Günün Hikayesi | Anjel | Bedros Dağlıyan
Levon usta, dükkânının önünde yorgunluk çıkarıyordu. Dükkânın loşluğundan tamir edilen, yeni yapılan paytonlar, yaylılar, tek atlı landonlar görünüyordu. Dipte samanlığın içine uzanmış atların kokusu dışarıya dek geliyordu. Bu kokuyu ne çok seviyordu. Dükkânın üstündeki evinden eşi Lusia’nın gönderdiği çayı içerken zevkten dört köşeydi. Hoş bu yorgunluğunu alan demli kaçak çay her zaman evden gelmezdi ya… Bazı zamanlar eşi kendileri misafirleriyle içerken ona da gönderirdi işte… İleride neşeyle zıplayan kızına uzunca bir süre baktı. Sevgi doluydu. İşleri yoğun ve yıpratıcıydı.
Karne günlerinin zor zamanlarını yaşıyorlardı. Oğlu Avedis’de asker olduğundan evin yükü kendi omzundaydı. Dört yıl geçmesine geçerdi de, onu bir de annesi Lusia’ya sorsalardı… Yollarda Nafia askeri olarak çalışan oğlunu düşününce içi acıdı. Çay dolu demliği getiren karısıyla kaç yıldır evliydi sahi…
O melun zamanın üzerinden yıllar geçmişti, ama dün gibi aklındaydı işte… Zaten ne vakit çıkıyordu ki… Tokat nere, Diyarbakır nere? Elazığ, Malatya, Ergani derken ta Diyarbakır’a dek gelmişti. Hiçbir yerde rahat etmemişti. Her yer, her memleket ona dar gelmiş; gittiği her şehirde kaybettiği annesini, kız kardeşini ve evlenip yuva kurduğu hamile eşini aramıştı. Sırf bu yüzden askerden firar etmiş o sırada sürgüne gönderilen ailesini bulmaya çalışmıştı. Yıllarca oradan oraya dolaşırken hep kayıplarını bulmayı düşlemişti. Tam ümidini kırdığı bir zaman kaderine razı olup, Malatya’da atların kaşağıdan kalan artıklarını temizlemek için atkuyruğundan Gebre ördürdüğü evlerden birinde kendi de öksüz ve yetim kalan Lusia’yı görmüş ve hemen kararını verip onunla evlenmişti. Sessiz, sakin ve çalışkan bir kadındı. Diyarbakır’ın yerli aileleri dışarıdan gelen bu aileyi çok sevmiş, onları aralarına kabul etmişti.
Şimdi dışarıda neşeyle koşturan kızına sevgiyle bakarken hem şükrediyor hem de kayıplarını bir kez daha anıyordu. Sarı saçları, mavi gözleriyle nasıl da güzeldi kızı. Bir kızı ve oğlu daha vardı. Oğlu Avedis bu sıra askerdeydi. Onun yokluğunu o kadar fazla hissediyordu ki… Gözlerine dolan yaşı elinin tersiyle silip, her gün onun için ağlayan karısını düşündü. Diğer kızı Vartanuş tıpkı Lusia’ya benziyordu. Oğlu da boylu poslu yakışıklı bir civandı. Anjel’se deli dolu, zeki ve neşeli bir kızdı. Gün içinde o kadar çok soru sorardı ki, cevaplamaktan yorulurdu. Bu ara Anjel’in en fazla sorduğu okula ne vakit kaydolacağıydı. Her defasında bir şeyler bulup atlatıyordu da ne zamana dek kaçacaktı. Diyemiyordu ki:
– Kızım sen güzel bir kızsın. Seni okula yazdırmak bir şey değil de, gözümden bile sakınırken sokağa nasıl bırakacağım. Ya kaçırırlarsa. Olmayan bir durum değil ki… Gittiği her şehirde birçok vakaya şahit olmuştu. Sırf bu yüzden nüfusunu bile çıkartmamıştı ki okula gidemesin… Yoksa cahil bir adam değildi. Kızı daha okula gitmeden okumayı sökmüştü bile…
Tıp okuduğu yıllar geldi aklına. On beşleri askere aldıklarında onu da askere almışlardı. Bir daha da okula dönememişti. Zaten ardından gelen Ermeni sürgünü ve seferberlik yılları bu işe tuz biber ekmişti. O kırımdan o kadar az kişi kurtulmuştu ki, okul ne…
Anjel aklına gelmiş olacak ki, oyundan başını kaldırıp babasının dizlerinin dibine çöktü.
– Baba, hani beni okula yazdıracaktın.
– Yazdıracağım kızım. Zaten Milli Eğitim Müdürü benim arkadaşım. Ona da söyledim haber bekliyorum. Haber gelsin hemen yazdıracağım.
Yine yalan atmıştı. Nereden arkadaşı olacaktı ki. Bir iki kez fayton için dükkâna gelmişti. Bir çay içimi zaman içinde sohbet etmişlerdi, olup olacağı o kadardı. Çocuktur nasılsa unutur gider diye düşünüyordu. Anjel’se hiç unutmadan sürekli cevap bekliyordu.
Evleri Saraykapı’sı civarındaydı. İçinde cezaevi ve devlet dairelerinin de bulunduğu iç saray bölgesinden yüksek memurlar İzzet Paşa caddesinden her gün faytonlarıyla geçerlerdi. Biri Anjel’e ‘bak bu geçen adam Milli Eğitim Müdürüdür,’ deyince Anjel gururlanarak o babamın arkadaşıdır, deyiveriyordu.
Bir sabah Anjel sabah er vakit kapının önünden geçen faytonlara dikkatle bakmaya başladı. Her zaman oynayan kız oynamadan faytonların gelip gidişine bakıyordu. Tam Milli Eğitim Müdürünün faytonu geçerken arabanın önüne atlayıverdi. Faytoncu güç bela durdurduğu faytondan inerek kızı sarsmaya başladı.
– Altında kalacaktın kız. Benim başıma belasan!
Anjel hiç çekinmeden Müdür Bey siz babamın arkadaşıymışsınız. Beni okula yazdıracaktın ne oldu? Seni gidi yalancı! Adam meraklanarak faytoncuya kızı arabaya çıkartmasını söyledi.
– Kızım senin baban kim? Kimlerdendir? Anjel, babasının adını bir çırpıda söyledi.
– Babamın adı Levon. Bak, bu dükkân babamın. Adam faytonlarını yapan Levon ustayı anımsadı. Gel kızım diyerek yanına aldı Anjel’i… Faytoncuya da Ziya Gök Alp İlkokuluna sürmesini söyledi. Okul Müdürünün odasına çıktılar. Adam okul müdürüne dönerek:
– Bu kızın babasını derhal bulun. Hemen okula kaydını sağlayın. Zannedersem kızın nüfusu da yok. Onu da benim gönderdiğimi söyleyerek Nüfus memuruna çıkarttırın. Yarından tezi yok kızın ihtiyaçlarını idareden karşılayıp derhal okula kaydını başlatın.
Levon usta, ertesi gün gelen okul müdürünün anlattıklarını dinleyince şaşırdı, ama kızı adına da oldukça gururlandı. Akşam evde anlatırlarken hepsi birden kahkahalarla güldüler. Anjel, ertesi gün okula başladı; siyah önlüğünü giymiş, beyaz yakası boynunda, başında kurdelesi dalgalanırken nasıl da sevinçliydi.
Kaynakça: Halkın Nabzı Gazetesi
…