Edebiyatının Konusu Hayattır | İhsan Kutlu
Bilim sebep – sonuç temelinde gerçeği deneyler, ispatlar ve yasalarını belirler. 2 kere 2 her zaman dörttür. Bilim İnsansızdır. Soyutlmaya dayanır.
Edebiyatının konusu ise Hayattır. Gerçeği görünür kılmaya çalışırken, Gerçeğin birçok açıdan görüntülerini İNSAN (yazar da olabilir) ın gözüyle, zekası ve duygularıyla anlatır. Geçmişi anlatırken aslında BUGÜNE ait söz de söyle ve geleceğe ait normal insanların o an farkedemediği doğruları dile getirir.
Bence Son 150 yılın 30 -40 yılının İstanbul’unu anlatan ÜÇ İSTANBUL romanı mutlaka her Romanseverler tarafından okunmalıdır. Çünkü Gericilik çağdaşlığa karşı burada savaş yürütüyor. ‘Keşke Yunan Galip Gelseydi’nin torunlarıdır bunlar.
Ben DUVARLAR YIKILIRKEN romanımda ÜÇ İSTANBUL romanından aldığım bir PARAGRAFI o ana (2004 yılı olsa gerek) nasıl güncellediğimi sunuyorum. Son 20 -30 yılın en kısa ve en ÖZLÜ anlatımı budur. Bu romanı doğru anlasaydı toplum, bugünden daha farklı bir yerde olabilirdik.Romanı 1993 yılında yazdım, 1995 yılında yayınladım ( baskı yanlışlıkları vardı, toplattırıp fırına gönderttim, ama sonradan ikinci el diye satıldığını gördüm. Ülkemizin çürümüşlüğüne yordum. En son geçen yıl düzenleyip tam olarak yayınladım.) elbette hala adını anan olmadı. Edebiyat Tarihine kayıt düşsün diye yazıyorum.
Burada bir gerçeği daha bildireyim.12 Eylül 1980 Darbesi yalnız toplumun en dinamik ve duyarlı, zeki insanlarını ezmekle kalmadı; aynı zamanda REJİMİN adım adım değiştirilmesinin de temelini attı. Yurtiçinde zorbalıkla dinamik, duyarlı kesimleri ezdi ve susturdu; Yurtdışına gidenlerin önemli bir bölümünü ise AVRUPA yozlaştırdı.
Özal ve SONRASI Liberallik adıyla sözde SOLCU – İLERİCİ bazı aydınların nasıl savrulduklarını, Yerli Taliban sözcülüğünü ve şakşaakçılığı yaptığını ibretle seyrettik. Sonra tepeden – Tırnağa tüm toplumun BİAT, İTAAT ehline döndürüldüğünü yaşıyoruz. (Uayancaklar mı bakalım. Çünkü bu kadar yozlaşma TARİH bilen bir insanı bile dehşete düşürüyor.)
Tüm bu nitelikteki sözde Aydınların egemenlik kurduğu bir ülkede üzerime düşeni kalemimle yapmaya çalışıyorum; Kitabımı yayınlayacak ve bana destek olacak Bir tek YAYINEVİ bile bulamadım ülkemde. 30 yıldır kendi olanağımla yayınladığım kitaplarımın tekinin bile ADINI anan olmadı. KİTAP EKİ yayınlayan sözde sol – liberal – cumhuriyetçi gazetelerde bile bir eleştiri yazısı çıkmadı. DÜZEY ve ÇIKAR, Para konusu diyorum.
Sözün kısası. Hep birlikte bu REJİME giden yolun taşlarını böyle dizdiler ve dizenleri ise bu yazı ele veriyor.
Toplumun en sağlam yanı SOL’daydı. Kalbimizin olduğu tarafta. Buradaki bireycilik, kıskançlık, haset ,çelme takma, ahbap – çavuş ilişkisi ve DAYANIŞMA ruhunun yokluğu toplumun en büyük kaybıdır. DÖNEK ve SATILIKLARA gelince… Böyleleri ister – istemez sahiplerinin kapı bekçisi oluyor. Denemek isterseniz; Sahibine bir laf söyleyin, yanıtı hemen havlama sesiyle bir başka yerden gelir.
