Dolar 34,2678
Euro 37,3496
Altın 2.910,38
BİST 8.699,19
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 29 °C
Parçalı Bulutlu

Evrensel Şair-Yazar Ali Yüce | Güler Kalem

03.05.2019
1.657
A+
A-
Evrensel Şair-Yazar Ali Yüce | Güler Kalem


Yerel olunmadan evrensel olunur mu? Bu sorunun yanıtı Ali Yüce’de gizlidir. Hatay Yayladağı Hisarcık Köyü’nden doğup, Batı’nın orta yeri İtalya Palermo’da Altın Madalya Şiir ödülü ile taçlandırılıyorsa, o şair, yerelliği, evrenselliğin içinde önemli bir yere oturtmuş demektir. Bu değeri sağlayansa Ali Yüce’nin deyişiyle” şairin şiiri evrensel bir kaşıntı” bilmesidir. Yürekteki kaşıntı, evrenselliğin ilk belirtisi “ insan sevgisidir.”

Şiirini Karacaoğlan, Yunus Emre, Ruhi Su, Nazım Hikmet, Pir Sultan Abdal’dan tut da Şili‘li şair Pablo Neruda‘ya taşıyarak bir denize dönüştürmeye çalışır. Yerelden evrensele ulaşmanın yolu da bu değil midir? Şiiri şiire, damarı damara bağlamak… Bu damarın bir ucunda halkın dili, diğer ucunda da dünya halklarının dili vardır. Onları birbirine bağlayan ise; Ali Yüce’nin sımsıcak yüreğidir.

Sadece şiirleri mi? Onun çocuk edebiyatına da eğilmesi, topluma ulaşmak için romanı da bir araç olarak görmesi de bu bilincin yansımasıdır.

Ali Yüce önce bir şairdir tabi. Şiirin eksenini “toplumcu gerçekçilik” oluşturur. Yaşamı boyunca, Anadolu insanının acılarını, sevinçlerini, umut ve özlemlerini, sömürülüşünü, ezilmişliğini, özgürlük ve mutluluğa susamışlığını, çağdaş bir aydına yakışır biçimde dile getirmiştir. Ve doğal olarak, bunun faturasını çilenin her türlüsünü çekerek ödemiştir. Onun şiirlerinde çalışmak, emek,  emeğini alın teriyle kazanan, üreten, yaratan halk en yüksek yere oturur. Toplumsal gerçekliği anlatırken, slogan edebiyatın kuruluğundan sakınır. Gerçekleri şiir mahzeninde mayalandırarak verir. Yoğun bir insan sevgisiyle, günlük küçük hesapların çok uzağında kalarak şiirini damıtarak ortaya çıkarır.

Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde modern anlamda yergi şiirleri yazması, köy enstitülü şair yazar kuşağında ise özgün bir yere sahip olması onu diğer şair yazarlardan ayırır.  Taşlama /yergi şiirlerinde Metin Eloğlu, Can Yücel gibi şairleri yakından izlemekle birlikte, etkilendiği kısmı kendince özgün bir üslupla harmanlayarak Ali Yüce şiirini yazmıştır.

Bağnaz bir toplum içinde dünyaya gelmiş, 18 yaşına kadar çobanlık, ırgatlık yapmış, dini eğitim görerek molla olmuştur. Anca ileriki yaşlarında, kendini böyle bir ortamda yuvarlanıp gidecek biri olarak görmediği için, kaçarak Düziçi Köy Enstitüsü’ne kaydolmuş, bundan sonraki yaşamında kendi çizdiği rotasına göre ilerlemeye karar vermiştir.

Köylünün nazarında köy enstitüsüne kaçıp gavurlaşan Molla Ali, bir İngilizce öğretmeni, toplumcu Atatürkçü yazar olarak, insanın azmettiği takdirde içinde bulunduğu bataklıktan kurtularak aydınlığa kavuşabileceğini kanıtlamıştır.

Şiirlerinde şaşırtıcı buluşlar yapan ve kendine özgü imgelerle donanmış şiirler yazan Antakya Çarşı’larında doğup büyüdüğü coğrafyaya vefa borcunu ödemiştir. Kitapta Seferberlik Türküleri başlığı altında ise toplumdaki tabakalaşmaya, sınıflar arası uçurumlara gönderme yapar. Sosyalist motiflerle şiirini bir nakış gibi işler.

