ”vicdan azabı çekiyorum Vala”derdi. O zaman anlardım ki olan olmuş. Belki hayat şartları yaşadıkları ve ayrı mekânlar belki kişilik yapısı onda böyle bir durum yaratmıştır.
Vala Nurettin ( Bu Dünyadan Nazım Geçti) Milliyet yayınları.
Şimdi Yapı Kredi Yayınlarından bir anı eser olarak çıkan”Bahtiyar Ol Nazım” adlı eseri incelediğimizde Nazım’ın içinde bulunduğu şartların da onun aşk hayatında rol oynadığını görürüz. Ayrıca bu eser incelendikten sonra anlaşılacaktır ki o tanınmış bir şairdir çevresinde ona hayran bir sürü kadın vardır.
Bütün bu kadınların ortak yönü ”iyilik, yumuşak huyluluk ve şairin gönüllü yol arkadaşı olmalarıdır”. Piraye şairle 13 yılı hapishanede olmak üzere yirmi yıl evli kalmıştır. O şairin zor günlerinin dostudur. Münevver Nazım’a tek evladı Memet’ i doğurur. Şiirlerini Münevver Fransızcaya çevirir. Vera hayatının son günlerinde âşık olduğu yaşadığı kadındır. Bu kadınlar Nüzhet, Piraye, Münevver ve Vera dır dır. Hepside edebiyat tutkunudurlar. Bu kadınlar anılarında şairi kıskanç, iyi bir eş, iyi bir dost ve baba olarak anmışlardır. Münevver için yazdığı şiirden bir kaç mısra;
”Yapraklara, yeşiller allara.
Nice nice yıllara, gülüm nice yıllara
Yaprak dala, al yeşile yaraşır,
Gayrı bundan böyle vermem seni ellere”.
Vatan hasretini Münevver ve oğlu Memet özlemini Sovyetler Birliğinin her bölgesini gezerek bastırmaya çalışmıştır. Bütün bu faaliyetler onun hayatında ki özlemleri doldurmaya yetmemiştir. Eşini ve oğlunu görme umudunu aradan geçen on yıl ve onca uzaklıkla artık yitirir. ”Bahtiyar Ol Nazım” adlı esere döndüğümüzde Nazım’ın çocuk sevgisinin çok büyük olduğunu görürüz Fakat hayatta ki tek evladı oğlu Memet’in babasına karşı tutumu da ne yazık ki şairin hayatına hüzün katan ayrı bir durum olmuştur. Ölmeden bir kaç yıl önce kendisinden bir hayli küçük olan Vera Tulyakova ya âşık olur. O da şairin hayatına ışık veren kadınlardandır. Fakat uzun ve mücadelelerle yorulan kalbi fazla dayanamaz ve 3 Haziran 1963 Tarihinde 61 yaşındayken evinin eşiğinde vefat eder. Nazım Hikmet Sovyet;
Yazarlar Birliği nin düzenlediği bir törenle ÇEHOV, TURGENVEY, GOGOL ve MAYAKOVSKİ’nin de gömülü olduğu Moskova Novodeviçi Mezarlığında toprağa verilir. Ancak öldükten sonra ne yazık ki;
5 Ocak 2009 Bakanlar Kurulu Kararıyla Türk Vatandaşlığı iade edilmiştir
Eserlerinin kaderi de kendine benzer. 1938 de hapse girince şiirleri de yasaklanmıştır. Ancak ölümünden iki yıl sonra ülkesinde 1965 de şiirleriyle yeniden önem kazanmıştır.
O bir şairdir. Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şairlerindendir. Bulunduğu yaşadığı dönem itibariyle toplumun içinde bulunduğu süreçten etkilenmiştir. Sanatçılar ait oldukları toplumun değerleri, yaşadıklarıyla iç içedir. Kendilerini ait oldukları dönemin etkilerinden soyutlamaları bazen oldukça zordur. Bu durum bazı sanatçıların eserlerinde doğrudan kendini gösterir. Nazım Hikmet’in ”Bahtiyar Ol Nazım ” adlı anı eserde de söz edildiği gibi 1950 li yılların sonlarına doğru orta yaşlı ve onca zaman vatanından uzakta sevdiklerinden ve ailesinden ayrı yaşaması onu bir hayli yıpratmış olmalı ki kalbi yorgun bir adam olarak vatanından uzakta memleket hasretiyle yazdığı ”memleketim” adlı şiirden de ruh halini ve ne kadar bahtiyar olduğunu anlayabilmek mümkündür. Ölmeden önce yazdığı ”Cenaze Merasimim ” adlı şiirde de olduğu gibi;
Bakacak arkamdan mutfak penceremiz
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
Bu mısraların şairin kendi ölümü üzerine düşünerek yazdığı sade içten ve bir o kadar da uzakları kendi içinde hasret duvarlarıyla örülmüş gurbet acısıyla kaleme alınmış mısralar olduğu görülmektedir.
Bu eser Vera’nın anılarından Nazım’ın yaşadıklarından ve notlardan yola çıkılarak hazırlanmış bir eser. Dünyaya mal olmuş bir şairin hayatında ki iniş, çıkışları, kederleri ve sevinçleriyle zaman zaman gülümseten zaman zaman da hüzünlendiren bir eser.
