Günün Hikayesi | ÇİLER | Ergun Kuzenk
‘55’in bitimindeki Hacı Raif Amca’nın, ön yüzü tastamam sarmaşıklarla kaplı şirin gecekondusunda oturuyordu. ‘55’ merdivenlerin adıydı, mahallemizdeki, bir o kadar basamağı olan…
Her gün bir kaç defa inip çıktığına tanık olurduk; ince beli, vücuduna tıpatıp yapışmış, paftadan çıkmış eteği, kırmızı ve uzun topuklu ayakkabılarıyla ‘Çiler’in. Devamlı taksiyle gelir, işi çok uzun sürmeyecekse taksiyi bekletirdi. Sarı saçları ve burnundaki küçük altın hızma pek yaraşırdı kendisine.
Yokuşun dibinde geçen yazdan kalan kavun, karpuz sergisinin virânesinde, parçalanmış hasır eskilerinin üstünde oturur, ergen konuşmaları yapar, bazı oyunlar oynardık. Hepimizin gözü yollarda kalır, ‘Çiler’in gelmesini beklerdik. O gelip, ilk basamakta ayakkabılarını çıkarıp, yalın ayak çıkmaya başlayınca, hepimizin gözü merdivenlere takılıp kalırdı; bembeyaz sütûn gibi düzgün bacakları, kıpırdarken içimizi hop hop ettiren kalçaları…
Ahh! Hepimizde büyük bir yangına neden olurdu, onun ‘55’i tırmanışı; tadı damağımızda kalan, az duyulan bir yangına.
Bazen, hınzırca geri döner, hepimizi suç üstü yakalarken gülümser, sanki o da bu ‘yeni-yetme’ hayranlığımızdan zevk alırdı.
En az ben bakardım.
Biraz utandığımdan, biraz da duyarsa, anam ‘Kürt Kado’nun korkusundan. Haberi olsa maşayla döverdi valla! Bundan eminim.
Arabadan indiğinde, elinde file ve paketleri varsa eve kadar yardım etmek çoğu kez bana düşerdi. Her çıktığımızda, ödül olarak 1 lira, bazende 2,5 lira verirdi ki aşağıda hepimizi doyuracak kadar öte beri almamızı sağlayacak kadar çok bir paraydı bu o zamanlar.
Kimdi, nereliydi hiç sormadık, hiç öğrenemedik ‘Çiler’i…
Fazla uzun sürmedi bu hayatımız.
Başı örtülü, elinde üstü vinleksle kaplı tahta bavuluyla merdivenlerde gördüğümüzde onu. Artık dünyamızın sonunun geldiğini anlamıştık hepimiz. Yolda bekleyen taksi ise sanki bir ara bozucuydu. Büyücüydü, namussuz hayal kritallerimizi un-ufak eden…
‘O’ yavaşça yanımıza yaklaştı; vedâlaştı. Yanaklarımızı okşadı.
Ağlıyordu..
Hepimiz birden hıçkırarak ağlamaya başlamıştık.
”- Ne oldu Abla?”diyebildim ancak.
”- Benim gavat, tutup Çorum’a satmış beni!”
….
Hiç birimiz bir şey anlamadık tabii bu sözlerden. Tuhaf tuhaf birbirimize baktık, biz çocuklar sadece.
Sonraki günlerde anlayacaktık, Çiler’in genelevde çalıştığını ve patronunun onu Çorum Genelevi’nde birine ‘devrettiğini’…
Bu gün bile, hâlâ içimi kavurur bu gördüklerim.
Arabaya binerken bana bir zarf uzatıp, verdi. Yanağıma bir öpücük kondurdu. Gözyaşları yanağımı ıslattı.
Silmeye kıyamadım.
Araba hareket etti…
Arkasından el salladık.
Göz yaşı dökebildik ancak…
Zarfı açtık. İçinden para ve bir liste çıktı:
Kemal: 5 lira
Sadi: 5 lira.
Aytekin: 5 lira.
Refah: 5 lira.
Ergun: 10 lira.
Kocakafalı çocuk: 5 lira
yazıyordu.
Kocakafalar’ın Cengiz’in adını hatırlayamamıştı.
Sonraki o günlerde, mahallede herkes öğrenmişti olayı.
Biz yine o karpuz tezgahında oturuyorduk biteviye.
Değişen pek çok şey vardı hayatımızda.
En zorumuza giden ise, iş dönüşü amcaların bize seslenişi kalmış kulaklarımda;
”- Napıyonuz lan, keranacılar!”…
Ergun Kuzenk
Ocak – 2019 / Ankara Görsel: OSMANLI DEVRİ (KÖÇEK)