ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Efsanelere Meylimiz | Fevzi Durmuş

22.12.2020
13.255
A+
A-
Efsanelere Meylimiz | Fevzi Durmuş

Efsane veya söylence; bir olayı ya da kişileri olağanüstüleştirerek, gerçekte olmuş gibi yıllarca kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerdir diye tarif edebiliriz. Efsanelerde anlatılan kişiler veya olaylar yaşamın gerçeklerini içerdiği gibi bazen de kurgu veya gerçeküstü olabilirler. Fakat çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanırlar. Bu bakımdan efsaneler, geçtiği yörenin binlerce yıl önceki yaşam tarzını ve uygarlığını içerdiği için sonraki kuşaklara aktarılan birer kültürel mirastırlar aynı zamanda.

Tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bize özgü sayısız efsanelerimiz vardır. Bunlardan hemen akla gelenler; Truva Atı, Urfa Balıklı Göl, Yedi Uyurlar, Şahmeran, İstanbul Kız Kulesi, Anı Harabeleri, İda Dağı, Olimpos, Ağrı Dağı, Beş Parmak Dağları, Tahir İle Zühre, Ferhat İle Şirin ve Leyla İle Mecnun gibi birçok efsanelerimiz vardır.

Yukarıda efsaneyi açıklarken gerçeküstü olay ve kahramanlarının gerçek öyküleridir diye söz etmiştik. Ancak insanoğlu, bilmediği veya anlayamadığı olayları da kurgulamış ve efsaneleştirmiştir. Örnek olarak gök gürlemesinin; gökteki içi su dolu büyük toprak küplerin rüzgârın esmesiyle devrilmelerinden ileri gelen gürültü olduğu, yağmurun da boşalan küp sularının yeryüzüne aktığı, çakan şimşeklerin de küplerin birbirine çarpmasıyla çıkan kıvılcımlar olduğuna inanılmıştır. Depremlerin de; öküz boynuzları üzerinde duran Dünya’nın, öküzün başını sallaması ile ileri geldiğine inanılırdı. Ayrıca Ay veya Güneş tutulmalarında ise şer güçlerin çevrelerini sarmaları ile karardıklarını sanılır ve o tarafa ateş ederek şer güçleri kovduklarına inanırlardı. Zamanla araştırmalar ve teknolojinin ilerlemesi ile bu efsanelerin boş birer kurgu olduğu anlaşılmıştır. Konuya daha bir açıklık getirmek için tanınmış birkaç efsanemizi özetledikten sonra köyümdeki bazı kurgulanmış efsanelerin nasıl yıkıldığına geçmek istiyorum.

1-. Ağrı Dağı Efsanesi

R-1- Efsaneye konu olan Ağrı Dağları

Biri küçük, diğeri büyük iki kız kardeş, hanım hanımcık gül gibi geçinip gidecekleri yerde; devamlı saç saça baş başa dövüşür, dövüşmedikleri zamanda da ağız dalaşı yaparlarmış. Aylar, yıllar kavga, dövüşle geçmiş. El ağrısı geçer ama dil ağrısı geçmezmiş. Gönül sırçası çatlamıştır artık tamir edilemez. Nihayet bir gün birlikte, odun toplamağa gitmişler. Yolda kız kardeşler birbirlerine söylemediklerini bırakmamışlar. Odunlar toplanmış yola çıkacaklar, çeneler yine kapanmamış. Demetleri sırtlanmışlar, hala ağız dalaşı devam etmekte.

Küçük olan kız “Belim ağrıdı” diye söylenmiş.

Büyük kız da “Gözün ağrısın” diye söylenince açmış ağzını, yummuş gözünü. Küçük kızın sabırcığı tükenmiş, yürekten bir ah çekerek başlamış bedduaya:

– Senin gibi ablam olacağına olmaz olsun. Dağ olasın, taş olasın, uzun uzun kışların olsun. Belimdeki ağrı senin adın, seller ile yağmurlar muradın olsun

Ablası durur mu? O da bırakmış odun demetini yere, başlamış veriştirmeye;

– Senin gibi bir kardeşim olacağına taş olsun. Eteklerin bayır, saçların çayır olsun. Başın dilin kadar sivri, yamaçların boynun gibi eğri, adın ise benim gibi Ağrı olsun.

