Günün Hikayesi | İçimdeki Ses
Yazar: Hacer Heybeli
İçim sıkılıyordu.
Okuduğum kitap beni hiç sarmamıştı.
Yazarı düşünmeye başladım, oturduğum yerden kalkıp, pencerenin önüne gittim.
Kış güneşi yapancı bir memleketten gelmiş gibiydi.Güneşi gördüğüme çok sevinmiştim, günlerdir göz yaşı döken kara saçlı bulutlar hakimdi dünyama.
Gönül elimi kaldırıp selam verdim parlayan yüzüne.
Bir koku geldi burnuma birden, ocakta unuttuğum tencerem geldi aklıma.
Pencerenin önünden istemeye istemeye ayrıldım, koşar adımlarla mutfağa gittim.
Tencerenin yüzü henüz kararmamıştı, biraz su ekleyip altını kıstım.
Eski bir anıyı yakalamak istercesine, pencerenin önüne tekrar döndüm.
Az önce boş olan yol, şimdi insan seli haline gelmişti.
Telaşla koşuyorlardı, aralarındaki genç çocuğa seslendim.
“Mehmet ne oluyor, nereye koşuyor bu insanlar?”
“Ana caddede kaza olmuş!”
“Kazamı olmuş?”
“Evet.”
Soracağım çok soru vardı daha, hepsini havada kaldı. Mehmet beni bırakarak kalabalığa doğru koştu.
Ben de merakıma yenildim, montumu alıp çıktım. Sokağa inince sonra fark ettim ki ayağımda halı terlikleri ve montumun altından sarkan diz kapağı izi çıkmış ayıcıklı pijamalarım üzerimde. Saçlarımsa kabaran yünler gibi birbirine dolaşmış ve tiftiklenmiş, sanki günlerce tarak yüzü görmemiş gibi.
Kaza yerine geldiğim zaman, araba tanıdık sanki.
Islak kaldırıma ürkek bir kedi yavrusu gibi oturan bayanı tanımadım.
Her an olduğu yere yığılacak gibiydi, etrafa bakıyor ama sanki bir şey görmüyor hissetmiyordu.
Yerde gazetelerle örtülmüş biri vardı.
Fazla yaklaşmadım, uzak durmaya özen gösterdim, bir tiyatro sahnesi gibiydi.
Yüzüme sinirli bir şekilde bakan rüzgâr, gazeteyi elinden tutup bir güreşçi gibi fırlattı bir kenara.
O zaman yüzü ortaya çıktı yerde yatanın.
Çevremdeki ağaçlar, yol, kaldırım, devrilen araba kaldırımda oturan ürkek kadın…
Bir çamur seline karışıp akmaya başladı.
Ne umudum nede saçıma yılların serpiştirdiği kar taneleri, anıların kazmayla yüreğime açtığı derin çukurlar… Hiçbiri yoktu artık.
Rüzgâr biraz daha acımasız oldu, okşadı elleriyle saçlarını, kara lekeler yapıştı rüzgârın ellerine.
Gözlerimden akmayan tuzlu suyu içime al renginde akıttım.
Yaklaşmadım, toplamadım, tutmadım ellerinden.
Sonsuzluğa uğurladım onu o an, yükledim acımı sırtıma, geri döndüm, güvendiğim sığınağıma.
Sobanın üzerinde sinirli bir kaynana gibi fokurdayan çaydanlıktan çay koydum kendime, narin ince belini elimde kıvırtan çay bardağını tavşankanı çayla ağzına kadar doldurdum.
Masanın üzerinde bana seslenen kitabı elime aldım.
Bana hiç çekici gelmiyordu.
Anılar da unutulmaya yüz tutmuş bir sevgili gibiydi.
Masadaki krallıkta onu bırakıp, uzak bir köşeye bir koltuğa oturdum.
Elimde tutuğum ince belli çayla camdan kıza baktım.
Artık çok geçti. Gecikmelerin hüznü neden çöreklenir ki birdenbire?
Hayat buydu belki benim gibi insanlar için.
——