Melek Annem | Cevdet Gökhan Tüzün
Sabahın köründe, oturma odasında
çalışan dikiş makinesinin sesinden uyanmıştım.
Gözlerim kapalı, yatakta döneleyip duruyordum.
Annem için gün, sabah namazından sonra
başlamıştı.
İçeriden o keskin, gür sesiyle
bağırdı:
“Oğlum hadi kalk.”
Benden herhangi bir tepki gelmeyince
biraz önceki ses,
Yumuşamış bir tonda tekrar geldi:
“Prova yapacağım ne olur Annecim
hadi”…
Yattığım yerden bağırdım:
“Ya yine mi giyeceğim o abiye elbiselerden.”
“Oğlum kalk, sabahtan kadın provaya gelecek.”
“Offf ya, nedir bu senden çektiğim Anne, bir tane manken alsana artık.”
Pijamalarımı çıkarıp, o özel gecede giyilecek elbiseyi,
Annem dikkatlice üzerime giydirdi.
Sağa dön, sola dön, biraz yürü bakayım, tamam, çok güzel, şimdi otur, kalk,
harika.
Bu komutları küçük yaşta öğrendiğimden askerde hiç zorluk çekmedim.
Annem ağzına bir sürü toplu iğneleri almış, elbisenin bazı
yerlerini iğneler, bazı yerlerini de kuru sabun kalemiyle işaretlerdi.
Müşterilerde annemin söylediği şekilde ellerini, kollarını kaldırır, sağa sola
dönerlerdi. Farklı zamanlarda birkaç sefer tekrarlanan bu provalar, elbisenin
vücuda oturması ve giyenin içinde rahat edebilmesi için yapılırdı.
Şifon kumaştan abiye bir
elbise modeli.
Dubleli kolları omuzdan sonra transparan, aynı şekilde etek uçları da
transparan.
“Anne bak kapı çalarsa açma ha, rezil olurum.
Kendimi Bülent Ersoy gibi hissediyorum ayol”
🙂
O yoğun tempoda çok heyecanlı ve sinirli olurdu.
Muzip şakalarla, cıvık hareketlerle onu güldürmeye çalışırdım.
“Güldürme beni Gökhan. Terlik geliyor bak”,
Terlik de yunan terliği, bir komşumuz hediye etmiş, çekiç gibi, değdi mi
acıtmıyor, hemen yakıp morartıyor.
O terlik eskisin, yırtılsın diye ne dualar ettim, eskimedi gâvurun malı.
Bir terzinin her zaman kitaplığında bulunması gerekli
parçalardan biri hatta en önemlisi “Burda” dergisiydi.
Bütün kitapçıları dolaşır, bu dergiyi Anneme her ay getirirdim. Patron kâğıdı,
kalem, makas, mezura, iğne, sabun bir terzinin olmazsa olmazlarıydı.
Ne abiyeler giydim ben, kloş etekler, tayyörler, robadan
bluzlar.
5 liraya teyeller, 10 liraya sürfileler yaptım.
Ankara’nın Kızılay’ında, Samanpazarı’nda, Çıkrıkçılar Yokuşu’nda bulunan bütün
düğmecileri, kumaşçıları tanırdım.
O gece elbiselerinin, tayyörlerin düğmelerini, fermuarlarını çoğunlukla ben
seçtim.
Yıllar geçtikçe büyüdüm ve Annem artık beni manken olarak
kullanamayacağını anladı. Cansız bir manken aldı. Çünkü o abiyelere, eteklere
sığamadım.
O günden sonra artık sadece kendi elbiselerinin etek boyunu almam için beni
yanına çağırdı.
Giyim öğretmeniydi, ama kadın giyim.
Hâlâ da öyle çok şükür.
Cinsiyetim kız olsaydı bana ne elbiseler dikerdi lakin sadece gömlek, pantolon
dikebildi.
Emekli artık, dikiş dikmiyor.
Bir kızı olsun çok istedi,
“Allah” ona iki erkek evlat verdi.
Küçükken, büyükken hep bana yardım etti.
Beni öyle güzel sevdi ki.
Bana öyle güzel baktı ki bu hayatta, bana sevmeyi, merhameti öğretti.
Hakkını hiçbir zaman ödeyemem.
Ankara’da Gülşen, Isparta’da Adile derlerdi adına.
Hâlbuki Adile Gülşen Sultandı “O” benim için.
Duygusaldı, hayata dair üzüldüğü şeyleri içine ata ata hastalar oldu.
İlaçlarla tedavi buldu.
Üzüntülerini söyleyemedi.
Biz üzülürüz diye gizli gizli defterlere yazdı.
Kendini üzen insanları hep Allah’a havale etti.
Hayırlarını, duasını hiç ama hiç bırakmadı.
Her zaman küçük hayalleri vardı.
Küçük şeylerden mutluluğu öğretti.
Büyük hayaller kuracak ne zamanı vardı ne de parası.
Yokluk içinde büyümüştü.
O yokluğu benim yaşamamam için kendini paraladı durdu.
Sabahın köründe yollara düşer, bir elinde çantasını, bir
elinde beni taşırdı.
Hasanoğlan’a, Üreğil’e, Ulus’a götürdü beni.
Hayat telaşında çabuk büyümemi istedi.
Büyüyünce de “sen nasıl büyüdün hiç anlamadım” dedi.
Yedirmeyi, içirmeyi, günlere gitmeyi çok severdi.
Misafirlerimiz küçük evimize geldiklerinde çok mutlu olur, onların tabakta
kalan ikramlarını saklama kaplarıyla poşetlere koyup, evlerine gönderirdi.
40 yaşında saçlarının yarısı beyazladı.
Arkadaşları “nine gibi oldun, yaşın genç, boyat saçlarını” dedi.
O hiç boyatmadı, makyaj da yapmadı, hâlâ teni pamuk gibi.
Şimdi babaanne oldu, çok da mutlu oldu.
Sorumlu olmayı, sorumluluk almayı öğretti daima.
Mahallemizdeki okullara göndermedi.
Kızılay’da, Sıhhiye’de okuttu beni.
Güzel arkadaşlarım olsun diye.
Kamplara, korolara gönderdi.
Kendi yapamadıklarını yapayım, mutlu yaşayayım diye.
Beni 10 liraya, 20 liraya kandırırdı.
Kapıları, camları, halıları sileyim diye.
Kızardım, “kız gibi iş işletiyorsun” diye söylenirdim.
İlerde hanımın bana çok dua edecek derdi, öyle de oldu.
Ondan ayrılışlarım hep zamansız oldu.
Telefondaki sesimle teselli buldu.
Adile Gülşen Sultan,
Benim Tombik, Melek Annem.
Senin benim içimdeki yerini, bu sayfalara sığdıramam.
Seni sayfalarca yazarım ama yine de son noktayı koyamam.
Sen benim, bu hayattaki en büyük kütüphanemsin.
Ne olur hep öyle kal.
Bu satırları okuyan güzel arkadaşım.
Hâlâ fırsatın varsa, Anneni hemen ara, git çabucak sarıl ve kokla.
Emin ol, dünyadaki bütün güzelliklerin kokusu Annelerimizde saklıdır.
Unutma, Annen gibi bir çınar ağacın varsa bu hayatta,
O ağacın altında bin koyun eğlenir.
Hadi, daha ne duruyorsun…
Cevdet Gökhan TÜZÜN