KORKUDAN KORKMAK
KORKMAYAN VAR MI ACABA?
O kadar çok şeyden korkuyoruz ki, saymakla bitmez. Çocukken öcüden, iğneciden korkarız. Daha doğrusu anne babamız işin kolayına kaçarak bizi korkutup rahat ederler. Okula gideriz; öğretmenlerden, sınavlardan, sınıfımızı geçememekten korkarız. Okulu bitirince korkularımız bitmez, çoğalır aksine. “Biri bitmeden öbürü başlar, bıktım illallah!” deriz ama bir türlü peşimizi bırakmaz korku. “ Peşimi bırakın artık, muhitimize geldik. Görenler yanlış düşünebilirler” diye feryat ederiz, gene de kurtulamayız bu yapışkan sinekten.
Gelecek korkusu, iş bulamamak korkusu, iş bulsak bile patron, müdür korkusu, işten atılma, azarlanma korkusu, evde kalma korkusu birbirini izler. Severiz, sevdiğimiz tarafından reddedilme korkusuna kapılırız. Evleniriz, bu sefer geçim korkusu başlar…
Korkulu deyim ve sözlerimiz pek boldur. Korkulu rüya görmektense uyanık durmalıdır. “Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından kork” der atalarımız. Dostlarımız bizi, “korkma, arkanda ben varım” diye yüreklendirirler. Korkunun ecele faydası yoktur. Korkak bin kere ölür, cesur bir kere. Korkak bezirgân ne kâr eder ne ziyan. Bir Danimarka atasözüne göre, “korku ne kadar büyük olursa, tehlike o kadar yakınlaşır.” Alain, “Dünyada en korkulacak insan bunalan insandır”, Voltaire ise, “Korku suçu, suç da cezayı doğurur” diyor. “Ölmüş eşek kurttan korkmaz” deriz ama korkularımızı engelleyemeyiz…
Kadın fareden korkar, fare kediden, kedi yaramaz çocuklardan korkar. Çocuk babasından korkar, baba karısından. Birkaç fıkra anlatalım da korkunuzu biraz hafifletelim.
Çocuk korkuyla babasının yanına koşar. Baba korkusunun nedenini sorunca şöyle der: “Annemi makyajsız gördüm de…”
Bir başka fıkra da şu: Çocuk sinemada Kızılderililerin savaşa giderken yüzlerini boyadıklarını öğrenir. Derken bir gün annesini aynanın önünde makyaj yaparken görür, korkuyla babasının yanına koşar, onu uyarır, “Baba, dikkat et, annem bizimle savaşa hazırlanıyor” diye bağırır.
Bir türküde kadın sevgilisine şöyle sesleniyor: “Gece gelme gündüz gel, horozdan korkan oğlan!” Kimi erkekler bir kadına tutulmaktan, ona kul köle olmaktan korkarlar, başlarına böyle bir şey geldiği zaman paniğe kapılırlar.
“Korkma!” diye başlar İstiklal Marşımız. Korkusuz, cesur bir millet olarak tanınırız dünyada, “Gözümü budaktan, sözümü dudaktan sakınmam” diye övünürüz ama eğitimimiz korkuya, şiddete dayanır. Bu yüzden küçük yaştan fobiler edinir, gölgemizden bile korkarız. Başımıza bir şey gelecek diye ödümüz kopar. Baskı, vehim korkudan doğar. Bu yüzden diktatörler korkularını bastırmak için despotluğa başvururlar, hakkı uyaran yazılar yazan şair ve yazarlara düşman kesilirler.
Korkularımızla savaşmalı, şu gerçeği aklımızdan hiç çıkarmamalıyız; Korku savaşında berabere kalmak yoktur; sen onu yenemezsen o seni yener.
Cahil cesareti diye bir şey vardır. Bilgisiz kişiler pek korkmazlar ama aydınlar korkaktırlar. Aziz Nesin bu olaya çok kızmış, “Ah Biz Ödlek aydınlar” diye bir kitap yazmıştır. Goethe şöyle diyor: “Kim daha korkak? Karanlıktan korkan çocuk mu, yoksa aydınlıktan korkan büyük mü?” Buradaki “büyük” sözcüğünün yerine politikacıyı koyabiliriz. İktidardaki politikacılar her zaman aydınlardan korkarlar, onların eleştirilerine dayanamazlar.
Okay Gönensin, “Çok Korkuyoruz, Çok” adlı yazısında korkularımızı şöyle sayıyor: “Avrupa Birliği görüşme tarihi vermeyecek diye korkuyoruz. Dışlanacağız, Avrupa’nın dışında kalacağız diye korkuyoruz. Avrupa Birliği görüşme tarihi verecek diye korkuyoruz. Çünkü görüşme tarihi verilmesi demek, yine bir sürü ev ödevi verilmesi demek, yine bir sürü ev ödevinin zamanında yapılması zorunlu demek.
