ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

İnsan, İnsanın Kurdu Mudur?| İbrahim Uysal

21.01.2023
230
A+
A-
İnsan, İnsanın Kurdu Mudur?| İbrahim Uysal

Bu Dünyada olmak, yaşamak gerçekten çok güzel…

Bunu fiziki yaşamda olduğu gibi, sosyal, siyasal ve duyguda da yaşamak muhteşem…

Bulunulan yerden bir tık yukarıya çıkıp, neler oluyor diye bakmaya başlayınca, durum kişisel olmaktan çıkıyor ve karışmaya başlıyor. Bir de sorgulamak isterseniz işin içinden çıkmanız olası değil.

İşin en enteresan tarafı sonsuz evrenin içinde dünyalar, içinde yaşam bulan canlılar barındırıyor. Yani ot, çöp derken bizler.

Doğada “su, akıp yolunu bulurken,” biz bu evrenin en gelişmiş, evrimleşmiş canlıları olarak, suyun, yer kürenin basıncı, yerçekimi kuralları gibi basit ve yalın. Kendiliğinde olağan durumlara bakıp, bu dünyada evrimin harikaları olan sürece ne methiyeler düzüyor.

Ne gerekçeler buluyoruz ki sormayın gitsin!

Evrenin yaşı 4-5 MİLYAR YIL ile ölçülürken, Amerika’nın MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) araştırmacıları, kayalarda buldukları deniz süngeri kalıntıları ile ilk canlının 640 milyon yıllık bir geçmişinden söz edebiliyor.

Konu “İnsana” gelince Afrika’da bulunan kalıntılarından, doğada evrim geçirmemiş ilk insana ilişkin kabul edilebilir kalıntılara 200 bin yıl önce rastlanıyor.

Yine aynı yerde bulunan evrimleşen, günümüz insana benzeyen kalıntılarının yaşının ise 60 ile 100 bin yıl olabileceği tartışılıyor.

Neolitik Çağ denen ilk uygar (kayalar üzerine bir şeyler yazan, çizen) insan ise yine yeryüzünde yaklaşık 10 bin yıl önce görülmektedir.

Evren, Dünya ve İnsan ile ilgili bilinen bütün öyküler budur.

Gelelim bunun nasıl anlatıldığına.

Unutmayalım herkesin bir öyküsü ve öyküsünün bir gerekçesi vardır. Bilimsel kitaplara bakarsınız bir insanın bir de insanlığın öyküsünü bulursunuz. İnanç kitaplarında ise başka bir öykü bulursunuz.

Her ikisinde binlerce, hatta milyonlarca inananın güveneni vardır.

O zaman “doğru nedir?”

Ağzımız açıldığı zaman “doğru tektir” deriz ,ama uygulamada herkesin bir doğrusunun olduğunu görürüz.

Dahası, üç bin yıllık yazılı kaynaklara göre insanlık tarihi ile ilgilenen Herbert Spencer, “Her insan bir dünyadır,” demektedir.

Bu açıdan bakıldığında, gününüzde sekiz milyardan fazla insan ve dünya demektir.

Ben de Herbert Spencer gibi düşünüyorum.

İnsanlık tarihine ve insanlara baktığımızda, “insan” denilen canlı ile ilgili iyi, güzel şeylerden söz edebileceğimiz gibi “insanlık bu kadar nasıl olabilir?” denilecek noktalara bile varabiliriz.

Henüz devletin olmadığı, herkesin kendince yaşamda kalmaya çalıştığı “doğa durumunda; insanları eşit olarak saysak iki kişi aynı şeyi istediği an çekişme, kavga ve düşmanlığın olmayacağını göz ardı edemeyiz. Bu da doğa “bir güvensizlik” durumun olduğunu, olması gerektiğini gösterir.

Bütün canlılar için geçerli olan, “güven ve güvensizlik durumu” gereğidir. Güvensiz ortamların doğal sonucu hep kaos ve savaşlar yaratır.

Thomas Hobbes, bu durumu “insan, insanın kurdudur” diyerek dile getirir.

Bu süreçlerde, başlangıçta topluluk, aile ve toplum gibi sosyal yapılar oluşturularak çözümlenmiştir. Zamanla da şehir devletleri ile büyük devletler ortaya çıkmıştır.

Bir takım sözcük ve kavramlardan söz edilince bazı insanlar hemen her şeyi “siyasi” olarak algılamayı pek severler.

Can Yücel’in dediğine bilimsel olarak bakıldığında, sosyolojide bu sürece “kapitalist” süreç denilir. Günümüzde Feodal süreçten, kapitalist sürece ve daha da ilerisi süreçlere geçen devletler, “şehir devletlerine” dönüşmek üzeredir. Çünkü kapitalist sistem, her türlü bilimsel veriyi, bilgiyi kullanarak ekonomik süreçlerini yürüttüğü gibi yönetimde de “parçala, böl ve yönet” taktikleri ile ülkeleri, milletleri, toplulukları ve insanları bölerek yönetme noktası gelmiştir.

Yirminci yüzyılın başında başlayan “uluslaşma sürecinin” öncüsü Mustafa Kemal Atatürk, 1924 Anayasasında “Türk Milleti” tanımını “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı gözetmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk denir,” tanımını yapmıştır.

İslamiyet, Arap kabilelerinin arasındaki çekişmeler ile mezheplere nasıl bölünmüş?

Günümüzde bu güdümlü “Arap Milliyetçiliği”din olarak toplumumuza yedirilmeye çalışılıyor. Yarım yüzyılı aşan uluslaşma süreci sabote edilerek, toplum etnik ve inançsal bölünmelere kurban edilmektedir.

Ülke yurttaşlarının, ülkeleri için ürettikleri ekonomik değer o ülkenin bütçesine gelişme, kalkınma, büyüme olarak; topluma, yurttaşlara da ekonomik refah olarak yansıması gerekir.

Günümüzde bu kadar emek ve çaba ile yaratılan, üretilen “ekonomik refah,” yurttaşlar arasında “adil” bir şekilde dağıtılmadığından, hatta yeni bir yandaş sermaye kesimi yaratılmaya çalışıldığından dolayı toplumun çoğu kesimleri arasındaki etnik kökenler,  özellikle son yıllarda desteklendiği için yaygınlaşan İslami inanç kesimleri (tarikat, cemaat ve dernekler) arasında bile ekonomik temelli çekişmeler ve iç çatışmaların yaşandığı, basın yayın organlarında bile haber yapılmakta, tartışılmaktadır. Etnik boyutu ise kapitalizmin emperyalist aşamasına çok kolay kaşınabilir hale gelmiştir.

Evet, insan insanıdır kurdu imiş. Bazı sistemler, inanç kökeni gibi satılan bazı organizasyonlarda insanın ve insanlığın kurdu olduğunu görüp, fark edip de, BİRİ BİRMİZİ YEMESEK Mİ?

Hani derler ya “akıllı insanlar başkalarının yaşamından, sıradan (akılsız) insanlar ise kendi yaşamından ders alırmış!

En yakın geçmişte, bizlere ülkeyi “kardeş kavgasından, kandan kurtardık” diyenlerin, 12 Eylül 1980 gecesi için “bizim oğlanlar başardı,” diyenlerin, birbirlerine müjde veren verenlerin oyuncağı olmasak!

Ne dersiniz?

 

 

ibrahim uysal
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.