Günün Hikayesi | Kan Kardeşliği | Necla Engin
BÜYÜMEK ve KISKANÇLIK
Çocukluk arkadaşım, kan kardeşim Elif’i, uzun zaman var ki hatırlamıyordum.
Onu geçenlerde rüyamda görüp uyandım, gün doğmak üzereydi, terliklerimi giyip mutfağa yürüdüm, kahve makinesini çalıştırdım ve bir sigara yaktım. Zihnin zaman geçtikçe her şeyi sildiğini sanınca nasıl yanılıyor insan.
Üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra onu düşlerime getiren neydi bilmiyorum? Şu an onu arayıp bulma arzumu ve bu satırları yazarken düşünüyorum. Mutfak masasında bırakmaya karar verdim peşin peşin. Birazdan kahvaltı hazırlayacağım.
Ona ve çocukluğumuzda birlikte geçen her güzel güne ne kadar şiddetli ve ne kadar derin özlem duysam da ona olan yakınlığımın beni başkalarını sevmekten neden alıkoyduğunu daha iyi anlıyorum şimdi.
Hiçbir arkadaşlık hiçbir sevgi çocukluğumdaki gibi olamadı Elif’ten sonra. Hepsi benim arkadaşlığımı onları anlayış kudretime ve dürüstlüğüme borçlu idiler. Onların sevgileri sırf bendeki güzelliklerin karşılığı idi. Bense onlarda dürüstlük ve vefa bulamadım.
Elif’le tanışmamız, ailemle yeni bir eve taşındığımız on iki yaşıma rastlamıştı. Meyve ağaçlarıyla dolu bahçeleri birbirine bitişik evlerden birine taşınmıştık.
Kardeşim küçüktü, okul sonraları annem evin işleriyle uğraşırken onu bahçede dolaştırıyordum. İşte böyle günlerden birinde Elif’i dev bir erik ağacından iniyorken tanıdım.
Elif dolgun yanaklarında gamzeleri olan çekik gözlü güleç yüzlü ve çilli bir kızdı. Gülümsedikçe uzun iki dişi ona benzersiz bir sevimlilik verirdi. Tombul bacaklarını sürüyerek kapımı çalmaya ve daima beni başka sokaklarda gezmeye başka ağaçlardan meyveler toplamaya, toplarla ve lastiklerle başka oyunlar oynamaya çağırmaya başladığında, okula da sabahları birlikte gitmeye karar vermiştik.
Günlerden bir gün Elif bana, kan kardeşi olmak isteyip istemediğimi sordu. Bunun ne olduğunu bilmiyordum, söyledi:
“Hayat boyu kardeş gibi birbirimizi seveceğiz ve birdirbirimizin yanında olacağız.”
Bir meyve bıçağı ile kollarımıza birer çentik atıp kollarımızı bahçede birbirine yapıştırdıktan sonra kan kardeşi olmuştuk, ama annelerimizden kollarımızı kesmemizden mütevellit azarlar işitmiştik.
Mevsimler gelip geçiyordu.
Elif’le günlerimiz birlikte geçerken, bir gün bana apansız küstü. Evine gittim, sebebini sordum. O, başka kızlarla oyun oynarken görmüştü beni okulda. Onu çağırmadığımı söyledi ve kapıyı kapattı. Günler geçiyordu benimle konuşmuyordu. Annesi de ‘Elif’in üstüne gitme, kendisi sana gelir,’ deyip savuşturmuştu beni.
Sonraları Elif başka arkadaşlar buldu kendine.
Benimse içim kırıktı. Kimseyle gezip dolaşmıyordum artık. Aradan bir yıl kadar zaman geçti. Küçük kardeşim boynundaki bir tümör yüzünden ameliyat oldu. Bizimkiler sürekli kavga ediyorlardı. Elif’in bize gelişi ve barışmamız bu zaman dilimine rastladı.
Kardeşim iyileşiyordu. Elif’le ben deniz kenarına iniyorduk ya da top oynayan oğlanların futbollarına katılıyorduk. Elif yıldan yıla boy atıyor güzelleşiyordu. Bedeninde dişilik emareleri belirmeye başlamıştı. Oğlanlarla çene çalmak hoşuna gidiyordu. Bense hala kısa boylu ve kürdan bacaklıydım. Elif’teki hızlı değişimi kavrayamıyordum.
