ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Film Müziği Denince

09.04.2022
328
A+
A-
Film Müziği Denince

“Müzikle sinemanın ilişkisi, bence ticaretin ve para kazanma kaygısının ağır bastığı bir yolda ilerliyor. Çok sağlıklı bir ilerleme değil bu…”

Sinemada herşeyle birlikte müzik kullanımı anlayışı da değişiyor.
Özellikle sesli sinemaya geçilmesiyle birlikte, müzikle sinemanın hep karışık, karmaşık, zengin olagelmiş ilişkileri, çok yönlü biçimde gelişmiştir. Adına müzikal sinema denen türün ortaya çıkıp gelişmesiyle de müzik unsuru filmleri bütünleyici bir öge olarak sinemaya girmiştir. Şarkı ve danslara dayalı filmlerden sinemanın ünlü şarkıcılara el atmasına, çok popüler olan kimi şarkıları kullanan filmlerden yeni bir şarkıyı popüler kılarak tanıtım ögesi
olarak kullananlara, müziği zaman zaman arka planına yerleştiren filmlerden müziği yapısına dahil eden filmlere dek çeşitli kullanım biçimleri bulunmaktadır. Ve bunların ayrı ve daha uzun bir yazıda irdelenmesi ilginç olabilir.

Müzikal sinemanın altın çağına, yani 1940 sonları – 1950’lere yetişmiş benim kuşağım için bu sinemanın bambaşka bir anlamı vardır.
O yılların parlak müzikalleri, dansı ve baleyi olağanüstü bir estet zevkiyle kullandıkları gibi, tam anlamıyla müzikal filmlerde yer alan özgün şarkılar da yıllaryılı dillerden düşmezdi. Bir “Singing In The Rain-Yağmur Altında”nın, bir “Yedi Kardeşe Yedi Gelin”in, bir “Love Me Or Leave Me-Öldüren Aşk”ın, Broadway müzikallerinden aktarılan “Batı Yakasının Hikayesi”, “My Fair Lady”, “Neşeli Günler” gibi filmlerin şarkıları hâlâ belleklerdedir.

Ama müzikal olmayan filmlerde de kimi şarkılar ölümsüzlüğe erişecek biçimde kullanılmıştı. Örneğin Rita Hayworth, üstelik kendisine ait olmayan bir sesle, “Gilda”da “Put The Blame On Me” ya da “Amoda Mio” derken, “An Affair In Trinidad-Macera Kadını”nda “Trinidad Lady” ya da “I’ve Been Kissed Before” şarkılarını söylerken, bu filmleri de şarkılarla belleğimize çakıyordu. Elbette kendisi de bir başyapıt olan “Johnny Guitar”ın finalinde Peggy Lee’nin sesinden duyulmaya
başlanan “Johnny Guitar” şarkısı da kimi filmle birlikte hep hatırlanır.

Ama çok önemsiz kimi filmler de benim belleğimde şarkılarıyla yaşar.
Örneğin Ava Gardner’ın hep şarkıcı olarak gözüktüğü ilk filmlerindeki şarkıları, kimi Lana Turner filmlerinin şarkıları (örneğin “The Flame And The Flesh-Alevli Aşıklar”ın “No One But You”su, “Betrayed-Casus Aşkı”nın “Johnny, Come Home”u), Sophia Loren’in “Houseboat-Dadının Şansı”nda “Bing-Bang-Bong”u, “Boy On A Dolphin-Altın Heykel”de ise Yunan kökenli “S’agapo”yu mırıldanması… Dean Martin’in Jerry Lewis’li filmlerinde “That’s Amore” ya da “Innamorata”yı söylemesi, Marilyn’in “Niagara”da “Kiss”, “Erkekler Sarışınları Sever”de, “Diamonds Are A Girl’s Best Friend” ya da “Gel Sevişelim”de “My Heart Belongs To Daddy”yi birer cinsellik deklarasyonuna dönüştürmesi… Bizim ilk gençliğimizin gerçekten unutulmaz anıları arasındaki yerini almış olaylardı bunlar…

1940’lı yıllarda Hollywood gerçekten önemli film müziği bestecileri yetiştirmiştir. Adları Max Steiner, Franz Waxman, Alfred Newman, Erich Wolfgang Korngold, Daniel Amfitheatrof, Miklos Rosza vb. olan besteciler, filmlere eldiven gibi uyan ve onların temel özelliklerini -melodram, dram, komedi, aksiyon, vs.- vurgulayan müzikleriyle sinema tarihine geçmişlerdir. Daha sonraları Dimitri
Tiomkin, Victor Young, Henri Mancini gibi adlar Hollywood’da başarı kazanırken, Fransız sineması da Georges Auric, Joseph Cosma, Maurice Jarre gibi besteciler yetiştirdi. Sinemanın evrenselleşmesiyle birlikte İtalyan western’lerinin üne kavuşturduğu Ennio Morricone, Fransa’dan Georges Delerue veya Francis Lai de Amerikan filmlerinde yoğun biçimde çalıştılar.

