Hissedebilmek / Nevra Çağlayan
El ele yeni umutlara, yeni başlangıçlara…
Bir sevda daha bitmişti. Giderken yüreğini de götürmüştü Elif’in. Söz vermişlerdi oysa hiç ayrılmayacaklardı…
“Ona baktığında anlıyordu yaşamın güzelliğini, ona dokunduğunda hissedebiliyordu yüreğinin coşkusunu…”
Ansızın delice esen rüzgâr, darmadağın bırakmıştı saçlarını! Boğazına düğümlenen koca bir yumrukla öylece kalakalmıştı!
Ne soluduğu havanın, ne de adımladığı sokakların farkındaydı. Bir başına kalmıştı, yüreği yanıyordu.
Sonsuz bir boşlukta buldu kendini, sürekli düşüyordu. Başlangıcı ve sonu olmayan dipsiz bir kuyudaydı artık. Kurtulmak istedikçe çırpınıyor, çırpındıkça daha çok düşüyordu…
Hani çaresiz olduğumuzda ne yapacağımızı şaşırırız ya, Elif’te şaşırmıştı. Kimsesi yoktu bu koca dünyada. Yalnızlık ölümden daha acı geliyordu artık ve tek kurtuluş yolunun “ölüm” olduğuna inanıyordu!
Karanlıkta ürkütücü olan denize doğru yürüyordu. Denizi çok severdi oysa özellikle deniz kıyısında tutmuştu evini. Dalgaların sesiyle uyumaya bayılırdı.
Şimdi ise dalgalara bırakacaktı kendini ve hissizliğini hissetmeyecekti artık!
Buz gibi suları adımlıyordu. Bir adım, bir adım daha…
Yaşamı bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden.
Yıllar önce bir tren kazasıyla yitirdiği anne ve babasının üzgün bakışlarını görüyordu dalgalar arasında. “Gelme” der gibi bakıyorlardı.
Kapadı gözlerini, birkaç adım daha…
Sular boğazına kadar yükselmişti, yürümesini engelliyordu. Birkaç adım daha, ha gayret!” dedi içinden. Birazdan her şey sona erecekti…
Birden, derinden gelen bir sesle irkildi!
“Abla ne yapıyorsun?”
Şaşkın bir şekilde duraksadı ve merak içinde geriye döndü. Sular ağzına burnuna dolmuştu bile. Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgideydi.
Karanlıkta ona el sallayan bir gölge fark etti. Galiba küçük bir çocuktu. “Abla ne yapıyorsun” diye bağırıyordu!
Donup kalmıştı Elif! Gerçekten ne yapıyordu?
Dalgalara karışan gözyaşlarından utandı. Sırılsıklam bedeninden, zayıflığından, en önemlisi çaresizliğinden utandı! Dönerek sese doğru güçlükle yürümeye başladı…
Kıyıya doğru yaklaştıkça daha net görebiliyordu çocuğu. Yırtık elbiseleri içinde titrerken:
“Ben sokaklarda sevgisiz ve aç yaşam mücadelesi verirken, sen ne yapıyorsun” diye, yineledi sorusunu çocuk.
O zaman çocuğun yalnızlığından ve onun sevgisizliğinden utandı Elif.
“Anamı babamı yitirdiğimden beri sokaklardayım! Ben ölümü düşünmezken, sen ne yapıyorsun?” Diye sordu yeniden.
Kıyıya yanaşmıştı. O kapkara gözlerle buluşunca, mahcup başını öne eğdi Elif.
Çocuk minicik ellini uzatmıştı bile. O buz gibi minik eli sıkıca tuttu ve sarıldı kimsesiz çocuğa…
Ve kendini hissetti Elif…
İşte o anda Mevlana’nın güzel bir sözünü anımsadı;
“Üzülme; bir yandan korkun, bir yandan ümidin varsa, iki kanatlı olursun. Tek kanatla uçulmaz zaten…” Mevlana
İnsanca duygular içerisindeydi; bakan gözlerini, dokunan ellerini, çarpan yüreğini hissediyordu, en önemlisi, hissedebildiğini hissediyordu artık!
Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgide yol alırken; küçücük bir çocuk, minicik bir an, onu yaşama döndürmeye yetmişti! Her şeyden vazgeçtiği zaman, Elif’i hayata bağlayan birinin olması büyük bir mucizeydi.
“Düşlerinizi küçümseyen insanlardan uzak durun. Küçük insanlar bunu hep yaparlar, oysa büyük insanlar büyük düşlerinizi gerçekleştirebileceğinize inanmanızı sağlarlar.” diyen Mark Twain’ in bu muhteşem sözünü mırıldanıyordu Elif.
Minicik elini sıkıca tuttuğu bu küçük ama koca yürekli büyük insanla, tüm acıların geçmişin perdesi ardında kalması; aydınlığın, huzurun, mutluluğun geleceğin penceresinden eserek, yüreklerini sarmasını dileğiyle; el ele yeni umutlara, yeni başlangıçlara ve yeni sevgilere doğru korkusuzca adımladığı gecenin karanlığında düşlerini gerçekleştirebileceğine inanıyordu artık…
Umuda yürümenin hazzıyla, yüzündeki mutlu ve huzurlu gülümsemesiyle yeniden doğuyordu Elif!
Nevra ÇAĞLAYAN