Bir gün Ağabeyi okul çıkışlarında bizi almaya gelinişti. Oğlanlarla top oynamamamızı, sahile inmememizi, eve gidip ders çalışmamızı söyledi. Yine de Elif’le ben, ağabeyini atlattıktan sonra köşe başlarında karşımıza çıkan oğlanlarla sahile iniyorduk. Bu çocuksu ve gülünç gezmelerin bizi birbirimizden ayıracağını bilemezdim. Elif ona musallat olan bir oğlanla sahilde baş-başa gezintilere kanatlanmış, beni bir gözcü gibi köşelerde oturtmaya bekletmeye başlamıştı. Gezdiği oğlan da üst sınıflardan bir çocuktu.
Bir gün onlar epey uzaklaştıklarında beklemekten sıkılıp arkalarından gittim. Kayalıklara tırmanmışlar, oturmuşlardı. Öpüşüyorlardı. Hayretimi yüzümden silkeleyip atarcasına Elif! diye bağırdım. O anki ters bakışıyla, “Niye geliyorsun!” deyişiyle onunla iki yabancı olduğumuzu, benim bilmediğim sırlarla dolu olduğunu, bana oğlan hakkında hiçbir şey anlatmadığını düşündüm. Elif eskisi gibi değildi artık. Kayalıklardan inerken, eve yürürken bana kızgın bakışları, suskunluğu ve hızlı adımları çoktan beni terk edildiğimi ve istenmediğimi anlattı.
O günden sonra aramızdaki mesafe büyüdü. Okul çıkışlarında sokaklarda onu arıyor, onunla konuşmak istiyordum.
Sonra sahile gitmeye başladım. Her seferinde onu kayalıklarda oğlanla otururken bululordum. Bir oğlan için beni bir kenara atmıştı kan kardeşim. Kan kardeşi olmamıza rağmen bana duygularını düşüncelerini hiç anlatmamıştı.
Ben, o istiyor diye kimseyle arkadaşlık etmedim yıllarca…
Kayalıklardan beni gördü ve görmezden geldi. Arkasından
Sürtüüük diye bağırdım bir gün. “Sensin ooooo” diye karşılık verdi.
“Deli gibi davranıyorsun. Bir daha buraya gelme, istemiyorum seni ” dedi.
İçimde bir öfke yanıp tutuşuyordu. Günden güne içimdeki yalnızlıklar büyüdükçe büyüdü. Ben, Elif üzülmesin yalnız kalmasın diye ne zaman çağırsa yanına gitmiştim. Hastayken onu yalnız bırakmazdım. Ödevlerini yapardım. Kan kardeşi olmamızı o istemişken, beni bir oğlan için terk etmesini almıyordu içim. Yediremiyordum kendime. Aylarca içim nefretle dolup taştı. Karşısına dikilmek ona vurmak, canını yakmak istedim. Kıyamadım.
Sonra Elif’ in ağabeyini gördüm. Öfkem zehirli bir yılan gibi dile geldi:
“Kardeşin kayalıklarda oğlanlarla öpüşüyor. İnanmazsan git kendin gör!”
Kıskançlığımdan mı?
Kırgınlığımdan mı?
Nefretimden mi?
Bilmiyorum?
Zehrim dillendi, ağzımdan yeryüzüne çift dişli bir yılan olarak düştü. O, benim sevgimdi.
O günden sonra Elif benden nefret etmemiş olsa gerektir. Ne yüzüme baktı ne hesap sordu. Babasının haberi olmamış, lakin ağabeyi onu çok dövmüş. Uzun süre odasından çıkartmamış. Annesi bize gelip anneme anlattı annem de beni dövdü. Elif gibi bir kızla gezdiğim için ve müzevirliğim için tabii. Zaten annem beni dövmek için daima bir bahane bulurdu. Kardeşimin hastalığına üzüldükçe babam onu dövdükçe, mutfakta yemek taştıkça, perdeler yamuk çekildikçe, evi düzgün süpüremediğimde, dantel örmeyi öğrenemediğimde, bulaşıkları iyi yıkayamadığımda, hep yüzüme yüzüme vururdu. Çamaşır suyu kokan elleriyle kulaklarıma vururdu. Kardeşim hasta olduğundan, o dayaklardan muaftı ve onun da oyun oynarken evde kırık döktüklerinin karşılığı olan dayakları, neden engel olmadığım sorgusuyla yine ben yerdim. Dayaktan kurtulabilmek için öğretmenlerimden, akrabalarımdan ve komşulardan yardım isteyişlerim, annemin benden iyice yaka silkmesine ve bana haddimi daha iyi bildirmesine neden oldu.