Lafı uzattım, özür dilerim.
DUVARLAR YIKILIRKEN Romanından alıntıdır;
Mithat Cemal Kuntay’ın yüz yıl öncesini anlatan Üç İstanbul romanınındın bir alıntı geldi aklına ve Metin erinmeden Fethi Naci’nin eleştiri kitabını bulup o yazıyı yeniden okudu:
“Bence,” dedi Metin,” edebiyatın, romanın gücü burada! Edebiyat işte budur.”
Şunları yazmıştı Kuntay:
“İstanbul’da üç şapka vardır. Çamlıca tepesinden evvel bu üçşapka görünür. Rejide’ki Ramber’in, düyunu umumiyeci Berje’nin, şimendiferci Hügnen’in kafasında duran üç serpuş! Bu üç şapka, bu üç kafadan bazen kaldırma iner, bazen bulutlara fırlar; şimdi iki elde bir topaç olur, döner. Şimdi iki çatık kaş üstünde umacı olur, durur. Osmanlı İmparatorluğu denen uşak odasını bu üç şapka idare eder.”
Yüz yıl sonra, bu üç şapkanın ve Türkiye Cumhuriyeti denilen…. odanın ne hale geldiğini düşünen, ve zaten bu amaçla yazıyı arayıp bulan Metin, önündeki kağıda şu notu düştü:
“Üç şapkadan ilki ve en büyüğü Sam Amca’nın şapkasıdır: En ünlü sihirbazların bile şapkasından daha fazla definelerin olduğu bu şapkadan dolar çıkar, ünlü politikacılar çıkar, Hükümetler çıkar, Darbeler çıkar, büyük işadamları çıkar, büyük yazarlar – gazeteciler – aydınlar çıkar; IMF, Dünya bankası da bu şapkanın içindedir ve bazen kafa tutan olursa, roket, uçak ve savaş gemisi de çıkar; bir koca dünya saklıdır bu sihirli şapkada.
İkincisi ise, malum, sadece Solcuları, demokrat, ilerici, çağdaş güçleri ve insanları ezmekle nam salmış, ama ABD ve uzantıları karşısında küçük dilini yutanların forslu ve gösterişli şapkası!
Üçüncüsü, ne yazık ki şapka değil, o haram ve gavur işi, bir mübarek takke! Mollanın, içi ayet ve keramet dolu başına giydiği takke! Vakti gelince sarık haline dönüşecek bu okunmuş takke, öyle hikmetlere sahiptir ki, istediği an Koca Türkiye’yi on binlerce km. uzaktan esir alabilir, felç edebilir ve herkesi sus – pus hale getirebilir. Devlet içinde devlettir!
Emrinde Liberal dönekler vardır, Savcı vardır, İstihbarat vardır, kendi ordusu vardır, Karun kadar hazinesi vardır, Bakan vardır, Milletvekili vardır ve hatta Hükümet vardır. Arkasında ise ABD vardır, AB vardır, Patrik ve Papa vardır, Türkiye’den nefret eden kim varsa tümü vardır, en önemlisi de Cehalet ve Karanlık vardır; yani Arap ortaçağı, Lisanı ve Petro-dolarları vardır… Türkiye denilen …. odasını bu üç şapka idare eder.”
NOT: EDEBİYAT tam olarak işte budur! Sonraki gelişmeleri lütfen düşünün ve Romanın geleceği nasıl sezdirmeye uğraştığını anlarsınız. Bu nedenle ROMAN için Ucu Açık ve iyi bir Roman için ise TÜKETİLEMEYEN adı verilir. Bu çok küçük bir örnektir. KLASİKLERİN hala okunuyor olmasının altında bu gerçek gizlidir. Her zamana ve duruma haberdar.
…