Depremin üzerinden dört ay geçmişti. Derin üzüntü ve maskeli depresyon devam edi-yordu. Sinema?.. Acaba sinemaya ailecek gitsek, kısmen de olsa bir faydası olur mu, olur muydu? Eşim ve o zaman 11 yaşındaki kızımla paylaştım. “Tamam. Olur,” dediler. Deprem-den sonra taşındığım kentin sinemaları nerede, neler oynuyor… bilmiyordum. İnternet arama motorları yardımcı olur sanırım. Bize en yakın bir AVM’de, sinema salonu olduğunu öğren-dik. Gidiş süresi, on beş dakika kadar. Lakin sinema salonunun bir kusuru var ve pek çok müşteri bundan şikâyetçi: Lavabo ve dolayısıyla tuvaleti yok. Nasıl mı hallediliyor? Film ara-sında veya film seyrederken ihtiyaç belirse, salondan çıkıyorsunuz. AVM’nin tuvaletlerini kullanıyor ve geri dönüyorsunuz. E, sorun değil. Deprem gibi bir felaketi atlatan kişiler için mini, hatta mikro bir sorun.
AVM’ye gittik. Sinema salonuna girdik. Koca salonda bir nene ile muhtemelen bir to-run. Önden üçüncü veya dördüncü sıranın orta sandalyelerindeler. Biz de onlara komşu üç sandalye. Sanki salon tamamen dolacak, yer sorunu olacak, öyle davranmış bilet kesen görev-li. Film, başlar başlamaz iki- üç sıra geri gittik eşim ve kızımla. Bir çocuk filmiydi ve açıkça-sı izlemeyi pek düşünmüyordum. Uykum geldi. Zaten günlerdir uyuyamıyordum. Uyusam da kaliteli olmayan, yüzeyel bir uyku. Kurulu bir saat gibi, 04 sularında uyanıyorum. Saat 05.30’a kadar yatakta dön, dön… Sanki yeniden deprem olacak gibi. İşte şimdi tam zamanıy-dı. Ama uyuyakalırsam bir sorun var. Horlama! En iyisi ertelemek. Ertelemek de ne zamana kadar?! Zar zor, ilk yarıyı uymadan atlattım. Işıklar yandı; sinema salonundan çıkıp, bekleme salonunda zaman geçirelim dedik ailecek.
Dedik demesine ama arayı iyi kullanmak gerek. Film seyrederken ihtiyaç halinde lava-boya gitmektense, arada gitmek daha evvela. Eşime durumu bildirip çıktım salondan. Hızlı davranmam gerek. Davrandım; geri dönüş yolundayım. Karşımda nene ile torun: “Evladım, buranın tuvaletleri nerede?” Dedim ya psikolojim bozulmuş. Aynı anda kahkaha atmak ile ağlamak geldi içimden. Bir anda, 1973 yılında, 12 yaşındayken izlediğim bir film geldi aklı-ma: Poseidon Macerası. Yönetmeni, Ronald Neame. Oyunculardan biri, Gene Hackman: Yaş-lı bir yolcu gemisi, son seferini yapmaktadır. Bir Noel akşamında, bir deniz altı depreminin yarattığı tusinami nedeniyle gemi alabora olur, baş aşağı yüzmeye başlar. Kaçış yolu, artık suyun üstünde olan dış gövdededir. Hatta daha önce geminin dibiyken, artık neredeyse gemi-nin tavanı… Ölenler var, kurtulanlar var. Kurtulanlar, başkalarının liderliğinde iki gruba ayrı-lırlar. Kaçış yolunda, bir süre sonra karşı karşıya gelirler. İşte AVM’nin içinden sinema salo-nuna dönerken, neneyle ve torunla karşılaşmam, filmde söz ettiğim sahneyi getirdi aklıma nedense. Gözlerimde yaş perdesi, boğazımda bir yumru, frenlenmiş kahkahanın yüz mimik kaslarımdaki titreşimleri… Tarif ettim lavaboların yerini. Bekleme salonundan sinema salo-nuna geçtik; ışıklar söndü. Nene ile torun yok. Dönmediler. Koca sinema salonu benim, bi-zim. Bir yalnızlık çöktü içime ki sormayın. Tam zamanı. En arkaya geçtim ve uykuya teslim ettim kendimi. Horlamışım tabii. Sinemada bizden başka kimse olmadığı için eşim uyandır-mamış. Böylece günlerdir süren uykusuzluğu, temiz ve derin bir uyku çekerek o an için çöz-müş oldum.