İlerleyen yıllarda dayaklar bitti, ama annemin bana olan nefreti beni ezme ve hükmette arzusu hâlâ devam etmekteydi. Bu sebeple onu hayatımdan tamamen çıkardım ve onu özlemiyorum.
Ne benimle ne bensiz mutlu olamadı annem. O da bana olan kinini başkalarına anlattı. Deney tahtası bir ilk çocuk olmam, yaptığım ve yapmadığım her şey için cezalandırılmak ve kontrol edilmek beni bu yaşıma kadar tüketmişti.
Elif’ in benden uzaklaştığı o hüzün dolu günlere dönersem, okula kulaklarım şişmiş, saçım yolunmuş, yüzüm kızarmış olarak gittiğim günler azalmıyordu. Ama hissizleşiyordum yavaş yavaş. Geceleri ağlamıyordum artık. Sınıftakilerin “yine dayak yemiş,” diyerek fısıldanmaları, benden uzak duruşları incitmiyordu beni. Daha çok teneffüs molalarında defterlere ya resimler karalıyor ya da sınıfın penceresinden bahçede Elif’i görmeye çalışıyordum.
On beş yaşıma geldiğim zaman, ailemle başka bir mahalleye taşındık. Okulum da değişmişti. Annemin bana olan nefretine ve şamarlarına aynıyla karşılık verecek kadar büyümüştüm. Bu halim annem olan canavarı durdurmuş gibi görünse de saatlerce bağıra çağıra söylenmesi üzerime bardaklar fırlatması giysilerimi yırtması, emirler yağdırması ve hiç susmaması ile takas etmiştik dayağı gerçekte.
Annem sevgisiz yaşamının ve memnuniyetsizliğinin intikamını şimdi beni bulabilse yine benden çıkarırdı. O sıralar da öyleydi.
Okulda hızla bir söylenti yayılıp bizim eve kadar ulaştı. Elif bir oğlanla kaçmış, okulu bırakıp evlenmişti. Ne tek bir haber gönderdi, ne beni çağırdı ne de kan kardeşi olduğumuzu hatırlamıştı. Ertesi yıl bir çocuk doğurduğunu, okuldakilerden duymuştum.
Annem kardeşime sarıldıkça, benim de birini bulup evden gitmem gerektiğini bağırıp duruyordu.
Elif, ertesi yıl bir çocuk doğurduğunu okuldakilerden duydum.
Kızlar için büyümek acaba böyle bir şey miydi?
O sıralar, okulu bırakıp evlenen başka kızlar da olmuştu. Onlar da arkadaşlarını arayıp sormadılar belki? Ortada görünmediler bir daha.
Aynı sıralarda babam da ortalarda görünmüyordu. Meyhanede bulaşık yıkayan dul bir kadınla ilişkisi olduğunu, bir komşumuz anneme söylemişti. Annem kadına bağırdı, çağırdı. Sonra evden kovdu.
Annem bağırdıkça kardeşim ağlamaya başlamıştı. Bense bir odaya kapanıp kitap okuyordum saatlerce. Babam ise geceleri geç geliyordu. Onu sadece kahvaltıda görüyordum. Kardeşimi kucağına alıyordu ve harçlık istediğimde param yok diyordu.
Hem harçlığı ne yapacaktım? Mutfak tezgâhına erzak almamız için para bırakıyordu ya. Ona göre her şeyimiz tamdı.
Elif uzak bir yere gelin olmuş, ben de yüzünü görmeyince sesini duymayınca derslere dalıp zamanla unutmuştum onu.
Yıllar geçip gitti… Taa ki bir rüyada, ağaç dallarından erik yediğimiz güneşli bir günde Elif’le dönünceye kadar.
Şimdilerde beni görse, kendini okusa belki yine hatırlamazdı. Ne yalan söyleyeyim, artık ben de onu hatırlamak istemem.
Necla Engin