Günün Hikayesi | Baharı Züleyha | Pınar Doludeniz
Seyahatler çekiyor içim…Yazmasam deli olacaktım…”
Yatağımın beni kendisine bağlayan sıcaklığına son isyanımı ayaklarımı ileri doğru uzatıp, genleşerek verdikten sonra, kendimi güç bela yattığım yerden doğrulttum yatağa yapışmış bedenimi. Ben, bedenimi kendime doğru çekmeye çalışırken vücudum benden bağımsız hareket ediyordu. Bedenime zihin gücü yoluyla telapati kurarak kalk emrini verdikten sonra bütün gecenin soğuğunu emmiş olan terliklerimi giydim. Soğuktan içimin titrediğini hissettim. Uykum, hala yatağımda keyif çatıyor, sırtıma kar yağıyordu sanki. Sıcak yataktan çıkınca odanın boşluğa düşen soğukla vücudum çarpışınca içimi saran ürperti, üstümdeki uyku mahmurluğunu açıyordu. Odamın kapısını açtım, banyoya yöneldim. Günlük rutin yüz bakımımı yaptıktan sonra evden çıkmak üzere hazırlanmaya başladım. Her yer alacakaranlıktı ve ayaza çekmişti düşlerimi. Sabahın ilk saatleri, çukurların üzerinde buharlaşan sisler vardı. Sis, tüm yalnızlığı içinde kötü bir ruh gibi tepeyi tırmanmış, dinlenecek yer aramış ama bulamamış gibi tüm gücüyle gökyüzüne hücum etmişti. Islaktı, buz gibiydi. Huzursuz bir denizin asi ve başına buyruk, birbirini yutan dalgaları gibi havayı yarıyordu sis tabakası. O denli yoğundu ki arabanın lambaları yalnızca onu aydınlatıyordu. Bir gözün diğer gözü zor seçtiği böyle sabahlarda bir yerden bir yere gitmek bir hayli zordu. Rutinsel sabah sporumu yaptıktan sonra öğleye doğru Bahar’ımın yanına gitmek için ayaklanıp iş kadını rolüme girip yine kendimi trolleyecektim.
Öğlen saatlerinde, gün, bakraçtan süzülürcesine sonbahara çalıyordu. Gri bir tülle örtülüydü zaman. Öğle ortası ve mevsim kışın ilk erdemlerini nakış misali işliyordu usulca göğün güğümüne.
Bugün hastam yoktu ve günümü Bahar’ı gezdirerek geçirecektim. Söz vermiştim ona. Ne işim varsa hepsini Bahar için erteledim ya da iptal ettim. Onu en son gördüğümde Bahar: “ Dünya gözüyle ölmeden evvel son kez göreyim Ankara’mı, topuklularım son kez adımlasın Ankara kaldırımlarını” demişti bana. Çok üzmüştü bu sözleri beni. Gidip boynuna sarıldım. Hiç sahibi olmadığı kızı gibi görüyordu beni. “ Aaaa daha seninle Ankara turu yapacağız. Ankara Kalesi’nden başlayıp Ankara kazan biz kepçe tavaf edeceğiz tüm Ankara sokaklarını. Kötüyü çağrıştırma lütfen! Şimdi gitmem lazım, halletmem gereken daha çok işim var. Yarın görüşürüz” Dedikten sonra yanaklarını öpüp ayrıldım Bahar’ın yanından. “Ölmezsem.” dedi. Anneannem geldi o anda aklıma. Ne zaman onu ziyarete gitsem her görüşürüz dediğimde öyle derdi bana. Yaşlıların diline pelesenk olmuş demek ki bu söz dedim içimden. Gözlerim doldu, Bahar’a gülümseyip ona uzaktan öpücük attım elimle. Arkamdan mahsun ve durgun bana bakıyordu, o asil haliyle yavaşça el salladı ve bir anne edasıyla “Dikkatli git.” dedi. Gözümü kırpıp ona tamam işareti yaptıktan sonra ayaklarımın yoluna devam etmesine izin verdim.
Her zamanki gibi sabah erken kalkıp Atatürk Ormanları’nın yemyeşil doğası içinde koşu yaparak güne başlamayı planlamıştım. Üstüme siyah kazağımı ve altıma da siyah taytımı giydim. Üzerine de kısa mavi şişme montumu geçirip annemin “ Kızım, önünü kapat hava soğuk; böğrün üşüyecek!” sözünü zihnime hatırlatıp montumun fermuarını çektim. Belime kadar inen uzun siyah saçlarımı atkuyruğu yaptım. Koşu yaparken taktığım mavi koşu şapkamın bant yerinden saçımı geçirip kafama taktım. Trendyol’ dan yeni aldığım spor yaparken ve günlük hayatta olmazsa olmazım mavi bluetooth kulaklığım da kulağımda emrime hazır ve nazır bir şekilde şarkısını çalıyordu. Tüm aramalara telefonumu kapatıp kendimi doğanın ve ayaklarımın ritmine uyduracaktım. Beyaz spor ayakkabımı da giydikten sonra kışın yeni bitme soğuğuna kendimi bıraktım.
Cemre, elini eteğini çekerken mevsimlerin son halesinden yerini de kışa devretmeye hazırlanıyordu. Hiç acelesi yoktu gelenle ve gidenle. Kış girince kapıdan bu şehre de bir yalnızlık düşer en afilisinden. Fısıltılı bir sona yaklaştığınızı hissedersiniz bu mevsim karaltısında zamanın. Belki de yaşımız büyük hep kendimizden o yüzden on iki puntoluk dev yazılarla yazarız karanlığa yalnızlığı. Devrik cümleler kaleme alınır kışın bu soğuk günlerinde. Hayat, kendi devinimini bildiği gibi işler. Bazen gerçek bildiğimiz şeyler yalan olup çıkıverir. Kimi zaman da nesneler veya kişiler yer değiştirir. Güz gelir gider, güneş olup gelir. Topyekün yer değiştirir mevsimler. Zaman hiyerarşisi içinde mevsimler yapay bir düzlem gibi har vurup harman savurur güneşi, geceyi, ayı.
