Mite, Serçeşmelere yönelmek | İsmet Alıcı

Şiir ve yaşam bütündür… Şiir ayrı yaşam ayrı diye bir durum yok. Şairin nefret edilen biri olması yine şiirin içindedir. Dikkatli bakmadığımız için göremiyoruz. Yaşam kendi içinde şiire yansıyan bir bütünlük taşır.
İsmet Özel’in şiirindeki bir süreçten sonra olan parçalanma onun kişiliğini de göstermeli. Sanat ve Politika ayrıdır söylemi, bir zamanlar Mehmet Fuat’ın bol bol dile getirdiği koca bir yalandır. Bu arada İsmet Özel’in şiirinin merkezinde biçimsel sanat etkinliğinden daha çok, içeriğe yönelik politik sanat etkinliği vardır. Faşist ve kapitalist ideolojiden kurtulabilmenin bu şiirin, şairin eleştirisinden geçer. İsmet Özel şiirinde varolan İslami ve Türklük söylemi, aynı zamanda eşitlikçi bir dünya veya Altın çağ özlemiyle şekillenir. Bizi içine çeken estetik haz yaratan budur. Bu şiirlerdeki adalet, eşitlik, özgürlük söylemi, bizimle çakışır. Gelecek komünal toplum düşünü canlı tutar. Fakat hala biz Türklük, İslamlık, Ümmetcilikten kopamadığımız için. Yetkin olmayan estetik hazzı, yetkin bir haz gibi algılarız. Nazım’ın neden Kürtler için birşey yazmadın diyenler. İsmet Özel’in şiirlerine pek bir şey demezler.
Gelelim olgunun diğer yanına genel olarak sol sanat devamcıları, sahiplenmesi gereken ve onu içerikle üretmesi gereken tasavvuf, sufi ve divan kültüründen kopmuştur. Bunun en önemli nedeni Batı gelenekli şiirin esas merkez olması doğudaki başlangıcını göremememiz.
Cumhuriyet kuruluşu ile divan edebiyatına, tasavvuf, sufi kültürüne karşıtlık şiirin temel ayaklarının yok edilmesini sağlamıştır. Böylece serçeşmelerdeki söylencelere yaslanarak veya sufi tasavvuf geleneğinin söylencelerininde üstü örtülerek edebiyat yapılmaya başlanmıştır. Sol böylece toplumsal hafızanın reddi üzerinden üretim yapmaya başlamıştır. Sol gelenek içinde yerleşmiş ilericilik, gericilik söylemi, Cumhuriyetle birlikte sürekli öne çıkartılarak devam etmiştir. Sürekli tarikatları, cemaatleri aşağılarken, ne yazık ki Anadolu ve Mezepotamya toplumunun çoğu kültürel değerinin üstü örtülmüştür.
Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin Destanı’na birazda buradan bakmak lazım. Bu eski toplumun kültürel değerlerini ortaya çıkarma cabasıdır. Aynı eski toplumun sufiliğine, dervişliğine, divanına yürümektir birazda. Nazım Şeyh Bedrettin’de gördüğü eşitlikçi komünal anlayışı öne çıkarmaya çalışmıştır. Sanırım bahsedilmese de, Doktor Hikmet Kıvılcım’lının etkisiyle. Anadolu ve Mezepotamya kültürü içinde korkunç bir eşitlikçi komünal kültür vardır. Bu mitler söylenceler, şiirlerle, şarkılarla içice girmiştir. Çoğu tarikat hala farkında olmadan bu özleme uygun yaşar. Hele Bektaşi, Alevi, Mevlevi söylenceleri.
Osmanlı‘nın tımara tekabül eden vergi sisteminin bir yanı tek kişinin hükümranlığı iken diğer yanı ise padişah dışında herkesin eşit ve komünal yaşadığına dair söylemdir. Cumhuriyetin kuruluşunda, sürekli söylenen biz sınıfsız, imtiyazsız toplumunun tutmasının bir nedeni de budur. O toplum içinde yükselen özgürlük isteminden daha çok.
İsmet Özel’den baktığımızda onda görülen bizim solda eksik olandır. Kendi toplumsallığından uzaklığı da gösterir bu. İşte bizi içine çeken hale de budur. Kendi yabanlığımızdan, yabancılığımızdan kurtulma isteği. Bunun yanında somut olan kültürel doku daha çok o tasavvuf, sufi, divan kültürüdür. Bu arada Alevi, Bektaşi, Mevlevi, Kadiri kültürü direk tasavvuf, sufi, divan kültürünün içindedir. Bizler ise bu kültürel dokunun esas ayaklarını daha çok batı da aradık. İlericilik, gericilik adına. İslam felsefesini bilmeden, batı felsefesini bildik. Kendi mitolojimizi bilmeden, Batı mitolojisini bildik. Oysa batı mitolojisinin bütün kaynakları doğudur. Ters dönmüş bilinç durumuna ilginç örnektir bu.
Kant‘ı Hegel‘i bildiğimiz kadar Farabi’yi bilmeyiz veya İbni Rüşt’ü. Oysa bu tartışmalar daha çok bizimle ilgilidir. Anadolu ve Mezepotomya’nın yaşadığı sorunlarla ilgilidir. Farabi‘nin Medeni Devlet’ine buradan bakmak lazım. İbni Rüşt’ün, İbni Sina süreçinde keskinleşen çifte hakikat söylemine bu toprakların temel sorunu olarak görmek lazım.
Son olarak Yahya Kemal’in Akıncılar şiiri bütün orta öğretim kitaplarında vardır. Çok berbat bir şiirdir bu. Divan, sufi, tasavvuf içeriğiyle hiç ilgisi yok. Sadece Türkçe aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Osmanlıcılık adına başka halkları yoketmeye yönelik bir şiirdir bu. Bu gün İhaların tanıtımı yapılırken altta sürekli bir şiir okunur. İnsanı amaçsız bir şiddete güdüleyen bir şiir bu. İnsani bir şiir değil. Bizim yapmamız gereken İsmet Özel’de, Necip Fazıl’da, Yahya Kemal’de varolan şiirini kaynaklarına yönelmek. Sonra bu şiir geleneği içinde (Tasavvuf, Divan) eşitlikci, komünal öğeleri sürekli ortaya çıkarmak. İslamcı, Türkçü, Ümmetçi düşüncenin karşısına Alevilikte, Mevlevilikte, Bektaşilikte çok yaygın olan 72 millet bizdendir söylemini geliştirmek. Tasavvuf, sufi geleneği, bu tip (İsmet Özel, Yahya Kemal, Necip Fazıl) çıkarçıları taşımaz. Bu geleneğin bu gün onları taşımasının nedeni, onlarla ilgili değil bizlerle ilgilidir. Bir hırka, bir lokma diyen bir sufi geleneği nasıl taşır bunları. Bunlar kim? Bestami kim? Bunlar kim? Farabi kim?
Kendi kültürel değerlerimize yönelmek, kendi mitlerimizi yeniden üretebilmek elimizde. O zaman bunların bu gün bize haz veren estetiğinin ne kadar kof olduğunu görürüz. İslama yönelmek islamlaşmak değil.Onun içindeki sınıflar savaşımı ortaya çıkarmak. Nasıl bir eşitlikçi, Altunçağ özleminin o şiirde yeniden üreterek göstermek. O zaman kim takar İsmet Özel‘i, Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı. İnsana yabancı, çok şişirilmiş değerler.