IMF para vermeyecek kredi muslukları tıkanacak, batacağız diye korkuyoruz. IMF’in her kredi için yeni isteklerde bulunmasından daha çok korkuyoruz.
Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulacak diye korkuyoruz (…)
Kıbrıs’ın elimizden gitmesinden korkuyoruz (…)
“Son Türk devleti” parçalanacak, yok olacak diye korkuyoruz (…)
Vatandaşlarımızdan korkuyoruz. Fazla hakka sahip olan vatandaşlarımızın bu haklarını kötüye kullanacağından korkuyoruz. Kitaplardan korkmaya devam ediyoruz. Kitap okuyanlardan korkuyoruz (…) Farklı fikirlerden korkuyoruz. Her farklı fikrin başka ve kötü amaçla ortaya atıldığına inanıyoruz, bu fikir sahibinin kesinlikle karanlık emelleri olduğuna inanıyoruz ve korkuyoruz. Üniversitelerin kendi kendilerini yönetmelerinden korkuyoruz…
Yerel yönetimlerin fazla hak ve yetki sahibi olmalarından korktuğumuz gibi, “merkezden uzak” yerel yönetimlerin yetkilerini kötüye kullanacağından korkuyoruz.
Paylaşmaktan korkuyoruz. Paylaştığımız her yetkinin bizden bir şey eksilttiğine inanıyoruz ve korkuyoruz.
Sorumluluktan korkuyoruz. Herhangi bir başarısızlığın sorumluluğun almamak için her şeyi yapıyoruz, hep idare ediyoruz, sorumluluk almak mecburiyeti doğunca da korkuyoruz.
Bir Latin atasözü şöyle diyor: Korkularımız her zaman tehlikelerden çoktur.”
Yazarımız unutmuş. Sağcılar komünizm geleceğinden, solcular faşizmden, laikler şeriatçılardan, dindarlar dinsizliğin alıp yürüyeceğinden, sade vatandaşlar ise hepsinden korkuyorlar…
W. Shakespeare bu konuda bakın ne diyor:
“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”
Tarlamızı, bahçemizi kuşların saldırılarından korumak için korkuluk dikeriz. Kimi insanlar korku sözcüğünden türetilmiş “korkunç” sözcüğünü yanlış kullanıyorlar; bir şeyi çok beğendiklerini anlatmak için “korkunç güzel” diyorlar. Güzel şey nasıl korkunç olabilir?
Uygarlık geliştikçe korkularımız azalacağına daha da çoğalıyor nedense. AİDS ve kanser hastalıkları artmakta, çevre kirlenmekte, ozon tabakasındaki delik, küresel ısınma, globalizm, çarpık kentleşme, erozyon yüzünden geleceğimiz karanlık gözükmektedir.
Anarşi, terör, maganda ve zontalar, trafik canavarı bizi o kadar korkutmuştur ki, sokağa çıkmaya çekinir olduk. Eşimiz, çocuğumuz eve biraz geç kalsa merak ediyor, başına bir şey gelmese bari diye dua ediyoruz. Kim vurduya gitmek, serseriler, kapkaççılar, serseri kurşuna kurban gitmek ve İSKİ çukuruna düşmek var işin ucunda…
Kimi bilim adamları, hocalar ve politikacılar korkutmayı çok severler; ne kadar çok korkuturlarsa o kadar sözlerinin dinleneceğini, saygınlık kazanacaklarını sanırlar. Onların sözlerine bakacak olursak gecemizi gündüzümüzü korku içinde geçirmemiz gerekiyor. Depremler, sel felaketleri birbirini izleyecek, savaş çıkacak, Türk-Kürt, Alevi- Sünni çatışması çıkacak, kıyamet kopacaktır.
Korku kötü bir şeydir ama işe yaradığı yerler de vardır. Korku bizi gevşeklikten, aşırı iyimserlik ve hayalcilikten kurtarır, uyanık tutar. Yanlış bir şey yapmaktan korkanlar her şeye dikkat eder, adımlarını hesaplı atarlar, çukura, kuyuya düşmezler. Kötülerin gözü korkutulmalıdır ki, bize zararları dokunmasın. Cehennem korkusu birçok suçu, günahı önler.
“Ayıp, günah olmasaydı/ Defterimiz dolmasaydı/ Herkes birbirini yerdi/ Cehennemden korkmasaydı…”
***Erhan Tığlı***1