ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Haftanın Kitabı Yeniden Hayal Kurmak | Yonca Yaşar

05.02.2021
7.236
A+
A-
Haftanın Kitabı Yeniden Hayal Kurmak | Yonca Yaşar

Önasya Öyküleri Üzerine…

Eğitimci, araştırmacı, yazar Müslüm Kabadayı’nın imzasını taşıyan “Yeniden Hayal Kurmak (Önasya Öyküleri)”, 2021 yılı Ocak ayında Klaros Yayıncılık’tan yayımlandı. Editörlüğünü şair ve müzisyen Lokman Kurucu’nun yaptığı kitap, on iki öyküden oluşuyor.

Yeniden Hayal Kurmak (Önasya Öyküleri); yazarın öykü dalında raflarda yerini alan altıncı kitabı. Müslüm Kabadayı’nın gezi, inceleme, bibliyografya, sözlük, antoloji, günlük ve öykü türünde yayımlanmış on sekiz kitabı bulunuyor.

Müslüm Kabadayı, kitabına verdiği isimden de anlaşılacağı üzere yüzümüzü yeniden alevlerin yükseldiği coğrafyaya çeviriyor. Son bir yıldır hayatımızın her alanına sirayet eden salgın hastalık, komşu ülkemizde yaşanan savaştan yükselen dumanları haber başlıklarından dağıtmayı başarmış gibi görünse de, Kabadayı, yanı başımızda devam eden yangından çekip aldığı insanları öykülerinde yaşatmaya çalışıyor adeta.

Yazar, ustalıkla kaleme aldığı öykülerinde, dünyanın gözü önünde yaşanan ve yaşatılan insanlık dramlarını, görünenin arkasındaki gerçekleri duyumsatıyor okuruna. Kimi zaman bir dağın zirvesinden, kimi zaman antik bir şehirden izletiyor yaşamı. Bomba sesleri arasında duyurmaya çalıştığı barış çığlığını, bazen bir hazin aşk hikayesinden bazen bir köy kahvesinden yükseltiyor.

Kabadayı’nın araştırmacı yönü, öykülerinin geçtiği kadim toprakların hikayelerinde, belgesel tadındaki kimi anlatımlarında çıkıyor karşımıza. Defne kokusundan, sedir ağacı serinliğine, gerebiç tatlısından, antika çarşılarının uğultusuna kadar her duyuya uzanan yollar açıyor öykülerinde.

Edip Cansever’in şiirindeki “Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün” dizesini gerçekleyen yaşamımıza Cansever’in mendilindeki kan sesleriyle dokunuyor. Yine bir aydın refleksiyle, saman alevi misali öfkeyle karşıladığımız haberlere konu kimi olayları zihnimizin unutkan ellerine bırakmayıp öykülere emanet ediyor. Sorular soruyor!

Akdeniz ve Ege balıklarını yiyen insanların aslında mavi sularda boğulan göçmenlerin etini yiyor olmaları değil miydi sorgulanması gereken?” Kitabın adını taşıyan ilk öyküsünün kahramanı Mezgin annenin içini kemiren onlarca sorudan sadece birisiydi bu soru.

Dalgaların kıyıya vurduğu Aylan bebek için dökülen birkaç damla yaşımız çoktan kurudu belki de. Ama çocuklarını ölüm bataklığından kaçırmaya çalışan, yaşamak için bilinmezliğe gitmekten başka çaresi olmayan Mezgin annelerin yanağı hep ıslaktı.

“Neredeyse altmış yılını insanlık tarihini bağrında taşıyan Palmira topraklarındaki gizli eserleri gün ışığına çıkarmaya ve dünyaya duyurmaya adamış bilge kazı bilimci Halid’in hikayesi, göğsünde kalbi olan herkese dokunacak türden.

Kazıda bulduğu ve çözmeye çalıştığı sembol adı Zenobya’nın halkına yazdığı veda mektubundan okuyabildiği son cümle; “Çöl gelininin aydınlığını hiçbir karanlık kapatamaz” olmuştu Halid’in. Binlerce yıl öncesinden yazılmış bir veda mektubu gibi ürpererek okunacak bir öykü “Çöl Gelini”.

Kitabın dokunaklı bir diğer öyküsü ise, “İbn-i Garip’in Gözleri”. Fırında, lokantada, bakkalda görmeğe alıştığımız, hep bir aceleyle poşet, para üstü uzatan ve yabancılığını eğik başıyla gizlemeye çalışan onlarca gençten biri İbn-i Garip.  Çakır bakışlı, ürkek tavırlı bir gencin nasıl olur da bu kadar yaşlı görünebildiğini düşünürken her seferinde ezberden kendini okutacak İbn-i Garip öyküsü.

“Min Nar Beyrut” ve “Petra’ya Giderken” öykülerini okurken Ortadoğu’da bir günün öncekine veya sonrakine benzemediğini, benzemeyeceğini sezdiren yazar, bir gün ister gezmek, ister iş amacıyla yapılacak seyahat için ayrıntılı bir plana ihtiyaç olmayacağına ikna ediyor okurunu.

Haritadaki gibi keskin çizgilerle ayrılmazdı topraklar. Sınırın öteki yanına sürüyen kökleri vardı ağaçların. Ve o ağaçların meyvesini yiyen çocuklar aynı düşlere uyanır, korkularını sevinçlerini değiş tokuş ederlerdi kimi zaman. Kabadayı’nın öykülerindeki Halalı Barış’ın, Mücahit’in izleri işte buralarda gizliydi. Çünkü, bir sınır kasabası olan Hatay’ın Yayladağı ilçesine bağlı Kışlak bucağında doğmuştur Kabadayı. Yaşamının büyük bir kısmını doğduğu toprakların uzağında geçirse de, gözünü hiç ayırmamıştır üstünden. Kirli güçler tarafından kadim topraklarda oynanan oyunların farkındadır. “Kopmayan Bağ” öyküsünde örtük gerçekleri gözler önüne serer. Dil, mezhep farklılıklarının bu coğrafyada ayrılık ve kavga sebebi değil tersine insanları birbirine kenetleyen gücün ta kendisi olduğunu duyumsatır. Kadim topraklarda konuşulan dile, aşka, hüzne sahip çıkar.

 Öykülerinde karşılaşılan yabancı sözcüklerin kullanımı boşuna değildir. Menetli Ebu Abdullah’ın utancını; Ebuzer’in, Türkmen Ahmet Sait, Hikko İlyas’ın coşkusunu; Cemal ile Sena’nin aşkını, öfkesini, acısını başka sözcükler taşıyamazdı çünkü.

Müslüm Kabadayı, Yemen’den, Lübnan’dan sınırımıza ulaşan yollar boyunca topladığı öyküleri sözcükleriyle kor parçasına dönüştürüyor. Yıkıntılara rağmen yeniden hayal kurmaya zorluyor.

Değen her dimağda yanık izi bırakacak olması bundan. 

Müslüm Kabadayı
Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.