Hava griye çalıyordu, kış henüz kendisini göstermemiş ve soğuk, şehri ele geçirememişti. Sonbahar yapacağını yapmış yaprakların rengini önce turuncuya soldurmuş sonra da yaprakları ve kurumuş ağaç dallarını yerlere çalmıştı. Yaza veda eden mevsimlerin sarnıcının doğaya verdiği bu hediye, fotoğraf meraklılarının kadrajlarında manzara kareleri olarak yerini alacaktı. Mevsim kendi dönüşümünü sürdürürken ben de Soğuk zeminlerde mücadelemi tamamlayıp evime dönmüştüm. Kurumuş yapraklar, terk edilmiş sokaklar takip ediyordu ayak izlerimi. Öğleden önceki kalan zamanımı Atatürk Ormanları’na dönük olan pencereme kitap okuma köşesi yapmak için koyduğum mavi armut salıncağımda kitap okuyarak geçirecektim.
Okuduğum bazı güncel düşünceleri üzerime yontmakta ve kılıfını kendime nakşetmekte üstüme yoktu. Hayatın kendisi kıssadan bir hisse değil miydi zaten? Zihnimde oluşan fikirlerin terzisi bizzat kendimdim bu döngüde. Böyle durumlarda altını çizerdim okuduğum sözlerin veya yazıların.
Okuduğum kitaba son çizgimi atmıştım. Kenarını kıvırdığım sayfasına son notlarımı da aldıktan sonra tütsülenmeyi bekleyen kahvemden son bir fırt daha çekerek söz verdiğim gibi Bahar’ın koluna girip kitap okumayı çok seven ve kelimelerle arası iyi olan Bahar’ı Altındağ’daki Kelime Müzesi’ne ve Rahmi Koç Oyuncak Müzesi’ne götürmek için ayaklarımın beni yerimden kaldırmasına izin verdim. Ensemde topladığım saçlarımı açtım, kafamı sağa sola sallayıp ellerimle saçlarımı şöyle bir düzelttim. Sözleştiğimiz gibi önce onu arayıp hazırlanmasını kendisine hatırlatacaktım. Son günlerde yaşadığı anıların etkisinden olsa gerek çok unutkan olmaya başlamıştı. Onun akıl rehberi ve hatırlatma butonu haline gelmiştim. Ben, masanın üzerindeki telefonuma arama yapmak için uzandığım sırada telefonum acıklı bir sesle yangından mal kaçırır gibi çalmaya başladı. Arayan kimliğine baktım arama, terapi merkezinden geliyordu. Çalan telefonumun sesi bana çok nahoş geliyordu. Acil durumlar dışında merkezden beni aramazlardı. Beni aradıklarına göre bir terslik olmalıydı. İlk aklıma gelen ihtimal, Bahar’a bir şey olmuş olması ihtimaliydi. Elimi kalbime koyarak açtım telefonu. Ahizenin diğer ucundaki ses, ağladığı belli olan hıçkırıklı genizden gelen sesiyle Bahar’ın son nefesinde sevdiği adam Remzi’nin ismini sayıklayarak öldüğünü söylüyordu. Zaman, hiçe sayıyordu gideni.
İnanamıyordum, hikâyesini yazdığım hayat dolu aşk kadını bu dünyayı bırakıp gitmişti. Aldığım kara haberin etkisiyle dizlerimin bağı çözülmüş ve gözlerimden istemsizce akan gözyaşlarıma dur diyememiştim. Geçirdiğimiz bu kısa sürede onunla o kadar yakınlaşmıştık ki. O an, Anna Karenina’yı yazan Tolstoy’u daha iyi anlamıştım. Onunla özdeşti o an hissettiklerim: Usta yazar bu romanı yazarken saatlerce odasına kapanır ve öyle yazardı. Öyle ki hizmetçisine zorunlu bir neden olmadıkça kendisini rahatsız etmemesini söylerdi. Hizmetçi de Tolstoy’un yemeğini kapıya bıraktıktan sonra kapıya bir defa vurur ve giderdi. Sürekli böyle devam eden hizmetçi aradan birkaç gün geçtikten sonra yemeğin yenilmediğini görür. Bunun üzerine kapıya vurur ama içeriden en ufak bir ses ve yaşam belirtisi dahi yoktur. Telaşlanan hizmetçi komşulara, yazarın yakın arkadaşlarına haber verir ve hemen gelip yardım etmelerini isteyince gerçek ortaya çıkar.
Eve gelenler kapıyı açarlar ve büyük yazarı cenin pozisyonunda yerde yatarak ağladığını görünce büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Neden böyle ağladığına anlam veremeyenler Tolstoy’a bunun sebebini sorunca ünlü yazarın ağzından şu sözler dökülür:
“Anna Karenina öldü.”
Ben de bana neden ağladığımı soranlara” Bahar öldü” derken bulacaktım kendimi.
Yazar olmanın en zor kısmı sanırım bu: Karakterlerinizle özleşmek…
O anlattı ben onun acılarını yaşadım, o ağladı ben yazdım; bütün olaylarını, bütün acılarını ben yaşadım, ben çektim. Onun son susuşunun bile…
…