Antakya Çarşılarında;

bağları bahçeleri iç içe/ öpe öpe dağları tepeleri/geçtim Antakya ovasından/giyinip kuşandı bozkırlar/ renkler kokular sürünüp/ türkülerle ezgilere/ Akdeniz’ gelin geldi.

Ali Yüce, iyi bildiği toprağının insanını, yörenin doğasıyla iç içe vermeye çalışır. Aşkın, sevdanın, Akdeniz’in büyüsü ; bir genç kız yürüyüşüyle bütünleşir.

Antakya’ya giderken/ basma fistanlı bir kız gördüm/ eteği yerleri süpürür/ saçları hem kara hem uzun/ Asi Irmağıyla birleşip/Akdeniz’e dökülür/ Gemiciler aklınızda olsun.”

Ali Yüce basma fistanlı kara saçlı kızı anlatırken o coğrafyanın özgün şairi Karacaoğlan’ın sesini de bırakır yanı başımıza. Bereketli toprakların, uçsuz bucaksız ovaların, buğday ve pamuk tarlalarının, beyaz bulutların göz izini taşıyan Asi ırmağıyla genç kızın sarmaş dolaş güzelliğidir bizi peşinden sürükleyen.

Bu güzelliğin ayakta durduğu yer Akdeniz’dir. Şair Akdeniz’e ulaşan bu güzelliğin yitip gitmemesi için gemicilere haber salmaktadır.

Ali Yüce yaman bir Antakya sevdalısıdır. Toprağıyla, insanıyla, yetiştiği değerlere ait coğrafyanın yanık buğday rengini taşır. Kıraçlarında geçen çobanlığında, hiç kuşkusuz, gece yıldızlarla, gündüz güneşle konuşmuştur. Yılanları, kelebekleri, kuş yumurtalarını iyi tanır. Leyleklere el sallamıştır.

“su da susadı/ ateşten testilerde/ kekik nane kırmızıbiber/hasır kilim nakış oya/sevda dediğiniz bu mu?/gözlerimi bağlasalar bilirim/ Antakya’da olduğumu.”

Kekikten naneden kırmızıbibere kentin kokusunu solur. Kentin kokusu insana çocukluk günlerinde siner. Bütün bir ömür nereye gitse koku onunla birlikte gezinir.

Ali Yüce şiirlerinde sözü dolandırmadan, yalın ve içten bir söylem bırakır. Hangi kesimde olursa olsun, tanıdığı her kişi kendisine aynı yakınlıktadır. Onun “ Mürselekli Kadınlar” adlı şiirini besteleyen Ruhi Su, nazarında bir dede’dir. Öykücü Oktay Akbal, baba yarısı bir amca’dır Ali Yüce için.

Antakya Çarşısı adlı şiir kitabında Uzun Çarşıyı halkla bütünleştirmiştir. Buradan alışveriş yaptığınızda bir kentin geçmişine yolculuk edersiniz. Bu çarşıda alışveriş edeceklere bir adres gösterir. O adreste kırmızıbiber hevenkleri altında bakır, mangal, teneke, ibrik satan “Ucuzcu Hacı Emin Efendi”nin aranmasını ister. Ardından da “gideceksin kendisine” anlamında bir dize ekler şiirine: “doğru gidicin kenne.”

Ali Yüce yerel dile yaslandığı halkın bütünüyle simgelendiği bir çarşının kalabalığına karışır. ”beni dinliyo mun?, “bak ne deyicin kenne?, “nere gidon?”gibi yerel motiflerle şiirini halkla buluşturur.

Toplumun acılarına, sürgünlere, yapılan haksızlıklara da vurgu yapmasını ihmal etmez, Yüce.

“Asarcık köprüsünden/ bir kız geçer/ yaprak dökülen yaşta/ekin biçilen boyda/ dili ağzına sıkışık/ Antakya köprüsünden/ bir kız geçer/ kuşlar uçan yaşta/ sular akan boyda/ gülmesi yüzüne sıkışık(…)

Antakya köprüsünden/ bir kadın geçer/ bir bacağı altın/ bir bacağı kalay/ ayakları tarihe sıkışık/

Tarihsel ve toplumsal olayları sosyalizm duyarlılığıyla sunan, yerelden evrensele damıtılan şiirler yazan Antakya’nın köklü çınarlarındandır Ali Yüce.

