Fotoğraf Çekinmek | Mehmet Zaman Saçlıoğlu
Fotoğraf çekinmek, yanlışlarını dün yazınca, aklıma daha önceki bir başka paylaşımım geldi. 18 Mayıs 2018’de bazı yanlışlara değinmişim. Sık sık anımsatmakta yarar var çünkü.
Naif sözcüğü (resim sanatındaki anlamını bir yana bırakırsak) toy, deneyimsiz demektir. Nahif ise zayıf, çelimsiz demektir. Yani her ikisi de övgü amacıyla kullanılmaz.
“Doyumsuz” tatminsiz demektir. Tadına doyum olmayan demek değildir.
“Hamaset” yiğitlik, kahramanlık demektir. Ham halat demek değildir.
Birisiyle “teşvik-i mesai” yaptığımızı söylüyorsak, yanlış söylüyoruz. O teşvik değil, Teşrik… İştiraktan gelir.
“Kadim” dediğinde sözümüze çok güçlü ve derin anlamlar yüklediğini sananlara gülümsemek lazım, Çok eski demek yeter.
“Sıkıntı yok” ve “tabiki de” bir süredir salgın gibi yayıldı. “Sorun yok” demek varken nedir bu “sıkıntı”? “Tabi ki de” gibi bir saçmalık nasıl çıktı bilinmez, buradaki iki ek de yanlış. Sözcüğün doğrusu “tabii” dir. Doğaldır, anlamına gelir. “Tabii ki” ye alışmıştık ama bir de “de” eklendi buna. Eskiden “gayet tabii” denirdi.
“Dürüst olmak gerekirse” diye bir cümle var, duyunca sinirlerim tel gibi oluyor. İngilizce çevirilerden gelen bu saçma lafı nasıl benimsedik akıl alır gibi değil. Baştan, dürüst olmadığını kabulleniş var bu cümlede. Ama haydi bu kez dürüst olalım, diyor bunu söyleyen.
Konuşurken özellikle gençler “hakkatten” diyorlar. Bunu da nereden öğrendiler bilinmez. Hakikaten sözcüğü ne hale girdi. Bunun yerine gerçekten dense ne olur?
“Hatıra” sözcüğünün son hecesi uzatarak okunmaz. Kısa okunur. Yarın, hakem, rakip sözcüklerinin ilk heceleri uzatarak okunmaz.
Gençler için: “fazla severim”, “aşırı severim” vb. gibi sıfatlar olumsuzdur, sevginin çok olduğunu göstermez, fazla geldiğini, aşırı geldiğini gösterir.
“Eşya”, “şey” in çoğuludur. Bu yüzden “eşyalar” denmez. Ama bu da yerleşti artık dilimize, çünkü, TDK’nın yıllar önce eşya karşılığında önermiş olduğu “nesne” sözcüğü, örneğin “ev eşyası” karşılığını tam yansıtmadı.
“Meşrubat sözcüğü” de “şurup”tan gelir ve çoğuldur. Meşrubatlar denmez. İçecek bunun yerine gayet güzel oturuyor.
Yine özellikle birçok genç insandan “o kadar” sözcüğünün “okaar” gibi söylendiğini duydum, bunu nereden öğrenmişler bilmiyorum.
Bir de çok emin olmamakla birlikte bir akıl yürüterek “bulaş” sözcüğünün çok doğru biçimde kullanılmadığına değinmek istiyorum. Covit salgınıyla birlikte tanıdığımız bu sözcüğü aslında tıpçılar daha önce kullanıyormuş, ama çoğumuz bunu bilmiyorduk.
Benim televizyondan öğrendiğim bazı sözcükler var. Örneğin “performans” sözcüğünü ilk kez Uğur Dündar’ın sunuculuğunu yaptığı Akdeniz Olimpiyatlarında öğrenmiştim, aslında basında o günlerde bu sözcüğün anlamı bile tartışılmıştı. “Sorti” ve “konuşlanmak” sözcüklerini naklen yayınlanan körfez savaşında öğrenmiştik. Bulaş sözcüğü de bu biçimde girdi hayatımıza.
“Bul” kökünden gelen bu sözcük bir eylem soylu aslında. Sözcükler, ad soyundan (ad kökleri) ve eylem soyundan (eylem kökleri) gelebiliyorlar. Bir de ortak kökler var. Bu ortak köklerden gelen savaşmak, dalaşmak, uğraşmak gibi sözcüklerin bulaşmak sözcüğüne örnek oluşturduğunu söyleyenler var, ama ben katılamıyorum, çünkü “bul” kökü ortak bir kök olmasa gerek. Eylem kökü diye biliyorum ben. Şöyle savunuyorlar bulaş sözcüğünün kullanımının doğruluğuna inananlar: Savaş sözcüğü savaşmak oluyor, dalaş sözcüğü dalaşmak oluyor. Evet çünkü bunların kökleri hem ad soylu, hem eylem soylu. Bulaşık, bulanık gibi sözcükler bul kökünden üremiş. Ama “bulaş” sözcüğünden üremiş eylem dışında (bulaşma eylemi) bir sözcük yok. Bu nedenle eylem köklü bir sözcüğü aynı biçimde ele alamayız diyorum. Bu konuda dilbilimci arkadaşlar ne düşünüyorlar sormak lazım.
Dilimiz canlı bir varlık ama ona can veren biziz. Sözcükleri sözlüklerden alıp yaşama sokan biziz.
Koruyacak olan da, bozacak olan da biziz.
————