Hayatıma yön veren romanlar / Cemil Biçer
“Okumayı öğrendiğimde ilk okuduğum romanlardandır Pollyanna ve Küçük Prens…”
Her iki romanın kahramanının da kişiliğimin gelişiminde önemi yadsınamaz.
Annesini küçük yaşta kaybeden Pollyanna, birkaç yıl sonra babasının da ölmesi üzerine teyzesinin yanına gönderilir. Teyzesi iyi bir kadın olmasına karşın, fazlası ile disiplinli ve otoriterdir. Küçük kıza bakmanın görevi olduğunu düşünür ama ihtiyacı olan ilgi ve sevgiyi veremez. Ancak Pollyanna’nın neşeli karakteri çevresindekileri olumlu etkiler ve yalnız bir çocuğun yarattığı “mutluluk oyunu” kendi yazgısına karşı verdiği “yalnızlık” savaşında bir kalkan görevi görür.
Yazıldığı yıldan beri birçok dile çevrilen ve çocukların çok sevdiği yapıtların başında gelen Pollyanna, ülkemizde de en çok okunan klasik çocuk romanlarından biridir. Amerikalı roman ve öykü yazarı Eleanor Hodgman Porter‘ın ünlü romanıdır.
En olumsuz durumda bile mutluluk bulan ve mutluluk saçan, mutluluk oyununun baş kahramanıdır Pollyanna .
Psikoloji literatüründe sayfalarca yer bulan bir ruh halinin yaratıcısıdır. “Polyannacılık” kavramını psikololoji literatüründe çok önemli bir konu başlığıdır. Çocukluğumda ilk okuduğum romanlar arasındadır. Optimist bir yaşam felsefesini öğrettiği için çok sevmiş ve uzun yıllar etkisinde kalmışımdır. Bugünden baktığımda aslında uzun vadede hiç de sanıldığı kadar masum bir roman kahramanı olmadığını görüyorum Pollyanna’nın.
Hayata “sol” pencereden baktığım yıllarda tek bir cümle ile eleştir bu romanı deselerdi?
“Ota boka mutlu olan ve her şeye mutlu olunması gerektiğini, çocuklara empoze edip tepkisiz ve embesil bir toplum oluşturan kahraman,” der geçerim; arkama bile bakmadan yürür giderdim.
Ama geldiğimiz noktada nikbin olmanın dayanılmaz hafifliğini anlıyor insan.
*
Benim çocukluğumun idolü ikinci roman kahramanı; “Küçük Prens”tir. Hayallerimin mimarıdır o…
Dünyada, kutsal kitaplar ve Das Kapital’den sonra en çok dile çevrilmiş ve en çok satılan kitaplardandır. ‘Küçük Prens’
Kitap şu anki kısa haline gelmeden önce aslında yaklaşık 1000 sayfalık bir eserdi.
Kitabın müellifi Saint-Exupéry’nin kitabı kısaltması üzerine söylediği tahmin edilen sözü oldukça manidardır: “Mükemmelliğe, yazıya eklenecek hiçbir şey kalmadığında değil, yazıdan çıkarılacak hiçbir şey kalmadığında ulaşılır.”
Küçük Prens’in yaşadığı gezegenin adı 1993 yılında keşfedilen 46610 numaralı Asteroide verilmiştir. Fransa, Euro’ya geçmeden önce 50 frankların üzerinde Küçük Prens ve Saint-Exupéry’nin resimleri bulunuyordu. Japonya’nın Hakone isimli şehrinde bir Küçük Prens müzesi bulunuyor. Ayrıca, Güney Kore’de Gyeonggi-do kentinde Küçük Prens temalı bir köy bulunuyor. Müze ve köy turistlerin uğrak noktalarından… 2000 yılında da yazarın doğup büyüdüğü Lyon’da bulunan havaalanına Saint Exupéry’nin adı verildi.
Dilimize ilk çevirisi 1953 yılında Ahmet Muhip Dıranas tarafından yapıldı ve yazı dizisi halinde yayımlandı. Şu ana kadar 102 farklı Türkçe baskısı yapıldı. Bu ünlü romanı Türkçeye çevirenler arasında Cemal Süreya, Tomris Uyar ve Selim İleri gibi edebiyatımızın önemli isimleri de vardır.
Kimdir “KÜÇÜK PRENS”? Romanın arka kapağında yazdığı gibi;
Gezegenindeki çiçeğiyle pek anlaşamadığı için biraz uzaklaşmaya karar veren, yolculuğu sırasında Dünya’ya da uğrayan Küçük Prens Sahra Çölü’nde bir pilotla karşılaşır.
İşte olan biteni de bu pilot anlatır bize. Kimdir Küçük Prens? neden sürekli sorular sorar, çiçeğiyle neden anlaşamamıştır? Gittiği diğer gezegenlerde kimlerle karşılaşmıştır ve neler öğrenmiştir?
Bu öyküyü dinlerken Küçük Prens’in yaşadıkları ve öğrendikleri sayesinde hayatımıza tekrar bakıyoruz ve yaşamı anlamlandırmada ‘ne kadar da büyüdüğümüzü” görüyoruz. Küçük Prens’in de dediği gibi;
“Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten”
*
Kitapçılarda çocuk kitaplarıyla aynı rafa konulsa da her insan, her yaşta farklı değerlendirir bu kitabı. Yedi yaşınızda mutlaka okumuşsunuzdur. On yedi yaşınızda büyük olasılıkla okuyamamışsınızdır, zira başınızda “kavak yelleri” esiyordu o yıllarda. Ama 37-47-57- ve daha yaş üzerinde iseniz her on yılda bir tekrar okumanızı şiddetle öneririm.
Belki de bu romanı bu kadar özel yapan şey budur. Her insanın hayatının farklı dönemlerinde mutlaka okuması gereken bir klasik yapıt oluşudur…
Gönül isterdi ki; Türk edebiyatında da böyle evrensel değerleri oluşturan “çocuk” romanları yazılabilseydi…
‘Cin Ali ve Keloğlan’ı tenzih ederim. Kimseler alınganlık göstermemeli.
Belki böyle “milli” bir roman yazılırsa ileride kahramanımızın adını gökyüzünde bir Asteroide veremezsek bile BOZOK yaylasında yaylamış davarların sütünden yapacağımız bir peynire veririz adını…
Cemil Biçer