Kız kardeşler bu şekilde çekişmeye devam ederken bir gürültü kopmuş ve ortalığı toz duman kaplamış. Biraz sonra ormanda, iki yüce dağ yükselmiş. Biri Küçük Ağrı, diğeri Büyük Ağrı.

İki geçimsiz kız kardeş, çetin, hırçın iki dağ. El yarası geçer ama dil yarası geçmez. Bazen dil yarasının ağrısı böyle taşlaşır, koca bir dağ olur.

Efsane. Net’ten Alıntı

2-Şahmeran ve Lokman Hekim Efsanesi

Vaktiyle Tarsus yakınlarındaki binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından yakalanıp padişahları Şahmeran’a götürülür. Adam Şahmeran’a kendisini öldürmemesi için yalvarır. Şahmeran adama canını bağışlayacağını, ancak kendisini burada konuk edeceğini söyler. Şahmeran, yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istemez. Şahmeran adama çok iyi davranır. Adamın bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları karşılanır. Adam günlerinin büyük bölümünü Şahmeran ile sohbet ederek geçirir.

R-2-Şahmeran

Ne kadar rahat da olsa gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran’dan izin ister. Şahmeran, adamın kendisine güvendiğini ifade ederek yerini kimseye söylememesini tembih eder. Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerektiğini de ikaz eder. Yeryüzüne normal hayatına dönen adam, sözüne sadık kalır ve Şahmeran’ı gördüğünü hiç kimseye söylemez.

Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi için bütün ülke seferber edilmiştir. Kızın iyileşmesini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evlenip oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak bu hastalığa çare bulmalarını ister. Büyücülerden birisi Şahmeran’ın bulunup öldürülmesi ve vücudundan alınacak bazı parçaların kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran’ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler.

Vezir ülkedeki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak Şahmeran’ı gören kişiyi bulur. Adama baskı kurar, adam yerini söylemez. Adamın ailesini esir alır. Adam Şahmeran’ı kendisinin öldüreceğini vaat ederek mağaraya gider. Şahmeran’a bütün gerçekleri anlattıktan sonra ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: “Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum” diyerek kendisini öldürmesini ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa dünyadaki bütün yılanlar insanlardan öç almaya kalkacaklardır. Şahmeran sözlerine devamla “Kuyruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövdemin suyunu kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. Kafamın suyunu kaynat ve iç ki Lokman Hekim olasın” diye sözünü tamamlar. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler. Şahmeran yılanlara adamın misafiri olarak gideceğini çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini merak etmemelerini söyler ve birlikte yeryüzüne çıkarlar.

Adam Şahmeran’ı öldürüp dediklerini yapar. Vezir ölür. Kız iyileşir ve kendisi de Lokman Hekim olur.

Sayın Refiye Şenesen’den alıntı.

3-Olimpos Efsanesi

R-3-Yanartaş-Çıralıda efsanelere konu olan alevlerin çıktığı yer.

Antalya’nın Kemer ilçesi sınırları içinde olan Olimpos ve Yanartaş Tepelerinin ilginç bir öyküsü vardır. Bu öykü Olympos için ilgi çekici ve Olympos’un yanartaşlarının sırlarını ortaya koymaktadır. Rivayete göre geçmişte av partisinde olan Argos Kralının oğlu; yanlışlıkla kardeşini öldürünce babası, bulunduğu yerden başka bir diyara sürgün eder. Daha sonraları Bellerophontes Ege Denizini aşarak Anadolu’ya ulaşır.