Ve sonra gelir, günümüzün ünlü bestecileri… Adları John Barry, John Williams, Jerry Goldsmith, James Horner, George Fenton, Thomas Newman, Randy Newman, Randy Edelman, Mark Isham, vs. olan sayısız besteci, günümüz filmlerine müzik yapıyor. Ayrıca kimi zaman çok ünlü şarkıcı-besteciler de bir şarkıyla filme katılıyorlar. Bunların arasında Bryan Adams’tan Chris Rea’ya, Bono’dan Gavin Friday’e,
Whitney Houston’dan Celine Dion’a kimler yok ki!.. Peki ama eskiyle fark nerde, eski tarz müzik kullanımıyla bugünkü arasındaki ayrım nerde yatıyor? Benim bu yazıyı yazmaya iten iki temel noktada… Bunlardan biri, artık her türde filmin mutlaka bir şarkıyla desteklenmesi düşüncesi. Bu tavır Hollywood’da eskiden de
vardı. Örneğin müziği en son akla getiren bir tür olması gereken western türü de popüler bir şarkıyla desteklenirdi. Hangi sinema meraklısı “Kahraman Şerif”in “High Noon”unu, “Kordura Kahramanları”nın “They Come To Cordura”sını, “Alamo”nun “The Green Leaves Of Summer”ını, “Rio Bravo”nun “Rio Bravo”sunu ya da “İyi, Kötü
ve Çirkin” veya “Batıda Kan Var”daki Morricone klasiklerini hatırlamaz?

Ancak şarkının, bugünkü biçimiyle şarkının sokulmadığı bir tür vardı.
Tarihsel filmler… İşte bugün bu da yapılıyor. Ve kimi zaman günümüzden yüzyıllarca önce geçen ve çok farklı sanat, müzik anlayışlarının ve duyarlılıkların egemen olması gerekn filmlerde, birden bir popüler şarkı çıkıyor. Allahtan filmin tam ortasında değil: o kadarının fazla olacağını Hollywood bile biliyor!.. Ama örneğin “Robin Hood-Hırsızlar Prensi”nin final jenerikleriyle
birlikte Bryan Adams “Everything I Do” şarkısını söylemeye başlıyor.
Tıpkı “Don Juan de Marco”da da “Have You Ever Really Loved A Woman?” diye sorduğu gibi… Ya da, günümüzden bir örnek, “Maskeli Kahraman Zorro”nun finalinde, filmin ana teması üzerine uyarlanmış bir şarkı duyulmaya başlıyor.

Bu olayı gerçekten yadırgıyorum. Çünkü, demiş olduğum gibi, günümüzün Amerikan patentli pop müzik anlayışıyla çok farklı ülke ve dönemlerde geçen bu tarihsel filmlerin duyarlılıklarını aynı potada buluşturma çabası, bana yapay ve zorlama geliyor. Diyelim ki İngiliz tarihinde ve dönem zevkinin “Greensleeves” gibi bir şarkıda yansıdığı bir çağda, birden filmin sonunda da olsa, günümüzden popüler bir ses, popüler olmaya aday bir şarkı… Tuhaf değil mi?

Bir diğer tuhaflık ise karışık sound-track’lerde… Bu da eskiden var olmayan bir şey… Bir yönetmen ya da yapımcı, bir filmi özgün müzik yerine veya özgün müziğin yanısıra, bir dizi şarkı seçip koyuyor. Burda da gerçek anlamda bir kıstas yok. Şarkılar hemen yalnızca tek seçicinin veya seçiciler grubunun zevkini yansıtıyor. Eğer uyuyorsa, belli ölçüde de filmin duyarlılığını. Yine de böyle bir seçim fazlasıyla tartışmaya açık. Ve de sonuç olarak filme zarar veriyor
bence. Çünkü her sahnede farklı bir şarkı, filmin biraz da film-konser niteliği almasıyla sonuçlanıyor. Şarkıyı tanıyayım veya kavrayayım derken, filmin özünü bile gözden kaçırabilirsiniz.

Bunun yapılış nedeni de açık: filmin sound-track’ini de film kadar popüler kılmak ve çok sattırmak… Sound-track’inde birkaç iyi parça varsa, kasedini de alıyorsunuz. Tıpkı benim ve onbinlerce insanın “Mesajınız Var”ı beğenip kasedini almış olmaları gibi… Ama lütfen şu adlara bir bakınız: Louis Armstrong, Jimmy Durante, Bobby Darin, Bobby Day, Harry Nilsson, Roy Orbison, Stevie Wonder, Carole King, Billy Williams, Sinead O’Connor, The Cranberries… Tüm bu
sanatçıların ortak noktası ve birbirleriyle organik bir bağı var mı? Müzikle sinemanın ilişkisi, bence ticaretin ve para kazanma kaygısının ağır bastığı bir yolda ilerliyor. Çok sağlıklı bir ilerleme değil bu… Filme bir eldiven gibi uymuş, filme arka çıkan, destek olan, kendini ön plana çıkarmaksızın onu yücelten bir müzik anlayışı yerine, tümüyle ön plana çıkan ve adeta filmi bir konserin
görselleştirilmesi gibi anlayan bir tavır var. Ki bizdeki en görkemli örneği, Erden Kıral’ın “Avcı”sıydı.

Ya da, yukarda yazdığım gibi, filmi birbirleriyle ilişkisi şüpheli, ayrıca filmin o anki veya genel duyarlılığıyla bağlantısı da tartışılmalı, eski-yeni çeşitli parçalarla döşeyen ve böylece bir tür hafif müzik konseri haline getiren bir anlayış. Ki örneğin Nora Ephron’un tüm filmleri böyle…

Doğrusu, böyle filmlerin sound-track’ini hepimiz alıyor ve kimi eski-yeni unuttuğumuz veya hiç tanımadığımız parçaları zevkle keşfediyoruz. Ama arabamızın teybinde dinlerken aldığımız zevki sinema salonunda aldığımız kuşkulu olduğu gibi, alsak bile bunun sonuç olarak filmin lehine olup olmadığı tartışılabilir. Kendi adına, bu tarz “karışık” sound-track’leri sinema sanatına katkısı olmayan
yanlış bir uygulama olarak görüyorum ve bu girişin gelecekte daha da
abartılacağından kaygı duyuyorum.

Netten Alıntı..

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.