Nazım Hikmet bir keresinde dostu Abidin Dino’ yu Paris’te ziyaret eder. Abidin Dino Nazım’a İstanbul dan dan gelen yemekleri ikram eder. O gün koca şairin çocuk sevinciyle eski mutlu günlerine geri döndüğü bir gündür. Yeditepeli İstanbul sokaklarında özgürce dolaştığını bunu hissettirdiği için dostuna sayısız şükran sözü söyler. Nazım Hikmet o gün doktorların yasaklamasına rağmen kalbi yorgun olduğu için merdiven çıkması yasaklanmıştır buna rağmen dostu Yaşar Kemal’in kolunda o merdivenleri tırmanır. O gün onun için hasta ve yorgun kalbinin memleket hasretiyle dostlarıyla birlikte yenen İstanbul yemekleriyle dolu mutlu bir gündür daha sonra bu mutluluğunu ”YEMEKLER VE MERDİVENLER ”şiiri olarak dile getirmiştir.
NAZIM HİKMET ŞİİRLERİ
Dört nala gelip uzak Asya’dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde ,dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak.
Bu cehennem bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür.
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim.
MEMLEKETİM
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabı,
son mintanımda sırtımda paralandı çoktan
şile bezindendi
Sen şimdi yalnız saçımın akında
enfarktında yüreğimin
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim
memleketim…
CENAZE MERASİMİM
Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan
Asansöre sığmaz tabut,
Merdivenler daracık
Belki avluda diz boyu güneş ve güvercinler olacak
Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu
Belki ıslak asfaltıyla yağmur
Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.
Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz
kadar
Avludaşlarım uzun ömürler dilerim hepinize.
PİRAYE İÇİN – 24 EYLÜL 1945
En güzel deniz ;
henüz gidilmemiş olandır
En güzel çocuk;
henüz büyümedi
En güzel günlerimiz
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz ;
henüz söylememiş olduğum sözdür.
VERA’ ya yazdığı en son şiir
”Gelsene dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm”
Vera şairin ölümünden sonra kimseyle evlenmez bir daha.
Vera da 2001 de Moskova da ölür.
Ve sonuç olarak bir şey daha eklemek gerekirse; bu kadar çok ilhamı bol, Vala Nurettin’inde söylediği gibi bu kadar çok eser yazabilen bir insan ”olağanüstü’ dür gerçekten. O haklı olarak bir dünya şairidir. Geride birçok roman, senaryo, onlarca anı ve şiir bırakmıştır. Ayrıca bu kadar üretken olmak da ancak yetiştiği dönemin ve bulunduğu aile ortamında aldığı kültürün onun damarlarını beslemesinden kaynaklanmaktadır diye düşünüyorum. Ve onun hangi şartlarda olursa olsun ”iyimserlikten, üretken ”olmaktan vaz geçmemesidir. Yine aşk ve sevgi onun hayatının olmazsa olmazlarındandır. Çünkü ”aşk”ı güzel olana aşık olmayı yaratılıştan getirdiği özelliğinin yanı sıra belki de dedesinin yanında anne, babasının ayrılığında Mevlevi Dergâhında aşkı ve sevgiyi tüketmeden yaşamayı öğrenmesindedir. .
O; dünyanın her alanda büyük değişim geçirdiği Ülkelerin sınırlarının topraklarının değiştiği, imparatorlukların yıkıldığı insanların ağır bedeller ödediği; acılar çektiği bir dönemin içine doğmuştur. Ve böylesi dönemlerin insanları bir şekilde sancılar çekmeye aday olmuştur her zaman. Moskova da yaşadığı süreçte gençlik ideallerinin insanlığa ve topluma adapte edilmiş bir hayatın sonucunda yaşadıklarıyla hayatta öğrendiklerinin farklı olduğunu görmüş ve bunun hüznünü; pişmanlığını yaşamıştır. Fakat yaşadıklarıyla artık topluma mal olmuştur. Onunda hayatı bu yüzden acılarla ve gel-gitlerle örülüdür. Onu belki de ayakta tutan ”aşklar” ki onların getirdiği iyimserlik duygularıyla ayakta kalabilmesini yorgun kalbiyle yarından umut var olabilerek yaşamasını sağlamıştır ancak kim bilir diyorum.
Ve ”BAHTİYAR OL NAZIM”diyorum. Çünkü o bir dünya şairidir.
Yararlanılan Kaynaklar:
Vala Nurettin ( Bu Dünyadan Nazım Geçti).
Milliyet yayınları.1999.
Yapı Kredi Yayınları ”BAHTİYAR OL NAZIM”
Şubat 2008. 1. Baskı.
Dündar Can(2006) Nazım. İmge Kitabevi.
Anakara-16.
Gronau- Dietrich(1995) Nazım Hikmet, Altın Kitaplar. Yayınevi İstanbul.(39).
Mariya Leontiç
Gotse Delçev. Üniversitesi. Filoloji Fak. Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi.
Yayın Tarihi: 19 Eylül 2014