ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Haftanın Kitabı | Farklı Coğrafyalarda Üretenler | Sadık Güvenç

03.05.2021
677
A+
A-
Haftanın Kitabı | Farklı Coğrafyalarda Üretenler | Sadık Güvenç

Kitap değerlendirme:

Müslüm Kabadayı’nın bir dizi söyleşiyi bir araya getirdiği “Farklı Coğrafyalarda Üretenler” adlı kitabının arka kapağında “Anlatılan hepimizin hikayesi.” diyor Prof. Dr. Yüksel Akkaya.

Bu kitapta zorunlu ya da isteğe bağlı olarak Türkiye’den yurt dışına çıkmış ve şimdi Avustralya, Fransa, Almanya, İsviçre, Belçika, Hollanda, İngiltere, İsveç, Norveç ve Rusya’da yaşayan yirmi şair-yazar, ressam, müzisyen, gazeteci, eğitimci ve bilim insanıyla söyleşi gerçekleştiren Müslüm Kabadayı, “göç” olgusunun insanlığın var olduğu günden bugüne sürüp gittiğinin altını çizerken özellikle beyin göçünün nedenleri hakkında düşünmemizi de sağlıyor.

Yazar, söyleşi yaptığı sanatçılara aynı soruları soruyor: “Türkiye’den niçin ve ne zaman yurt dışına çıktınız?” sorusuna genellikle siyasi nedenlerle hüküm giyme kaygısı, Türkiye’de can güvenliğinin kalmayışı, işsizlik, baskı gibi nedenler gösteriliyor. 1980 askeri darbesinden önce gidenler olduğu gibi, 1980 sonrası gidenlerin olduğu da görülüyor. İnsana insan gibi değer verilmediğini düşünen de var, zorunluluktan giden de var.

“Türkiye’den ayrılmadan önceki konumunuz, koşullarınız nasıldı?” sorusuna verilen yanıtları okuduğunuzda, beyin göçü işte budur, diyorsunuz. Bazılarının okumuş, okumakta olan, bir devlet işinde çalışan; bazılarının iş veya öğrenim hakkı engellenmiş kimseler olduğunu görüyoruz.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı Farkli-Cografyalarda-Uretenler-Sadik-Guvenc-Kitap-onerisi-01913-975001-1iew7f-2.jpg

“Gittiğiniz ülkede karşılaştığınız sorunlar?” denildiğinde en çok dil sorununun öne çıktığını görüyoruz. Dil sorununun yanında öncelikli sorunun barınma konusu olduğu görülüyor. Mülteci kamplarında yaşadıklarını anlatıyor bazı yazarlar. Kendi çabalarıyla dil sorununu çözdüklerini, dişleriyle tırnaklarıyla yaşama tutunduklarını, gittikleri ülkelerde nitelikli eleman olmayı başardıklarını okudukça kendi ellerimizle bu mücadeleci insanları başka diyarlara kaçırmış olmanın üzüntüsünü yaşıyorsunuz. Bu direngen, aydın insanların dil, din, ırk farkı gözetmeden nasıl çalışkan olduklarını görüp gurur duyuyorsunuz.

Daha buna benzer birçok soruya yanıt arıyor yazar. Yeni çevreye uyum sağlama çabası, bu arada ruh sağlığı bozulan insanlar, bölünmüş aileler ve daha içimizi sızlatan birçok “Alamancı” gerçeğini okurken göçe neden olan muktedirlerin ne kadar “vatansever” olduklarını düşünmeden edemiyorsunuz. Pırıl pırıl zekaya sahip bu birbirinden değerli insanların ülkeyi terk etmesine neden olanlar, hiç düşünürler mi acaba bu ülkeye ne kadar zarar verdiklerini?

Gittikleri ülkelerde kendi çabalarıyla dil öğrenen,  üniversitelerde okumak için olağanüstü çaba harcayan bu insanlar, duygu ve düşüncelerini, duyarlılıklarını sanat aracılığıyla dile getirmekten geri durmamışlar. Ciltler dolusu kitaplar yazmışlar, tablolar çizmişler, müzik yapmışlar. Sürgünden sürgüne gönderilen Namık Kemal’in, “Altı da birdir üstü de birdir yerin” diyerek susmadığı gibi onlar da susmamışlar. Ülkelerini hiç unutmamışlar. Bazıları çok çok “yurtsever” muktedirler tarafından vatandaşlıktan çıkartılmışsa da onlar, Tevfik Fikret gibi “Toprak vatanım, nev-i beşer milletim!” demeyi bilmişler.

Bizi, demokrasi kurtaracak. Bilime önem vermek kurtaracak. Üniversitelerimizde gençlerimizin önünü tıkayarak değil, onlara yeni kanallar açarak bunu sağlayabiliriz. Üniversitenin son sınıfında okuyan gençlerimizin hayallerini yurt dışı süslediği sürece bilimsel kuruluşlara eleman alınırken liyakat değil de referans arandığı sürece bu göç hiç durmayacak.

Müslüm Kabadayı’nın bu anlamlı çalışmasının, ülkemizin gerçeklerini ortaya koyması açısından da çok önemli ipuçları taşıdığını söylemek isterim.

 “Farklı Coğrafyalarda Üretenler”  Klaros Yayınları, Ankara 2021, 318 sayfa, söyleşi/ röportaj.

Müslüm Kabadayı
Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.