Burada yaşamaya başlayan Bellerophontes, o yöre kralının hizmetkârlığını yapmaya başlar. Kralın karısı Bellerophontes’tan etkilenerek ona sahip olmak ister, fakat Bellerophontes onurlu birisi olduğundan karşı çıkar. Bunun üzerine kraliçe krala giderek Bellerophontes hakkında iftirada bulunur.

Kral hizmetkârını öldürmek yerine; mektubu getiren bu gencin öldürülmesini isteyen bir mektup yazar ve bunun kayınpederine ulaştırmasını Bellerophontes’dan ister. Mektubu yerine ulaştıran Bellerophontes öldürülmek yerine ona çok zor olan bir görev verilir. Tahtalıdağ’da yaşayan başı arslana, ortası keçiye ve arkası da yılana benzeyen ve ağzından alev püskürten bu ejderhanın başını getirmesini ister Bellerophontes’dan. Bellerophontes bu görevi alır ve yola koyulur. Yolda kanatlı bir at görüp yakalar ve ejderhanın yaşadığı yere doğru uçar.

Ejderhanın yaşadığı yere ulaşan Bellerophontes dağın zirvesinde ejderhayı takip etmeye başlar. Silahlarını hazırlar ve ejderha ile savaşa başlar. Yayından çıkan ucu kurşunlu okları ejderhanın ağzından sokmayı başarır. Ejderha kısa bir sürede ölür, fakat ağzından çıkan alevler çıkmaya devam eder. Ejderhanın ölümünden sonra bile bulunduğu yerden alevler yanmaya devam ederler. Yanartaş Çıralıda halen yanmakta olan alevler, o yaratıktan çıkan alevler olduğu rivayet edile gelir.

Yaşam rehberinden Alıntı

4-Beşparmak Dağları Efsanesi

R-4-KKTC kuzeyinde sıra dağların en yüksek tepesi olan efsanevi Beşparmak Dağları

Beşparmak Dağları Kıbrıs’ın kuzey şeridini kontrol ettiği ve Kıbrıs Barış Harekâtımızda önemli yeri olmasından dolayı bir efsanede KKTC’den. Yöre halkı arasındaki yaygın efsaneye göre; güzel bir kızı seven bir kötü huylu, diğeri iyi kalplı iki gencin bir bataklıkta vuruşurken kötü huylu genç, iyi kalpli genci kural dışı yaralar. Bunun üzerine iyi huylu genç de kendini yaralayan genci bataklıkta öldürür. Ancak iyi kalpli olan da kan kaybından bataklıkta hayatını kaybederken de bir eli bataklığın üzerinde dik olarak kalır. O anda bataklık yükselerek iyi huylu gencin eli tepeler haline gelir. Bu bakımdan bu dağlara Beşparmak Dağları ismi verilmiştir.

5-Köyümdeki Bazı Efsanelerin İfnası.

Efsaneler her yörede olduğu gibi Ardanuç yöresinde de halk arasında çok yaygındır. Bunlardan İlk akla gelenler; Ardından Uçtu, Ferhat ile Şirin, Camandar, Kürdevan Yatırı, Gelin Kayası, Ballı Kaya, Gökteki Yağmur Küpleri ve Taşlaşan Gelinler Efsaneleridir. Son iki efsane Ardanuç-Yolağzı Köyümde 1953 yılına kadar çok tanınan ve önem verilen efsanelerdi. Ancak bu iki efsane, okulumuzda göreve başlayan merhum Hasan Tekin’in öğretmenimizin bizleri bilgilendirmesiyle ifna/yok oldular. Şöyle ki:

İlkokul 3.sınıfta bizleri okutmaya başlayan öğretmenimiz bir gün derste yağmurun nasıl yağdığını anlatırken aynı sınıfı paylaştığımız 4.sınıftaki Selver Dinçer söz alarak Gökteki Yağmur Küpleri Efsanesini anlattı. Sonra da “kafamız karıştı” diyerek yerine oturdu. Öğretmenimiz efsaneyi dinlerken gülümsüyor ve pencereden dışarı bakıyordu. Arkadaşımız sözünü bitirince öğretmenimiz, “Sessizce okul bahçesine çıkalım” dedi. İlkbahar gelmiş beyaz örtü tarla, çayır ve otlaklardan yer, yer çekilmeye başlamıştı, Doğa alaca bir görünüme bürünmüş ve tepemizdeki güneş her tarafı ısıtmaya başlamıştı. Aynı salondaki 3. Ve 4. Sınıflar bahçede toplanınca öğretmenimiz Nasudev Tarlalarını göstererek:

-Şu karşıdaki tarlaların üzerinden havaya bir şeyler yükseliyor. Onun ne olduğunu bilen var mı? Diye bizlere sordu. Kimimiz duman, kimimiz bulut, kimimiz de buhar dedik. Buhar diyenler bir “Aferin” aldıktan sonra öğretmenimiz devamla:

-İşte bu buharlar yukarılarda birleşir ve yağmur bulutlarını meydana getirirler. Gökteki soğuk alanlara çıkınca yoğuşur ve su damlaları haline gelerek yere düşerler. Eğer geçtikleri ortam ılıksa yağmur, soğuk ise kar olarak yağarlar. Öğretmenimiz konuyu birkaç sefer tekrar etmesine rağmen yine anlamayanlar olmuştu. Bu sefer de içinde su kaynayan bir tencere kapağında biriken ve yere düşen su damlalarını da örnek vererek konuyu anlaşılır hale getirdi. Gök gürültüsü ve şimşek olayını ise daha sonraki sınıflarda anlayabileceğimizi söyleyerek köyümüzdeki bu “Gökteki Yağmur Küpleri” efsanesine son vermiş oldu.

Köyümüzde diğer bir efsane de Korh Otlağında bulunan yer altı mağarasındaki “Taşlaşmış Gelinler” efsanesiydi. Bu efsaneye göre düşman askerleri köyü koruyan tüm erkekleri şehit ettikten sonra mağaraya doğru gitmeye başlamışlar. Durumu gören mağarada gizlenen kadın ve çocuklar da düşmana esir olacağına taşlaşmayı tercih etmişler ve hep birlikte kendilerini taşlaştırması için Allah’a yalvarıp yakarmaya başlamışlar. Allah bu günahsız kullarının isteğini kabul etmiş ve oldukları yerde hepsi taş kesilmişler.

R-R-5- Vezüv Yanardağı külleri insanları taşlaştırmıştır.

Taş kesilme olayı birçok efsanede vardır. Efsanelerdekilere şüphe ile bakılsa bile gerçek taş kesilme olayı da olmuştur. İtalya’da Vezuv Yanardağının aniden patlaması ile külleri yanında bulunan Pompei şehrinin insanlarını gerçekten taş haline getirmiştir. Halen müzelerinde teşhir edilmektedirler. Bu ara bilgiden sonra konumuza devam edelim.

Büyüklerimiz. “Gelinler” diye ad verdikleri bu yerin sık sık ziyaret edilip ruhlarına bir Fatiha okumanın çok sevap ve fayda getireceğini gençlere önerirlerdi. Ben de arkadaşlar ile birkaç defa ziyaret etmiş, sıra sıra dizilmiş insan boyunu geçmeyen irili ufaklı konik şeklindeki taşların karşısında geçip “Gelinlerin” ruhlarına Fatiha okumuştum. Bu ilginç yeri öğretmenimize de göstermek istiyorduk. Okulumuzun bitişik odasında 1.sınıfları okutmakta olan eğitmenimiz merhum Gülpaşa Özkan hocamız ve biz öğrencileri öğretmenimize bu efsaneyi defalarca anlatarak bilgi küpü hocamızın da burasını ziyaret etmesi için ikna ettik.

R-6-Ardanuç-Yolağzı köyüm mağarasında bulunan bir “Gelinin”/ dikitin yıllar sonra defineciler tarafında kafası koparılmış hali.

