Bir Film, Bir Kitap | Mektup Bizden Selam söyle | Duygu Uzel
7. Koğuştaki Mucize adlı filmi izledim. Filmin orijinal adı: “Miracle In Cell No. 7” 2013 Kore yapımı. Film yayınlandığı dönemde senaryosu ve oyunculuklarıyla pek çok başarıya imza atıyor. Ülkemizde de yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin’in yaptığı film uyarlanmış haliyle, oyunculuklarıyla takdiri hak ediyor elbette.
Film; 2004 yılında Türkiye’de idam cezasının kaldırıldığını, ülkemizde en son idamın 1984 yılında gerçekleştiğini bildiren haber bülteniyle başlıyor. Hemen ardından izleyici kendini 1983 yılında buluyor. Darbe ve sıkıyönetim yılları… Sıkıyönetiminin sözünün üstüne söz söylenmediği yıllardayız artık ve film sizi çemberine almayı daha ilk dakikalarda başarıyor. Filmin konusunun detaylarına girmeyeceğim. Böylesi koşullarda böylesi olayların gerçekleştiği su götürmez bir gerçek olmasına rağmen sonuçlar kısmında takılıp kalıyoruz ve dudaklarımıza buruk bir gülümseme gelip yerleşiveriyor. O noktada da adı üstünde ‘mucize’ diyor ve işi hayal gücümüzün kurgusallığına yükleyip geçiyoruz.
Sinemadan çıktıktan sonra bu coğrafyada yaşananların gelip aklınıza çöreklenmemesi mümkün değil. Film bir kıvılcım etkisi yaratıyor ve sizi çok uzak olmayan geçmişe dönmenize yol açıyor. Sanırım herkes için farklı bir iz düşüm olacaktır.
Tam da burada yakın zamanda basılan bir kitaptan bahsetmek isterim:
“Mektup Bizden selam Söyle”| Hatice Eroğlu Akdoğan
Hatice Eroğlu Akdoğan’ın yeni romanı; tarihin tozlu raflarından sıyrılıp gün yüzüne çıkmayı başaran gerçek yaşam öyküleri üzerinden kurgulanmış. İstanbul Kitap Fuarı yaklaşırken listenize eklemek isteyeceğiniz kitaplar arasında olmayı hak eden bir çalışma.
Üzerinden silindir gibi bir 12 Eylül geçmiş coğrafya ve yeni yasaklara, üzerilerine serpilen korku toprağına rağmen yaşamı, umudu yeniden yeşertme hayallerini hiç yitirmeyen bir gençlik…
Üniversite için yolu İstanbul’a düşmüş genç bir kadın Leman. Roman onun dilinden akıyor.
İstanbul’un ilk günlerinde, sokaklarında kaybolacağım hissine kapılan ve sonrasında kenti yeniden keşfeden genç öğrencinin gözünden yaşadığı döneme bakıyor ve onunla birlikte tanıklık ediyoruz.
Satırlar arasında ilerlerken geçmişe dönüp fabrika direnişlerini ziyaret ediyor; sık sık bir araya geldiği arkadaşlarından birinin abisinin idam edildiğini öğrendiği andaki hislerine dokunuyor; toplumun ve basın yayın organlarının bilindik suskunluğuna takılıyoruz.
Roman, içerisinde başta paralel bir kurguyla ilerleyen ve sonrasında yollarımızın kesişeceği Metin-Elif ilişkisini de ilmek ilmek örüyor.
Dönemin feodal ilişkileri, işsizlik, büyükşehirlere göç, kentte tutunabilme, dayanışma ekseninde gelişen ilişkiler, sendikalaşma, cezaevleri, görüş kabinleri, oldu bittiye getirilen duruşmalar, kimi zaman da tesadüflere bağlı birleşen yollar ve hikayeler yazarın samimi kalemi ve yalın diliyle ilk sayfalardan itibaren bizi içine çekmeyi başarıyor.
Hapishaneye düşmeden önceki bir yılda Metin’in oğlu için kendi elleriyle bir dolap tasarlaması, o dolabı tasarlarken kendi dedesini ve elleriyle yaptıkları kerpiç evi anımsaması ekseninde geçmişten gelip yaşanan güne ve oradan da bizlere kadar ulaşmayı başarabilmiş kendisi küçük ama etkisi büyük bir olay; ‘ panjur dolap- mektup.’
Portekizli yazar Saramago; “ Ölmek, varolmuş olmak ve artık olmamaktır,” der. Oysa biz ve bizim gibi coğrafyalarda gidenlerimiz hep yanı başımızdadır, hiç beklemediğimiz zamanlarda mavi umutları, güneşli yüzleriyle bize gülümserler.
Bugün önümüzde hayalet gibi dolaşan bir karanlık varsa dünden gelip yol aldığını unutmamamız gerekiyor. Önümüzü aydınlatmak için düne dokunmak ve yaraları sarsmak gerektiği gerçeğini görmezden gelemeyiz.
“Demokrasiye geçtik”, “modernleşme yolunda hızla ilerliyoruz”, “çeri çöpü temizledik önümüze bakıyoruz” adlı yalan sarmalını yırtıp atan, yüreğimizdeki sönmeyen ateşin penceresini yeniden aralayan bir roman; “Mektup Bizden Selam Söyle…”
Duygu Uzel