Haftanın Filmi | Karanlık Sular (Dark Waters) | Murat Emir Eren
Dark Waters) filmi (2019) Beyazperde Eleştirisi, Duygu Kocabaylıoğlu
Günümüz dünyasında kanser vakalarındaki artışın nedenini, kafamızda daha net şekillendirebilmemiz adına yapılmış belgesel tadında 2019 yapımı harika bir Todd Haynes filmi.
Dark Waters’ı izlerken yer yer Carol kadrajlarına, Far From Heaven’dakine benzer kompozisyonlara, Haynes’in imzasına dönüşen grenli, geniş perde görüntülerine denk gelmek de mümkün. Lakin filmin dünyasında Haynes’in dünyasından çıkıp gelen bu anlatım öğelerinin hiçbir karşılığı yok.
Karanlık Sular’ın hikâyesi temelde iki kötü karakter barındırıyor. Bunlardan biri vahşi kapitalizm, diğeriyse ABD’li milyarder bir ailenin kendi soyisimleriyle maruf dev şirketi DuPont (Söz konusu aileyi 2014 yapımı Foxcatcher Takımı – Foxcatcher‘dan da hatırlamanız mümkün). DuPont adlı şirket, 1951 yılında endüstriyel kimya alanında kullanılabilecek müthiş bir maddeyi alıyor envanterine.
Yoksa siz hala annenizin çeyiz için aldığı teflon tavaları mı kullanıyorsunuz? Adaylıklar sezonunda pek bir iddiası olmadan, hem de Oscar Ödülleri haftasında ülkemizde vizyona giren Karanlık Sular (Dark Waters) filmi, es geçilmemesi gereken bir araştırmacı gazetecilik çalışmasının beyaz perde uyarlaması.
Far from Heaven (2002), I’m Not There (2007), Carol (2015) gibi son yirmi yıla damgasını vurmuş ‘kült’ filmlerde imzası olan Todd Haynes’in Wonderstruck (2017)’tan sonra yeniden yönetmen koltuğuna geçtiği biyografik dram, The New York Times’ta 2016 yılında yayınlanan bir makaleyi temel alarak Mario Correa ve Matthew Michael Carnahan ikilisi tarafından senaryolaştırılmış. Filme kaynaklık eden metin, tüm bu sürecin ve dolayısıyla filmin de baş karakteri olan avukat Robert Bliott’un endüstri devi DuPont’a karşı açtığı savaşı ayrıntılarıyla anlatan, bir araştırmacı gazetecilik makalesi. (İlgilenenler için bağlantıyı yazının altında bulabilirsiniz).
Konunun halen yabancısı iseniz, sosyal sorumluluk ile detayları biraz aktaralım: Kökeni Fransız olan ama Yeni Dünya Amerika’da büyüyüp, kapitalist üretimin ana çarklarından biri olan 200 yıllık DuPont şirketi, 2000’li yılların başında halk sağlığını ciddi ölçekte tehdit etmekle suçlanır. Sebebi ise Batı Virgina eyaletine bağlı Parkersburg kasabasında bir çiftçinin (Wilbur Tennant) hayvanlarının, çiftliğinin ve çiftliğin yanı başındaki nehrin (va de ailesinin) DuPont’un kimyasal tesisinden dolayı zehirlendiğini öne sürmesidir. Çiftçi Tennant uğraşlar sonucu avukat Rob Billot’a ulaşır, bir şekilde derdini paylaşır ve kucağına kendi topladığı delilleri sunar. Akabinde Billot’un başlattığı ve uzun yıllara yayılan araştırma süreci sadece bir çiftliğin derdi olmaktan çıkıp, neredeyse tüm insanlığı ilgilendirecek boyuttaki bir sağlık skandalının kapısını da aralar.
Zira DuPont şirketi hayvanları öldüren, doğayı zehirleyen, aslında II. Dünya Savaşı’nda tankları ve asker kıyafetlerini güçlendirmek için kullanılan C8’i, diğer kod adıyla PFOA (perflurooctanoic) maddesini, her Amerikalı ailenin evinde olan tencere ve tavalara, gıdalarımıza nihayetinde sindirim sistemimize kadar sokmuştur. Siz onu, ticari marka adı olan “Teflon” diye biliyorsunuz! Evet, son 10-15 yıldır ‘uzmanların’ bas bas bağırarak ‘Teflon kaplı tavaları kullanmayın!’ haykırışları boşuna değilmiş, komplo teorisinden çok öte, her birimizin potansiyel kanser hastası olmasının sebebi, yağda kızarmış et değil, kızartmada kullandığımız teflon tavalar olabilir!
Bu kadar tarihçe bilgisi yeter, filme dönersek; yönetmen Todd Haynes, insan sağlığı açısından, tüm dünyayı ilgilendiren bu gerçek skandalı, başkarakterinin psikolojik gerginliği ile aktarmayı tercih eden bir anlatımla çıkıyor seyircinin karşısına. Baş karakter Rob Billot’a hayat veren Mark Ruffalo, filmin ilk yarısında kucağına düşen toplumsal bir davaya kendini vakfeden bir avukat portresi çizerken, temposu özellikle düşürülen ikinci yarıda bir dünya devine kafa tutma cesaretini gösteren ama bu süreçte yanında neredeyse kimse kalmayan, yalnız bir şövalyeyi, psikolojisi çökmek üzere olan bir Don Kişot’u oynuyor adeta. Haynes, araştırma ve dava sürecinin gidişatı ile baş karakterinin ruh halini paralel tutarak, anlatımın gerçekliğini hikayenin gerçekliği ile beraber kurguluyor. Dikkatini buraya ver seyirci, bunların hepsi yaşandı!
1998 yılında devraldığı davaysa bugün bile devam ediyor…