Okulumuzun kapanmasına az bir zaman kala Öğretmen ve Eğitmenimiz yönetiminde gönüllü sınıf arkadaşlarımızla bir açık havada mağaraya doğru gitmeye başladık. Eğitmenin elinde bir gemici feneri bizlerin elinde de çıralar vardı. Biz çocuklar mağaranın dar ve meyilli girişinden rahatça geçmemize rağmen öğretmenimiz, eğitmenimiz yardımı ile zorlanarak geçebildi. Girişte sol tarafta duvarda insanlar tarafından çizildiği anlaşılan bazı çizgi ve şekiller gördük. Öğretmenimiz bunları merak edince Eğitmenimiz “Seferberlikte köyün bir kısım halkı burada gizlenmiş, onlar tarafından çizilmiş olmalı” deyince fener ve çıraların ışığı ile “Gelinlere” doğru ilerledik. Öncü arkadaşlar gelinleri gösterince orada toplanmaya başladık. Hepimiz öğretmenimizin yorumunun merakı içindeydik. Öğretmen üzgün bir şekilde:

-Çocuklar bunlar mağara tavanından akan küherçile/taş suyunun meydana getirdiği dikili taşlardır. Adına da “Dikit” denir. Tavanlarda asılı duran şunlara da “Sarkıt” denir. Taşlaşma durumuna inanmamış, belki de heykeldirler diye merak etmiştim. Ama hiç ilgisi yok. Diyerek sözünü tamamladı. Ancak öğretmen bunları söylerken bazı arkadaşlar ellerini kaldırmış hala Fatiha okumaya devam ediyorlardı.

Yakacık15.12. 2017

Fevzi Durmuş
Fevzi Durmuş
FEVZİ DURMUŞ, Kimdir? Ardanuç-Yolağzı Köyünde 1940 yılında doğdu. İlkokulu 4.sınıfı köyünde tamamladıktan sonra ailece Beykoz'a taşındılar. Orada ilkokulu bitirdikten sonra Parasız Yatılı Sınavını kazanarak Haydarpaşa Lisesi'nde okumaya başladı.1962 yılında bu liseyi bitirince İTÜ-Makine Fakültesine girdi ve bursu alarak buradan da 1968 yılında mezun oldu. Burslu olduğu MKEK-Silah Tüfek Fabrikasında girerek G3 ve MG3 silahlarının ilk üretiminde, askerlik görevinden sonra da Seydişehir Alüminyum Tesislerinin kuruluşunda çalışarak ilk Türk alümina ve alüminyumunu üreten mühendislerden biri oldu. Daha sonra kardeşi ve eniştesi ile Ümraniye-Alemdar'da Soğuk Demir Çekme Fabrikasını kurdu. Bu sıralarda Ümraniye - Artvinliler Derneği ve bazı kooperatiflerin kurulmasında ve yönetilmesinde görev aldı. 1999 yılında iş yerini kiraya vererek emekli oldu. Emeklilik döneminde arkadaşlarının ısrarı ile yazı yazmaya başladı. Bilhassa Artvin Valiliği'nin açtığı bir yarışmada 3. ödülü kazanınca yazma isteği daha da arttı ve emeklilik döneminde aşağıdaki kitapları yayınladı ve yayınlama aşamasına getirdi. Evli olan Fevzi Durmuş bir kız, üç çocuk babası ve biri kız üç torun dedesidir. Yazı ve araştırmalarının yanında arkadaşları ile yurt gezilerine çıkmakta ve doğum yerini de her sene ziyaret etmektedir. Yayınlanmış Kitapları: 1-Orda Bir Köy Anıları 2-Orda Bir Köy Ardanuç-Yolağzı 3-Bir Mühendisin İzdüşümü (2 cilt) 4-Artvin Fıkraları 5-Şehre İnen Udmilerin Uyumu B-Yayıma Hazır olanlar: 1-Orda Bir Köy Anıları-2.Cilt 2-Damla, Damla Damlarlar(Şiirler)
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.