Kinik Felsefeci Diyojen’in Sendromu? | İbrahim Uysal
KİNİK FELSEFECİ DİYOJEN NE DERDİ?
Diyojen, sivri dilliliği yüzünden Atina ya sürgün gönderilir. Bunun üzerine gündüz vakti elinde bir fener ile Atina sokaklarında dolaşmaya başlar. Güpegündüz elinde fener ile sokak sokak dolaştığını görenler merakla Diyojen’e sormuşlar; “Hayırdır, gündüz gözü elinde fenerle ne arıyorsun?”
Onlara dönerek, şu tarihi cevabı vermiş; “ Adam arıyorum adam! ”
İşte dün, bu düşüncelerle entelektüellerin olduğu bir sosyal ortamda gitarlı- şarkılı bir akşamüstü geçirdim.
Ressam Hanımefendinin İtalyan Müzisyen Eşi, birden kalkıp yakın marketten de iki poşet dolusu bira ile gelince, ortalık serinleyiverdi.
Çaylar, pastalar, çerezler derken, birer şişe de bira da olunca, elden ele dolaşan gitar, dünyanın bütün köşelerini gezdi, dolaştı.
Kâh İtalya’da İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme direnen ve ona karşı savaşan İtalyan partizanların söylediği Bella Ciao (Çav bella) söyledi koro, kâh Şenay’dan “Sev kardeşim”.
İspanya’da faşizme karşı kırlarda direnen devrimci savaşçılara, görmeyen gözleri ve gitarı ile beste yaparak selam yollayan Joaquin Rodrigo Vidre (RODRİGO) ile Yahudi asıllı Türk Piyanist eşi Victoria Kamhi’nin piyanosundan çıkan “Rodrigo’nun Gitar Konçertosu” da unutulmadı.
Ruhi Su’lar, Cem Karaca’lar, İlhan İrem’ler gibi.
Gençliğini 68 kuşağı, 78 kuşağı olarak geçirip, başlarından geçmeyen kalmamış bu gurup, artık yorgunluktan mı, yılgınlıktan mı yoksa hala içlerinde bir şeyler yanmasına karşın, biraz da sakin bir sahil kasabasında ömürlerinin kalanını geçirmek istemelerinden midir, neden bilemem ama seçilip seçilip gelmişler buralara.
Nezaket, zarafet, yetenek ve entelektüellik…
Yılların bütün yorgunluğuna karşı hiç bitmeyen güzel bir gelecek umudu.
Orhan Veli’nin “Gün olur alır başımı giderim/ Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.. …”, dizeleri gibi.
Biraz hüzünlü, biraz umut dolu…
Sonra, belki de yaşanan bu yorgunluk ve verilen mücadelelerin birilerince hoyratça harcanmasından mıdır nedir, herkes yavaş yavaş KİNİK FELSEFEYE doğru bir yol alıyor ama yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal ve göç/göçmen sorunlarından mıdır nedir, kaygılarından da kurtulamıyorlar. Düşünenlerin kaygılı, mutsuz olduğu doğru mu, ne!
Akşam haberinin sonlarına doğru, İngiltere’den bir haber…
Ülkeye, ülke tarihinin en büyük sığınmacı istilası olmuş. Kaç kişi mi, 750.
Bizim sınır kapılarından belki de saatte bu kadar geçiyordur.
Büyük şehir, küçük şehir sahil kasabası kalmadı. Sokaklar sefil gezen yabancılardan, büyük şehirlerin merkezlerinde, lüks semtleri ile sahil kasabalarının lüks restoranlarında ise kalburüstü Afrikalı, Asyalı ve Afrikalıdan geçilmiyor.
Söz edilirse, edenlere teşekkür edip ben de yinelemek isterim.
Her şey gecekondu oldu, BİNALAR hariç.
Eskiden GECEKONDU MAHALLELERİ bile vardı. Gününün surlar ile çevrili REZİDANSLARINA arsa olan.
Ülkende işsizlik, yokluk ve yoksulluk hiçbir zaman bu kadar olmamıştı. Bu güne kadar da halkın hiç bu kadar, gönüllü kabulü de görülmemişti.
Söylenecek söz yok.
Hayat pahalılığı ve zamlar ise, onlar için “el ile gelen düğün bayram” idi.
İşte burada KİNİK FELSEFE devreye giriyor.
“Zamanla tunç da eskir, ama senin şanın sonsuza kadar bozulmadan kalacak, Diogenes (Diyojen) çünkü kendine yeterek yaşamayı, ölümlülere bir tek sen öğrettin ve kolay yaşam yolunu gösterdin.”
Sinoplu Diyojen’in Babası varlıklı bir tüccar iken, bir ticaret yolsuzluğundan sonra Sinop/Anadolu topraklarından, Atina’ya sürgün ediliyor, yoksul düşüyorlar.
Diyojen de iyi bir eğitim almış varlıklı bir ailenin oğlu olarak başlıyor yaşama. Gel gör ki son yaşananlar, onu bambaşka bir yere sürüklüyor.
Filozoflar bu durum için:
“Fakirlik insanı felsefeye iter. Hiçbir şey sahibi olmayan insan nefsini köreltmeyi öğrenir.”
“Oradan oraya koşuşturan, karanlıktan korkmayan, hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir fare.” durumu. Sorunların üstesinden gelinmese de zorluklardan farklı bir yol ile çıkılabileceğinin farkındadır.
Bu düşünce tarzı ve felsefesi ile bulduğu yola Kinik felsefesi denilir.
Lord Byron ise bilgi arttıkça dünyanın ne denli acı ve kötülük dolu olduğunun farkındalığından söz eder. Farkındalığın da artması ile de mutsuzluk, entelektüelliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Halk arasında yaygın olarak, “Cehalet, mutluluktur” diye espriler de yapılır.
Diyojen, her ne kadar kendi sorunlarını aşmak için kinik Felsefe tarzı düşünüp yaşasa da gerçekçiliği de göz ardı etmemiştir.
Gündüz vakitleri bile elinde fenerle, “Bir adam arıyorum” diyerek Atina sokaklarında gezer.
“Adam,” iyi ve erdemli birini aradığını anlatmak isteğidir.
“Büyük İskender, Diyojen’i birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve ne yaptığını sorar. Diyojen, “Babanızın kemiklerini arıyorum, ama hangisinin kölelere hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum.” der.”
Sorun, sorunu olmayanların “mutsuzluğu” değil; sorun, sorunu olanların mutsuzluğu, daha da acısı ise bundan kendilerinin bile farkında olmamaları.
Cehalet neden seviliyor, anlaşılıyor değil mi?
***