Fransız şair Paul Valery, şiirle düzyazı arasındaki farkı yürümekle dans etmeye benzetir. Şiirde neyin söylendiğinden çok nasıl söylendiği önemlidir. Oysa Ali Yüce, ne’yi önemsediğini, ama kurduğu dilin özgünlüğüne ve söyleyiş zenginliğine baktığımızda nasıl’ı da önemsediğini fark ederiz. Toplumcu gerçekçi sanat anlayışının bir gereği olarak, ele aldığı konular, doğadan, toplumdan ve nesnel gerçeklikten kopuk değildir. Şiirini akılda kalıcı söz dizimiyle kursa da kesinlikle kolaycılığa ve slogancılığa düşmez. Divan şiiri dışında diğer bütün geleneklerden faydalansa da kökü bu topraklarda, ama gölgesini, çiçeğini, kokusunu ve meyvesini tüm dünyayla paylaşan bir ağaç gibidir.

Ali Yüce’nin en temel izleklerinden birisi doğduğu topraklardır. Bu toprakların doğasını, insanını, sokaklarını, kültürünü anlatmak boynunun borcu gibidir. Kökünü saldığı bu topraklar; sırayla Hisarcık Köyü- Antakya- Akdeniz ve Anadolu’dur.

Ali Yüce şiirinin bir diğer özelliği emek-sermaye ilişkisidir. Bu çelişkinin gerek yerel(feodalite) gerek küresel ( emperyalizm) yansımalarına ilişkin şiirleri büyük bir toplam oluşturur. Sömürüyü, yoksulluğu, kirli siyaseti, savaşları, barışı, evrensel kardeşliği ve sözde uygarlığı bu bağlamda düşünmemiz gerekir.

“Ortadoğulu kadın” şiiriyle emperyalizmin ipliğini pazara çıkarıyor.

“Sırtımda kurşun/ karnımda çocuk ölüleri/ mendilim gözyaşı/ gömleğim kan/ bu mu yarattığın uygarlık/ ey insan!”

Bir başka şiirinde burjuva demokrasisinin halklara layık gördüğü özgürlüğün gerçek yüzünü açığa çıkarıyor.

“gözlerini oyduktan sonra/kanatlarını kırdıktan sonra/ hadi uç bakalım demişler/ kopardıktan sonra dilini/ ötmesine izin vermişler.”

Ali Yüce şiirinin bir diğer özelliği ise hem imge olarak hem de konu olarak “çocuk” temi şiirlerine girmiştir.

Savaşın önüne/renkli masal taşlarından/duvar örüyor çocuklar/ah bu çocuklar…

Ekmeğin küf senin/ Ortadoğulu çocuk/suyun sası/ denizine işemiş / sömürgeci donanması/adına bilim demiş/ anladın mı güzel çocuk/ sen doğmadan bin yıl önce/ azığını kimler yemiş/ öğrenmeden gitme sakın/ barbarlığın adı neymiş?/

Toplumsal sorunlar ve gündelik hayatta karşılaştığı eşitsizliğin giderilmesine yönelik çabalar yazılarının temel izleğidir. Taşlamaya ve yergiye başvurmasında adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı çıkışının izleri görünür. Toplumcu şiirleriyle tanınır Ali Yüce.

İlk şiirlerinde İkinci Yeni’ye başarısız öykünmeler görülür. Özellikle Edip Cansever etkisindeki bu şiirde, benzeşme, niteleme, tamlama bolluğu, aşırı soyutlamalar ve dil oyunları, aşırı konuşkanlık etkin. Olgunluk döneminde Can Yücel ve Metin Eloğlu’nun izlerini görürüz.

Ali Yüce için Antakya aşk’ tır. Antakya sevdalısı değil, karasevdalısıdır.

”gözlerimi bağlasalar bilirim/ Antakya’da olduğumu” derken Antakya’ya olan sevgisini  sokaklarıyla, çarşısıyla Ali Yüce şiirini tanıyanlar bilir.

Her ne kadar içimizden dilimizden ve ruhumuzu yansıtan bir şair olsa da Ali Yüce özünde evrensel bir şairdir. Sunumu ustamızın evrensel kardeşliği anlatan bir şiiriyle noktalamak istiyorum.

EVRENSEL KARDEŞ

                                          Ali Yüce

Tarar saçlarını

Örer anam

Bütün çocukların

Anası anam

 Kucaklar babam

Şu koca dünyayı

Bütün çocukların

Babası babam

Çarpar yüreğim

Bütün göğüslerde

En uzak ülkenin

Komşusuyum ben

Haydi artık

Doğsun güneş

Batsın karanlık

Bütün çocukların Kardeşiyim ben

Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.   http://yaziatolyesi.com/   Editör: Hatice Elveren Peköz   Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com   GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.